gora'da cem yılmaz'ın çok iyi şekilde hicvettiği olaydır.
arif: ingilizce şart, ben mesela ingilizce biliyorum. herkes türkçe konuşmaz dünyada, bi de ingilizce var mesela, cok kolay bi dil ama o mesela seni seviyorum var, i love you, yani i ben, love seni, you seviyorum. yani seni seviyorum
uzayda neyin artistliğini yapıyorsa, ama böyle adamlar da yok değil hani... bunu yapan adam uzayda da yapar...
kendisinden daha iyi ingilizce bilen birini görünce ansızın bitiveren merak.
-kim? ben mi ingilizce biliyormuşum? eheh kem küm, senin bildiğinin yanında benim bildiğim ne ki! (inşallah ingilizce devam etmez diyaloğa, zıçtığımın resmidir) zaten ben az çok ingilizceden anlarım dedim. ingilizce bildiğimi kim söylemiş. (kapı ne tarafta, karizmayı çizmeden ingilizceden anlamayan birilerinin yanına gideyim) see you later eheh byee
lisede iken, dilde bu yozlaşma devam ederse çok sürmez yakında türkçe bilen kalmaz da bu sefer de biz türkçemizle hava atarız lan diye geyiğini yaptığımız vakıa.
şimdi öncelikle kişimizin böyle bir merakı oldugunu nerden anladık? nicki ingilizce diye mi? iletisini ingilizce yazdı diye mi? cıkısta ingilizce kursuma gidicem mi dedi? abi the newyork times'da falan falan yazmıslar turkiye için, biliyosun benim ingilicem manyak bunları takip ediyorum mu dedi?
bunlardan kişimizin böyle bir merakı oldugu sonucuna varabiliriz.. varmayadabiliriz..
ama işin ilginci ben bunu yazarken aynı sayfada neden '15 saatte nasıl ingilizce öğrenebilirim' diye bir reklam var? burdan bir sonuc cıkarmamız gerekiyor mu? butun bunlar uludagsozlugun bioyunu olabilir mi?
ve bu entry napılıp bir sonuca baglanır? baslık neydi ki? gece de uyumadım ben üstüme gelmeyin.. ekle butonu nerde bir yol gösterin...
-hello canım naber
-merhaba nasılsın?
-iyiyim thanks.
-doğru konussana sen
-canım alışmışım artık kopamıyorum neden öyle dedin relax değil misin?
-geriyor bu iki dili karıştırıp konusman
-no problem hayatım.
-o zaman ingilizce konusalım hep
-yok yok ne gerek var iyi böyle.
-iyi o zaman. *