ingiliz sineması

entry7 galeri0
    1.
  1. komedi haricindeki alanlarda , ingiltere'de olan olayları , ingiltere'nin sorunlarını anlatan sinemadır . birkaç örnek vermek gerekirse , the football factory adlı filmde ingilizlerin futbol takıntısını anlatmışlardır , rise of the foot soldier adlı filmde essex'te öldürülen ve hiçbir zaman aydınlatılamayan cinayet anlatılmıştır.

    komedi alanında ise dünyada bir numaradır birçok kişiye göre , rowan atkinson , simon pegg & nick frost ve özellikle ricky gervais ve stephen merchant , alır götürür ingiliz komedisini , koyar birinciliğe.

    alman sineması kadar dünyaya açılmamıştır , uluslararası başarılı öyle aman aman değildir fakat , bakıldığında o kadar da kötü değildir.
    1 ...
  2. 2.
  3. doğuşu inanılmaz kıvrak, sonrası dünyadaki tüm sinemalarla aynı paralelde * gitmiş sinemadır. brighton ekolü sayesinde bügün 35mm filmde ve tvde kullanılan en temel bilgi olan, rgb * ortaya çıkmıştır. david lynch, david lean olmasa çekilmezler.
    0 ...
  4. 3.
  5. simon pegg özellikle ingiliz aksanı ile alır götürür insanı.
    0 ...
  6. 4.
  7. Bağımsız sinema ve ingiliz aksanını kulaklarının bütün parsellerinde hissetmek isteyenler için yapılacak iyi bir seçimdir .Mizahi ve dramatik yönden ingiliz kültürünün beşeri özelliklerini çok rahat görebilirsiniz .
    0 ...
  8. 5.
  9. ingiliz sineması uluslararası film kültürünün çeşitli ve değişken bir parçasıdır. Film tarihinin ilk yıllarında, Britanyalı film yapımcıları yeni medyumun sanatsal ve teknik açıdan gelişmesinde önemli etkiye sahiptiler, müteakip onyılda sinemanın kimlik krizi ve film endüstrisinin ekonomik krizleri ile karakterize edildi, bunlardan biri de Amerikan Film pazarına olan bağlılıktan ileri geliyordu.ingiliz mucitler 1880'lü yılların sonunda film tekniğinin gelişimi ile zaten haşır neşirlerdi ve filmlerin sanatsal ve stilistik aparatlarının gelişimine daha sonra sinemanın ilk yıllarında da katkıda bulundu. Birinci dünya savaşından sonra, Büyük Britanya'da yabancı filmler daima popülerdi, bu 1920'li yılların ortasında ingiliz film yapımcılığının durağanlığına neden oldu. Ülkelerin korumacı önlemleri aracılığı ile, film endüstrisinin hayatta kalması sağlandı. Bu nedenle, 1930'lu yılların başlarında ingiliz film-kültürü ve sineması oldukça ucuza çekilmiş quota quickies(sallama filmler) ile karakterize edilir olmuştur. Fakat bu filmler daha iddialı projelere berbaberinde getiren ulusal prodüksiyonlara olan, yükselen bir ilgiye de yol açmıştır. Herşeyden önce, Hitchcock'un filmleri ve Amerika'da çok masraflı olan bir dizi tarihsel filmler yapılmıştır.

    ikinci dünya savaşının başlaması, başlangıçta propaganda filmlerinin yapımına yönelen film prodüksiyonunun düşüşünü de beraberinde getirmiştir. Fakat Bu şartlar altında en önemli ingiliz filmleri neşvü nema etmiştir; Michael Powell, Laurence Olivier ya da David Lean gibi yönetmenler kendi ilk büyük başarılarını elde etmiştir. ayrıca 1930 ların başında john grierson'un etkisi altında gelişmiş olan belgesel film hareketi, savaş zamanında en yüksek noktasına ulaşmıştır. 1940'lı yılların sonları ciddi bir krizi de beraberinde getirmişti, çünkü Amerikan film dağıtımcıları 6 ay boyunca ingiliz film pazarını boykot etmişlerdi. Film endüstrisi, buna iç pazara daha çok yönelerek bu duruma reaksiyon vermişlerdi.

    müteakip yıllar savaş filmleri, kostüm dramaları ve komediler ile karakterize edilmiştir. Ealing stüdyoları toplumsal komedi alanında standartları koymuşlardır, 1950'li yılların ortasında daha az iddialı olan komediler(Doktor-film-serileri ya da Carry-on filmleri) başarılı olmuştur. Korku-film türünün yeniden canlanması hammer filmleri ile söz konusu olmuştur.Film sanatının değersizleşmesine yeni yetişen bazı genç film yapımlarınca karşı çıkılmış, bu genç yapımcılar bu tarz filmler yerine, kendi filmlerinde toplumcu gerçekci temaları absorbe ederek kullanmışlardır. Bu ingiliz yeni dalgası kısa ömürlüydü ve hızlı bir biçimde Swinging London fenomeni tarafından yerinden edilmişti. Amerikan yönetmenler Avrupa'ya taşınmış ve Arabistanlı Lawrence ya da James-Bonde filmleri gibi filmler Amerikan yatırımcıları Büyük Britanya'ya çekmişlerdir. 1960'lı yılların sonundaki resesyon, bu hızlı yükselişin ani sonunu da beraberinde getirdi. Amerikan yatırımcıları olmaksızın, bir çok yönetmen için ingiliz televizyonu tek işverendi.

    ingiliz sinemasevrleri kısa süreli olarak 1980'li yılların başında resesyon aracılığı ile kendini toparladı, çünkü ingiliz prodüksiyon firmaları beklenmedik bir başarıyı da elde etmişlerdi. Bu filmlerin bir çoğu Amerikan desteği aracılığı ile ortaya çıkmıştı, bunun nedeni 1980'li yılların ortasında ingiliz film endüstrisi 15 yıl önce çektiğinden daha beter bir çöküş yaşadı. Peter Greenaway, Derek Jarman ya da Sally Potter gibi bağımsız film yönetmenleri ingiliz filmlerinin bu en zorlayıcı on yılında etkileyici başarılar elde ettiler.

    1990'lı yılların ortalarında, Dört Düğün bir Cenaze filminin başarısı sayesinde ingiliz film endüstrisi kısa süreli olarak bir canlanma yaşadı. Kostüm dramaları bir çok edebi eserin film uyarlamaları sayesinde, daha modern hale getirildi, fakat hollywood tekrar ingiliz film endüstrisi üzerinde etkisini göstermiştir. Thatcher döneminin ardından, genç film yapımcılarına kamusal destek daha da arttı. Fakat bu desteklere rağmen, ingiliz filmleri günümüzde sıklıkla Hollywood tarafından kontrol edilir olmuştur ki ingiliz sineması çoktan ölmüş olarak kabul edilebilir.

    Sessiz filmler Dönemi

    Lumiere kardeşlerin 1895 yılındaki gösterimleri sinemanın doğumu olarak kabul edilse de, film medyumunun gelişimi bir kaç yıl öncesine gitmektedir. 1872 yılında seri halindeki resimlerin yardımı ile hareketin fotoğrafik olarak kaydedilmesini sağlayan Eadweard Muybridge'in deneyine dayanarak, 1888'de Leeds'de Franzose Louis Le Prince ilk işlevsel film kamerasını yaptı. Le Prince'den bağımsız olarak William Friese-Greene ve Wordsworth Donisthorpe bir kamera geliştirdi, bu kamera kaydında 1889 ve 1890 yılarında Londra'da sokakları çekti. kayıt teknolojisindeki önemli kırılmalar Thomas Alva Edison'un laboratuarında başarıya ulaştı, orada iskoç mühendis William K. L. Dickson kinotografları ve kinetoskopları geliştirdi. ilk film Edison tarafından 1893 yılında Amerika'da yayınlandı, bir sene sınra Londra'da 17 ekim 1894'de Kinotoskoplu ilk salon açıldı.

    daha sonra Edison ilk film kamerasının patentini büyük britanya'da almamıştı, orada kinotografların replicaları olarak çeşitli icatları da denemişti. Bununla en başarılı olanlar Robert William Paul ve Birt Acres idi, ki 1895 yılının erken döneminde ilk film kayıtlarını yapmışlardı. Lumiere kardeşlerin yaptıkları duyulduktan sonra, Paul ve Acres ayrıca kendilerinin ilk film projeksiyonlarını geliştirdiler. Acres'in kendi aparatıyla ilk halka açık performansı 14 ocak 1896 yılında gerçekleşti, Paul 20 şubat'ta ve Lumier'lerin Londra'da yaptıkları gibi yedi günde bunu gerçekleştirdi(aynısını yaparak onları takip etti).

    Paul film potansiyelini çok iyi biliyordu ve onu yeni eğlence medyumu olarak tanıyordu. 19.yy'ın son yıllarındaki ingiliz film yapımları oldukça başarılıydı. O londra'da ilk ingiliz film stüdyosunu kurmuştu. hemen ardından londra, brighton ve Yorkshire'de başka stüdyolar takip etti. Yüzyılın dönümünde, büyük britanya Amerika Birleşik Devletleri'nden ve Fransa'dan sonra üçüncü en önemli film endüstrisi gelişti. Paul'un yanında George Albert Smith ve cecil Hepworth ingiltere'deki en önemli film yapımcılarıydılar.

    Bringhton Okulu'nun ortak kurucusu olarak George Albert Smith kısa film tarihinde en öenmli yenilikçilerden biriydi. 1899 yılında o "The Kiss in the Tunnel" isimli filmini yayınladı, ilk filmlerin montajı için erken örneklerden biriydi. Smith film editting'inin olanakları ile deneysel çalışmalar yapmış ve 1900'de film serilerini yayınlamıştır, bu film serilerinde close-up'lar(yakın çekimler) ve Bakış açısı çekimleri(POV shots) anlatısal bir aparat olarak kullanılmıştır

    o zamanlar, popüler olan Stop-action ve Stop-motion efektleri daha önce komik eğlence filmleri olarak addedilen oldukça dikkat çekici filmleri yarattı. Fakat film öncülerince sürekli geliştirdiklerilen teknikler ayrıca dramatik anlatı formunu da olanaklı kıldı. 1903'yılında çekilen "A Daring Daylight Burglary" filmi yüksek bir anlatı temposu ile bir hırsızın takibini farklı kullanımlarla göstermiştir. bu film 500 kopyadan fazlasını satmıştır ve bunlardan 100'e yakını Birleşik devletler de alıcı bulmuştur. bir kere daha başarlı bir biçimde, 1905 yılında Cecil Hepworth tarafından yapımcılığı yapılmıştır ("Film Rescued by Rover"). Bir çingene tarafından kaçırılan bebeği kurtaran köpeğin hikayesi çok popülerdi, ki Hepworth film çekimini yeteri kadar kopya üretmek amacıyla iki kere tekrarlamak durumundaydı, sonra orjinal negatif çok hızlı biçimde eskimişti. filmlerin teması bir çok film yapımcısı tarafından biteviye tekrar ve tekrar kullanıldı ve yıllar boyunca popüler kaldı.

    Yeni anlatı-biçimlerinin yanında ayrıca aktüel filmler(dokümenterler) önem kazandı. Şubat 1901'de Kraliçe Viktoria'nın cenaze töreninde ve Edward VII.'nin taç giyme töreni, bir yıl sonra bir medya olayı haline gelmişti, bu medya olayı bütün dünyadan film ekiplerini de çekmişti. Bu erken dönem belgesel filmler için en önemli prodüktörlerden biri Londra'da 1897'de ikamet eden Amerikan Charles Urban'dı.

    Durgunluk Dönemi

    Erken başarılar göstermiştir ki ingiliz Film endüstrisi 1905 yılı civarında uluslararası alanda rekabetçiydi. Genel yargı ise Birleşik Devletler'de yapılan filmlerin çoğu, Birleşik devletler'de yapılanlar ile baş edemeyeceği yönündeydi. Fakat 1910'lara doğru, ingiliz sineması sanatsal olarak çok da gelişmemişti. Diğer ülkelerde, daha komplex filmler ortaya çıkarken, büyük britanya'da çok uzun süre daha önce kurulmuş biçimler doğrultusunda devam etti. Birleşik devletlerdeki Westernler ya da Fransa'daki Slap-stick komediler gibi gelişen yeni film janraları ingiliz film yapımcıları tarafından uyarlanamadı, sadece Lieutenant Daring gibi bir dizi macera filmleri kabul edilip adapte edildi.

    1910'lu yılların ortasında ingiliz Film endüstrisi ilk kez ekonomi problemler ile mücadele etmek zorundaydı. Amerikan Filmleri Büyük Britanya'da daima popülerdi, aynı zamanda yerel filmler yeni yeteneklerin ve fikirlerin yokluğundan ötürü çoğu zaman çekici değildi. 1914 yılında, sadece sinemada gösterilen filmlerin yüzde 15'i ingiliz kökenliydi. bir çok flim-tiyatrosu Amerikan dağıtımcılar ile sözleşme imzalamışlardı.

    Oyuncu kalitesi açısından, ingiliz filmleri 1910'lu yıllarda çoğunlukla geriydi. Tiyatrodan gelen oyuncu/aktörler beyaz perde için kendine özgü bir stil geliştirmekte başarılı olamamıştı.Erken gelişen ülke sinemalarından farklı olarak çok az film yıldızı vardı. 1910'lu yılların En popüler ingiliz film aktörü Charles Chaplin idi, Chaplin gerçekten bir tiyatro oyuncusu olarak kendi ülkesinde oldukça başarılıydı, fakat ilk olarak sinema için Birleşik devletler'de keşfedilmişti. Hepworth tarafından keşfedilen Chrissie White ve Alma Taylor adındaki aktristler aslında kendi ülkelerinde popüler yıldızlardı, fakat ilkin 1920'lerin başında Betty Balfour, "ingiliz Mary Pickford“, ile uluslararası başarılı bir film yıldızı büyük britanya'da mevcuttu artık.

    ingiliz Sineması'nın başarısını daha ileriye taşıyıp gösterebileceği tek alan Dökümanter/Belgesel filmlerdi. 1910'yılından itibaren, düzenli news-reeller gösterilmeye başlandı. Birinci dünya savaşı yıllarında propaganda filmleri dizisi neşv-ü nema etti. Bunun en dikkat değer örneği 1916'daki "Battle of the Somme"dur, bu film uzun metrajlı filmler içinde ilk belgesel filmdir ve savaşın ürkütücülüğü otantik imge ve biçimler ile siperlerden gösterilmiştir. ilgili Film Unesco'nun Weltdokumentenerbes(memory register project) listesine koyulmuştur. Fakat 1910'lu yılların en önemli belgesel filmleri keşif gezilerinde ortaya çıkmıştır. Hemen hemen her gezi bir kameraman tarafından eşlik edilmiş ve bunlardan en ünlüsü Ernest Henry Shackleton'un başarısız olmuş güneykutbu keşif gezisiydi, Shackleton South(1919) filmi aracılığı ile bunu sonsuzlaştırmıştır.

    ingiliz film endüstrisi Birinci dünya savaşından daha da zayıflamış olarak çıktı. ingiliz film endüstrisi 1924'deki kara kasım'da dibe vurdu, çünkü hiçbir film prodüksoyunda kendine yer bulamadı.Birleşik devletler savaştan sonra ingiliz film endüstrisi üzerindeki elde ettiği hakimiyetini daha da arttırırken ve 723 film(yüzde 81 oranında) yapılırken, 1927'de ingiliz sinemalarından gösterilen filmlerdeki ingiliz filmlerinin payının oranı yüzde 4.85'di. bu zamandan beri ingiliz pazarı Amerikan film endüstrisinin en önemli dış pazarıydı. 1927'de Amerika'nın kayıtlı dış satışının yüzde otuzu büyük britanya'ya yapılmıştı.

    ingiliz hükümeti ingiliz film endüstrisinin krizine cevabını verdi, ve film endüstrüsünü desteklemeye yönelik bir yasa çıkarttı. 1927 tarihli Cinematographic Films Act ingiliz sinemalarının amerikan stüdyolarıyla anlaşma imzalamasını yasakladı. (bu blok sistem olarak adlandırıyordu). ve film kotasını düzenledi; bu şunu açıklıyordu; ilk olarak yüzde 7.5, daha sonra Britanya'da gösterilen filmlerin yüzde 20'si Büyük britanya'da yapılmalıydı. Bu beraberinde ise Amerikan film stüdyolarının filmlerini daha fazla ithal edebilmek için ingiliz filmlerine yatırım yapmalarını da beraberinde getirdi.

    1928'e kadar, ingiliz film prodüksiyon şirketlerinin sayısı 25'e yükseldi, bunlardan 11 tanesi de büyüktü. Bunlardan en önemlisi British International Pictures (BIP) idi. Film prodüksiyonlarının sayısı ise 1926'da 33'den 1928'yılında 80'e yükseldi. Elstree bölgesi, Londra'ya yakın, yeni film stüdyoları ortaya çıkmaya başladı. ingiliz film teoristeni ve yapımcısı L’Estrange Fawcett 1928 yılında ingiliz filmlerinin yendiden doğuşu ve dünya film piyasasındaki en dikkate değer olaylardan biri olarak adlandırıldı.

    genç prodüktörler yurtdışı ile işbirliği yaparak ingiliz film endüstrisini canlandırmayı denediler. Michael Balcon ve Herbert Wilcox, 1920'lerin sonlarının ve erken 1930'ların en önemli iki prodüktörüydüler, Hollywood yıldızları ile kendi filmleri için iletişime geçtiler ve yurtdışındaki film şirketleri ile ortaklık için çabaladılar. 1924'de Balcon tarafından kurulan Gainsborough Pictures Alman Ufa ile birlikte çalışmaya karar verdi. Balcon'ca desteklenen ilk yönetmenlik işi alfred hitchcock idi, 1926 ve 1927 tarihli filmleri olan The Pleasure Garden ile The Mountain Eagle filmleri ingiliz-alman ortak yapımıydı. bundan sonra hemen, Hitchcock ingiltere'deki ilk filmini çevirdi,(bir thriller olan The Lodgerı), ki bu film ona sanatsal bir çığır açmıştı. Herbert Wilcox buna karşı Amerikan yapımcılarını destekledi ve 1927 yılında BIP'nin içinde bulunan British National'i kurdu.

    BIP'in başkanı olan John Maxwell başlangıçta filminin birleşik devletlerde yayınlanmasını denedi ve Hitchcock'a kazançlı bir antlaşma teklif etti. Onun 1929 tarihli "blackmail" filmi BIP'nin ilk önemli başarısıydı. Öteki film yapımcıları direkt olarak orada çalışma koşullarını öğrenebilmek için Birleşik Devletler'e gitti, 1927 yılında BIP'de ilk yönetmenlik denemesi Shooting Stars ile ortaya çıkmadan önce, Antony Asquith Hollywood'da 6 ayını geçirdi.

    Erken dönem sesli filmler

    Ekim 1927'de Birleşik devletler'de "Jazz Singer" filminin premiyeri yapıldı, sesli film için bu bir dönüm noktasıydı. Büyük Britanya'da sesli filmlerin yapımı ile ilgili olarak tereddüt söz konusuydu, her şeye rağmen 1929 yılında BIP Hitchcock'un Blackmail'i ile ilk sesli bir sekansa sahip bir film olarak yayınladı.Şantaj filminin başarısı diğer stüdyoların sesli filme yönelik olarak kendilerini değişip dönüştürmelerine zorladı. British Lion 1929 yılında "The Clue of the New Pin" filmi ile devamlı sound-track'e sahip olan ilk filmi yaptı. Gainsborough ilkin 1930 yılında Amerika'da yapılan kendi ilk "talkies"ini yayınladı, sonra stüdyoların donanımı ile ilgili gecikmeler söz konusu oldu. BIP sesli filmlerin ilk prodüksiyonunu yapmakla başlangıç avantajını kullanmış ve öncü ingiliz film stüdyosu olmuştur. BIP güçlü rakibi gibinden iki kat daha fazla uzun metrajlı filmler çekmiştir.

    Sesli filmlerin ortaya çıkması birden bire ingiliz filmlerinin Avrupa'da pazarlanmasına ilişkin zorlukları da beraberinde getirdi. Herşeyden önce, aynı yıllarda Alman Yönetmen E. A. Dupont ya da Olga Tschechowa ve Anny Ondra gibi doğu-avrupalı aktristler ile antlaşma yapılmasından zarara uğradı.1929 yılında Duponts Piccadilly gibi sessiz filmler kendi seyircisini yurtdışında bulurken, sesli filmer bunu yapamıyordu. BIP çeşitli pazarlar için bir çok dile uyarlanmış prodüksiyonlarla cevap verdi. Böylece Dupont ayrıca 1929'da üç farklı dilde her biri değişik oyuncu kadrosuyla Atlantik filmini çevirdi. ilkin bu prodüksiyon yöntemleri senkronizasyon olanaklarınca yürürlükten kaldırıldı.

    Sessiz filmden sesliye geçiş hiçbir Avrupa ülkesinde Büyük Britanya'da olduğu kadar hızlı olmadı. 1929'de sadece ingiliz sinemasının yüzde 22'si ses sistemine sahipken, bir sene sonra bu çoktan yüzde 63 olmuştu. Sesli filmlerin popülaritesi bir çok yeni sinemanın açılmasını da sağlamıştır. 1928'de sadece 3760 sinema vardı, 1930'da ise tüm Büyük Britanya'da sinema salonu sayısı çoktan 5361 olmuştu.

    1930'lu yılların ulusal janra-sineması

    sesli filmlerin tanıtılması ingiliz seyircisinin ilgisini ülkedeki prodüksiyonlara çekmişti. Formal ingiliz ingilizcesi filmlerdeki standard dil idi, bu dil kendini Amerikan ingilizce'sinden belirgin bir şekilde ayırmıştı.Bunun dışında, Müzik salonlarının popüler eğlence biçimlerinin ekrana taşınması olanaklı oldu.Yeni türler olarak kurulan müzikaller, burada kastedilen müzikal-komedidir-bir komedi biçimi olan fars ile birlikte, durum komedileri hicivli mizah ile birleştirildi. müzikaller ve müzikal komediler için musikallerden belli başlı sanatıçlar devşirildi. 30'lu yılların en büyük ingiliz müzikal starı Gracie Fields idi ki kendisinin on yıldan daha uzun bir süre sahne deneyimi vardı, ve 1931 yılında kendi ilk sahne deneyimini yaşamıştı.

    tüm büyük ingiliz stüdyoları kendi özel müzikal starlarını yaratmayı denediler. Herbert Wilcox kendi sonraki eşi Anna Neaglesowoh!ü müzikallerde özellikle dramatik rollerde sahneye çıkartı. Yönetmen ve prodüktör Victor Saville Jessie Matthews ile Gaumont-British için çeşitli filmler çevirdiler, bunların içinde bir alman filmi olan Viktor und Viktoria'nın tekrar yapımı da vardı. Gaumont-British özellikle, Chu-Chin-Chow ve Anna May Wong gibi egzotik müzikal öyküler, yani extravagant müzikaller yaptı, ve hatta Alfred Hitchcock ve Wiener Walzer'a bir operet filmi de çektirdi.30'lu yılların ingiliz komedilerinin ikili bir yaşamları vardı. incelmiş seyirciler müzikal komedileri konuşurken, işçi sınıfı ise erken dönem kaba güldürüler ile eğleniyordu. bu filmlerin birçoğu düşük kalitedeydi ve kötü şöhretli olarak kabul ediliyordu.

    Komedi filmlerinin yanında suç filmleri quota quickies'in ikinci en çok tercih edileniydi, her iki tür de birlikte aşağı yukarı tüm 30'lu yıllardaki ingiliz B filmlerinin üçte ikisini oluşturmaktadır. Amerikan gangsterfilmlerinden farklı olarak ingiliz dedektif filmleri olduka sakin bir tempodaydı, polisiye filmlerin bir çoğu toplumun en üst tabakasında oynatılıyordu.

    Tam anlamıyla farklı bir suç filmleri türünü Alfred Hitchcock çevirmiştir. Lodger ve Blackmail Thriller'i 1920'li yılların en göze çarpan filmleri olarak kabul edilse de, Hitchcock 1930'ların ortasına kadar önemli dramalar ve komediler yönetmiştir. Sadece o BIP'yi terk ettiğinde ve Gaumont-British'de kendi mentoru M. Balcon ile tekrar çalıştığında, o kendi thriller tarzını geliştirmişir. "The man who knew too much" filmi 1934'den itibaren uluslararası başarıyı elde eden ilk filmdi, bu film Hitchcock'a sonunda Amerikan prodüktör David Selznick ile anlaşmayı da beraberinde getirmiştir. Hitchcock'un en önemli ingiliz filmleri 1935 tarihli 39 steps ve 1938 tarihli "the woman vanished"idi.

    Amerikan etkisi ile gelişen tek film türü korkufilmi'ydi. Dracula ve Frankenstein'ın filmleştirilmesi ile ilham alındıktan sonra, Gaumont-British Boris Karloff ile iki ingiliz filmini yaptı. 1933 tarihli Ghoul filmi, sansür otoritelerince sansürlenen ilk ingiliz filmidir ve tam bir başarısızlıktı. 1936 yapımı "The Man who changed his Mind" filmi benzer biçimde başarısız olmuştu,

    ingiliz filmlerinin tekrar canlanıp ayağa kalkması film endüstrisindeki kaotik değişimleri de beraberinde getirdi. bir çok küçük stüdyoların da büyük filmlerin prodüksiyonu için paraya ihtiyaçları vardı böylece amerikan stüdyolarının talepleri doğrultusuda "quote quickies"ler yapıldı. 1933'den itibaren Hollywood stüdyoları ingiliz taşeron firmalar kurarak bu görevi gitgide daha güçlü bir biçimde üzerine aldı. "Quota Quickies" ingiliz sinemasının şöhretine gölge düşürse de, film oyuncularının kariyer basamaklarıydı. Ida Lupino ya da Merle Oberon ve Errol Flynn gibi daha sonraki Hollywood starları bu düşük maliyetli prodüksiyonlarda keşfedildi, ingiliz film endüstrisi James Mason ya da John Mills gibi yetenekler'in farkına varmıştı. Michael Powell gibi yönetmnler kendi zanaatini bu filmlerde öğrendi.

    Alexander Kordas London Film Productions birkaç ay içinde Britanya'nın önde gelen stüdyosunu geliştirdi. Korda 1932'de London films'i uluslar arası pazar için filmler yapmak amacıyla kurmuştu. Onun altıncı filmi olan VIII Henry'nin Özel yaşamı filmi bu film tarz filmlere aittir. bu film dünya çapında ilk ayda 500.000 sterlin'den fazla kazanç getirmişti, ve birleşik devletler'de kapalı gişe oynamış ve filmin başrol oyuncusu Charles Laughton'a Oskar ödülünü getirmişti.

    Korda'nın başarısı Britanya'da prodiksiyon yöntemlerini kalıcı bir biçimde değiştirdi. daha yüksek karlar beklentisi içinde, genellikle pahalı filmler çekildi. Bununla, Birleşik Devletler'e olan bağımlılık da arttı, bundan sonra, iç pazar artık yeterli değildi, Bu ise ingiliz film endüstrisinin ilk krizine yol açtı. 1936'da London Films her ne kadar kapalı gişe oynatsa da 330.000 paund kaybetti. Gaumont-British'ın 1.1 milyon paund borcu vardı. 1937 yılı başında, stüdyolar 4 milyon paunddan fazla kredi almıştı.1937 temmuzunda, ingiliz bankaları sonunda film projelerinin finanse edilmesinin durdurulduğunu bildirmiştir. Bu finansal çöküş film ekonomisinin zayıflamasına neden oldu. 640 prodüksiyon şirketi 1925 ve 1936 yılları arasında kurulmuştu, 1937'de ise yalnızca 20'si ayakta kalabilmişti. Buna rağmen ingiliz sineması finansal çöküş zamanında sanatsal olarak en yüksek noktasındaydı ve rekabetçi bir konumdaydı.

    1930'lu yılların ortasındaki kadar çok film hiçbir zaman yapılmadı. 1937'de piyasaya çıkan film sayısı kayıtlı olarak 228 idi. Alexander Korda kendi değişik filmleri ile VIII. Heinrich'in özel yaşamının başarısına devam etti. Bunlar Elizabeth Bergner'in canlandırdığı Büyük Katherina'nın biyografi filmi ve Charles Laughton'unn canlandırdığı Rembrandt'ın yaşamıydı, bilim-kurgu filmi olan Things to come ya da "The spy in black" ki Michael Powell ve Emeric Pressburger arasındaki ilk işbirliğiydi.

    ingiliz sineması'na Korda'nın en büyük katkısı 1935 yılı tarihli "Sanders of the River" gibi "Empire Filmleri" çekmesiydi. The Four Feather isiml 1939 yılı tarihli film ve Robert Flaherty tarafından çekilen elephant Boy(1937) filmi; bunlar ingiliz kolonyal hakimiyetiin iktidarını Afrika'da ve Hindistan'da gösteren tarihsel macera filmleriydi. Gaumont-British 1937'de Rhodes of Africa ve King Solomon’s Mines filmlerini yaparak cevap verdi. Bu filmlerin hepsi ingiliz hükümetinin desteklenmesini sağlamış ve 1930'lu yıllardkai ingiliz muhafazakar politikasını da yansıtmıştı.ingiliz filmlerinin başarısında dikkate değer miktarda 1930'lu yıllarda Britanya'ya akın eden bir çok göçmenin payı vardı. Hemen hemen her büyük stüdyo Alman kameraman istihdam etti. Alexander Korda'nın yanında Alman Max Schach prodüktör olarak çalıştı. Schach Elisabeth Bergner, Fritz Kortner ya da Avusturyalı tenör Richard Taubernach'ı ingiltere'ye getirdi. Diğer sürgünler Avusturyalı aktör, ingiltere'de Anton Walbrook olarak kariyerini yapan Adolf Wohlbrück, ve daha sonra Hollywood'a giden Lilli Palmer, Peter Lorre ve Conrad Veidt gibi aktörler lie birlikte Emeric Pressburger idi. 1920'lerin sonundan beri alman Alfred JungeAvrupa'nı en etkili sanat yönetmenlerindne biri olarak ingiltere'de çalıştı.

    ingiliz Hükümeti 1930'lu yılların sonunda iç pazarın önemini anlamıştı. 1937 yılındaki Finansal çöküşe Cinematographic Film Act ile cevap verdiler, ki 11 yıl sonra tüm bu yasa kaldırıldı. Fakat yeni yasada tekrar kotalar belirlendi ve ek olarak belirli bir minimum bütçenin altına düşülmesine izin verilmeyeceği de belirtildi. Bunlar ingiliz yapımcıların Amerikan stüdyoları ile daha güçlü işbirliği yapmalarını da sağlamıştı. Böylece Alexander Korda MGm film ile Auf Wiedersehen, Mr Chips gibi filmleri çekti.

    John Grierson ve Belgesel Film Hareketi

    1930'lu yılların başında nüfusun büyük bir kısmı sinemalarda basit eğlenceler arar ve bulurlarken aynı zamanda Britanya'da bir film hareketi de neşv-ü nema etti ki bu hareket kendini Realizm ile bağlantılı hissediyor ve bununla birlikte gerçek dünyayı film aparatı aracılığı ile ele almaya çalışıyordu. Bu hareket John Grierson tarafından kurulmuştur, Grison ingiliz ve AMerikan toplumunun eleştirel gözlemcisi olarak bu teoriyi geliştirmişti ki filmin Devlet ve halk arasında aracı olmak ve problemleri ortaya çıkarma misyonu vardı, 1927'de Grierson EMB(Empire Marketing Board)[Britanya ve kolonileri arasındaki ilişkiyi 'destekleyen devlet organizasyonlarından biridir] yer almaya başladı.

    Onun misyonu, EMB için promosyonal filmleri üretmekti. Bunun yanında Grierson iskoç balıkçıları üzerine bir dokümenter filmde de çalıştı. Drifters filmi 1929 yılında yayımlandı ve ingiliz belgesel film akımının başlangıcı olarak kabul edildi. Drifters modern montaj teknikleri ile çalıştı ve böylece Grierson daha sonra bir gazeteci tarzının da propagandasını yaptı. Bunun için o Basil Wright, Paul Rotha gibi yetenekleri istihdam etti. Robert Flaherty 1931'de Grierson'dan gelen davet üzerine EMB'ye geldi ve orada Endüstriyel Britanya adındaki kısa filmi çevirdi, Britanya emek-dünyasını üzerine çekecek belgeseller için bir model olarak hizmet edecek bir film idi bu. Üç yıl sonra, Flaherty Michael Balcon için vahşi doğanın güçlerine karşı savaşan Aran-adasının sakinleri üzerine Man of Aran adındaki belgesel filmi çevirdi. ingiliz Hükümeti'nin General Post Office'in film departmanına bağladı. GPO tarafından yayımlanan ilk filmlerden biri Basil Wright'ın The Song of Ceylon filmi idi, ki bu film Ceylon halkı üzerindeki kolonyal etkilerin sonuçları üzerine bir film idi. Bu film çay endüstrisi tarafından finanse edilmişti.

    Diğer endüstri dalları benzer biçimde belgesel filmlerin olanaklarını bir reklam platformu ve imaj taşıyıcısı olarak kullandı. Böylece petrol şirketi Shell 1934 yılında film departmanını kurmuş, bu şirket için deneysel filmci Len Lye 1935 yılında The birth of Robot adında bir animasyon filmi çevirmiştir. Lye GPO için daha önce soyut animasyon filmi olan A colour Box'ı çevirdi.
    0 ...
  10. 6.
  11. Part II

    GPO film ünitesi yazar H. G. Wells ve Graham Greene ya da besteci Benjmin Britten gibi sanatçılar ile iletişime geçti. Britten 1936 tarihli Night Mail filmi için soundtrack'ı besteledi, ki 1930'lu yılların en önemli ingiliz filmiydi. Bu film resim, ses, müzik ve şiirin bir araya getirildiği belgesel bir sanat olarak kabul edildi. Şair W.H. Auden iskoçya'ya giden Londra'nın posta trenleri üzerine bu film için bir metin yazmıştır.
    bir çok film tarihçisi belgesel filmi Büyük Britanya'nın film tarihi üzerinde en önemli katkısı olarak görse de, belgesel film hareketinin rolü yıllar boyunca tartışmalıydı. Birçoğu politik bir bağlantının temel nüvelerinin dışavurumunu GPO'nun filminde sade bir işçinin kahramanlaştırılmasında görmüştür. Fakat Grierson kendi filmlerini politik olarak bir ifade aracı olarak hiçbir zaman kullanmadı, gerçekte o daha çok Büyük britanya'daki toplumsal sorunları görmezden gelmiştir ve böylece muhafazakar hükümetin çıkarlarına hizmet etmiştir. Bu nedenle, buradan çıkacak sonuç şudur ki, ikinci dünya savaşı zamanında GPO'nun film departmanı enformasyon bakanlığının güdümünde işgörmüştür.
    ikinci Dünya savaşı zamanında ingiliz Sineması
    ikinci dünya savaşının başlangıcı ingiliz film endüstrisi için sürdürülebilir değişiklikleri beraberinde getirdi. Savaşın ilk haftasında, tüm sinemalar saldırı korkusundna ötürü kapatıldı, fakat azar azar sinemalar tekrar açıldı. Hükümet halkın duyguları açısından sinemaya gitmenin anlamını biliyordu ve film stüdyolarının hangi temaları ele alması gerektiğini ve güvenlik nedeni ile hangilerinin bahsedilmemesi gerektiğini bu nedenle belirlemişlerdi. Bu kurallar stüdyoların çalışmalarını sınırlandırdı. buradan şu ortaya çıkan; hükümetin /devletin prodüksiyon merkezlerini zorunlu kılması ve film teknikerlerinin üçte kisinin askerlik hizmetini zorunlu kılmasıydı. Bu ise 1940'lı yılların başında yeni film endüstrisinin etkinleşmesini ve 1939 yılında çekilen film sayısının 103'den 1942 yılında sadece 46 filme düşmesini de beraberinde getirdi. Aynı zamanda bunun yapılması ile ingiliz sineması her şeyin ötesinde sinemaya giden sayısının savaş yıllarında sürekli arttığı bir popülarite kazanmış

    hükümet ve devletin istek ve gerekliliklerinin doğrltusunda ilk ingiliz propaganda filmi Alexander Korda'nın çekimleri bir kaç hafta içinde tamamlanan " The Lion Has Wings" filmidir. Korda bunun için o zamana kadar ki en masraflı filmi olan ve 1940 yılında tamamlanan(Bağdat Hırsızı) üzerine olan çalışmasını kesmiştir, bundan sonra Korda Birleşik devletlere yerleşmiştir. Korda'nın yanında bir çok başka ingiliz kökenli sanatçı Birleşik devletlerde ikamet ettikleri için savaş yılları esnasında şiddetli biçimde eleştirilmişlerdir, fakat Londralı ingilizleri Hollywood'dan kendi ülkelerine en iyi şekilde hizmet edebileceklerini de teslim etmişlerdir[dabei wurde den Briten von Seiten Londons versichert, dass sie von Hollywood aus am besten ihrem Land dienen könnten].Böylece Alfred Hitchcock 1939 yılının sonunda kapaınş sahnesinde Almanların Londra'ya hava saldırısını bekledikleri "Foreign Correspondent" adındaki casus filmini çevirdi ve daha sonra Britanya devleti adına iki kısa filmde Fransız Resistance'si için çalıştı. Korda ve Victor Saville Holllywood'da Hamilton Woman veya The Mortal Storm gibi filmerin yapımcılığını üstlendi. ilk olarak Japonların Pearl Harbour'a baskınından sonra ilkin Hollywood resmi olarak savaş propagandasında rol aldı ve Mrs Miniver gibi çok sayoda Oskar kazanan filmler yaptı.

    Korda'nın Hollywood'a yerleşmesi ile birlikte Stüdyoları kapanmasından herşeyden önce . Arthur Rank gibi girişimciler yararlandı, Rank bir kaç yıl içibde Rank Organisation'u ile bir imparatorluk inşa etti, ikinci dünya savaşının sonunda kurulmuş olan Hollywood stüdyoların herbirinden daha büyüktü. 1938 yılında Korda'dan Denham Stüdyolarını satın aldı, 1939 yılında bunu Elstree-Studyoları takip etti ve 1941'de Oscar Deutsch'un ölümünden sonra Büyük Britanya'nın en büyük üçüncü Kinoket(sinema gösterim yerleri)i, Odeon-Kinos'u, bununla birlikte Gaumont-British- und Gainsboroug prodüksiypn şirketlerini de satın aldı.Rank 1940'lı yıllarda birtakım genç film yapımcısını destekledi, onlara Independent Producers Ltd çatısı altında bağımsız çalışma olanağı sağladı.

    ilk olarak Michael Powell ve Emeric Pressburger Rank'ın desteğinden yararlananlardı.Onlar 1942'den itibaren the Archers adı altında filmler yapmışlar ve senaryo, Yönetmenlik ve yapım için müteakip 15 yılda kendilerini göstermişlerdir. Archers şirketinin ilk filmi one of our aircraft is missing adındaki savaş filmiydi, fakat 1943'ün ilk çevrilen filmi life and death of Colonel Blimp Archers'ın şöhretine şöhret katmıştı. Temel olarak daha başka propaganda filmleri ortaya çıkarken, onur gibi erdeme ilişkin övgüler içeren ironik film, ingiliz ve alman subaylar arasındaki arkadaşlığın anlatıldığı ve üç savaştan artakalan, filmler gösterilmiştir.Life and death of colonel blimp filminde Blimp bir göçmen olarak Pressburger'in durumunu yansıtıyordu, böylece Canterbury Katedrali'nin mistisizmi ile savaşın gerçekliğinin birleştirildiği A Canterbury Tale Powell'in en kişisel filmi olarak kabul edilmektedir.

    Başrolü 1938'de Ealing Studios'u devralmış olan ve bunun aracılığı ile savaş yılları boyunca Rank'ın en önemli ve bağımsız film prodüktörü olan, Michael Balkon almıştı.O erkenden savaş günlerinin realistik biçimde betimlenmesinin zorunluluğunu anlamıştı ve GPO film bölümünden Belgesel filmci Harry Watt ve Alberto Cavanti'den devralmıştıEaling'in savaş filmleri 1940'lı yılların başındaki toplumsal bir değişimi gösteriyordu, bu filmlerde orta ve altsınıfın üyesi hem askeri de sivil yaşamda saorumlulukları üzerlerinde alıyorlardı. Harry Watt'ın Nine Men ya da Charles Frend'in San Demetrio London'u gibi filmler eylem halindeki sade askerleri betimliyordu, o esnada lberto Cavalcanti'nin Went the Day Well? 1942 yılında küçük bir köyün Alman ajan tarafından bombalanması korkusunu tasvir ediyordu.

    Öteki film stüdyoları Ealing'in prodüksiyon yöntemini takip etti. Böylece Gainsborough Pictures 1943 yılında Britanya'da kadının yeni rolü olarak emekçiliğinin ele alındığı Millions like Us filmini yayınladı. zamanın en önemli savaş draması Noël Coward ve onun eski arkadaşı David Lean'in birlikte ilk yönetmen denemeliği yaptığı film In Which We Serve idi. Bu başarıdan sonra[Coward 1943'de Oscar ı elde etmişti), Lean, Coward'ın başka senaryolarını(sonunda 1945 de duygu dolu draması olan Brief Encounter'ı) da filmleştirdi, O bu projeyi Arthur Rank'ın desteği(Önce senaryo yazarı daha sonra da yönetmen olan Ronald Neame ve prodüktör Antony Havelock-Allan'un katıldığı prodüksiyon firması Cineguild) ile bu projeyi gerçekleştirdi,

    daha önce Jennings 1941'de The Heart of Britain ve Listen To Britain filmlerini çekmiştir. Deneysel bir film ise Jennings'in The Silent Village, bu filmde bir galli köyü olan Lidice'nin yok edilmesininin izi sürülür. Diğer belgesel filmler sınırdaki ingiliz başarısını kamuya gösteriyordu, tıpkı Roy Boulting'in El alamein'deki rommel'e karşı Montgomery'nin kuşatması üzerine olan 1943 tarihli Desert Victory filmi gibi. Savaşın sonuna doğru, Laurence Olivier'in ilk yönetmenlik denemesi ve o zamana kadar en pahalı ingiliz film olan Heinrich V.'i gibi patriotizmi destekleyen filmlerin sayısı artarak yükseldi. Anthony Asquith'in "The Road to Stars" gibi ya da savaştan sonra yayınlanan ilk Powell & Pressburger-Film olan A Matter of Life and Death ingiliz-amerikan ortaklığını vurgulamaktadır.

    ikinci Dünya Savaşından Sonra ingiliz Sineması

    ikinci dünya savaşından hemen sonra ingiliz sineması zafer yürüyüşüne devam etti. politik optimizm, Clement Attlee'nin genel seçimlerde beklenmeyen zaferinden sonra yerel film endüstrisinin olumu bir gelişimini de vaad etti. ingiliz temaları ve ingiliz sinemasına olan talep devam etti, böylece 1946 yılında, satılan 1,6 milyar sinema bileti ile bugüne kadar kırılmayan bir rekordu. Arthur Rank ile ilk kez Hollywood'daki film istilacıları ile rekabete girişebilecek güçte ingiliz girişimciler oluştu, bundan dolayı haftalık Kinematograph Weekly Rank Ağustos 1945'de atlantik'in iki tarafında da merkezi bir figür olarak gösteriliyordu.

    içeriksel olarak film stüdyoları savaştan sonra daha çok geleneksel ingiliz temalarına odaklanmışlardı. Olivier'in Heinrich V'inden sonra başka edebiyat uyarlaması filmler büyük bütçeler ile çekildi. Rank Gabriel Pascal ile birlikte Monumental bir film olan Caesar ve Cleopatra filmini George Bernard Shaw'ın aynı isimli piyesinden bir uyarlama olarak çekti. David Lean Great Expectations ve Oliver Twist ile Dickens'in iki klassiğini filmleştirdi. Olivier 1948'de Shekespeare uyarlaması olan Hamlet ve Henry V'i nin başarısı ile kendini aştı, bu film en iyi film Oscarı verilen ilk ingiliz filmiydi. Gainsborough Pictures melodramları ile basmakalaıp edebiyata yöneldi. Leslie Arliss'in "The Man in Grey"(1943)ü ile ve Anthony Asquith'in Fanny by Gaslight(1944)ı ile başlayarak, Gainsborough kadın karakterlerin olayların merkezinde rol aldığı tarihi filmler serisi çekti. stüdyo şefi Maurice Ostrer'in liderliğinde, Gainsborough-Melodramları ticari bir markaya dönüştü. Başrollerinde Margaret Lockwood ve James Mason ile birlikte "The Wicked Lady"filmi 1946 yılının en büyük kapalı gişe filmiydi ve 18 milyon'dan fazla seyircisi ile Britanya'da tüm zamanların en çok gidilen filmiydi. Lockwood ve Mason'un yanında Gainsborough-Melodramları yeni film starları olarak Phyllis Calvert ve Stewart Grangeri de yarattı.

    Gainsborough'un tarihi filmleri daha çok kadın seyircilere hitap ediyordu ve dünya savaşının suç filmleri serisinin etkisi altında ortaya çıkmıştı, bu suç filmlerinden erkek seyirciler "Spivs(karaborsacı)" olarak bahsederlerdi, bu ismi ise Alberto Cavalcanti'nin They Made Me a Fugitive ismindeki kasvetli filminin başrol oyuncusu Karaborsadaki Cenovalı'dan ve John Boulting'in Graham Greenes'dan uyarlaması olan Thriller Brighton Rock(1947) filminden hareketle bu adı veriyorlardı. Carol Reed bir diğer Graham-Greene filmleri olan "Odd Man Out thrilleri ve Kleines Herz in Not ile ingiliz gangster filmlerindeki nevi şahsına münhasır noktaları da vurgulamıştır.

    Hollywood'dan geri dönen Alexander Korda Greene ve Reed'i savaş sonrası Avrupası'nda yerleşmiş thrillerin geliştirilmesine teşvik etti. sonuç 1949'da vizyona giren thriller "Third Man" filmiydi, film 1999'da BFI tarafından 20.yüzyılın en iyi ingiliz filmi olarak seçilmiştir. Amerikan aktörler olan Orson Welles ve Joseph Cotten 'ın oynadığı film Kameraman Robert Krasker'ın emeklerinin Oscar ile ödüllendirildiği uluslararası bir başarıydı.

    Krasker'in The third man ve Odd Man Out filmlerindeki Dışavurumcu kamera tekniği, savaş sonrası ingiliz sinemasında çok güçlü stilize filmlerin gelişimini temsil ediyordu. 1945 yılı gibi erken bir tarihte, Ealing'deki "Dead of night" adında sağlam bir realizm, Kara Romantizm ve Dışavurumculuğu birleştiren bir korku filmi çekildi.

    fantastik suç filmlerinin yanında, Powell ve Pressburger'in renkli filmleri de dışavurumcu olarak karakterize edildi. Melodrama olan 1948'de Oscarla ödüllendirilen The Black Narcissus'un Himalayalarda çekilen sahnesi güçlü biçimde stilize edilmiştir. ingiliz sinemasının başarısı finansal bir kriz ile gölgelenmiştir. Attle Hükümeti'ni 1947 'de finansal kriz paniğe sürüklerken, maliye bakanı Hugh Dalton 7 ağustos 1947'de film festivali için şaşırtıcı bir biçimde ad-valorem vergi koydu. Hollywood stüdyoları ilk olarak beklenen gelirin yüzde 75'ini ingiliz devletine havale etmek durumundaydı. vergi ingiliz kamuoyunda hararetli bir tartışmayı tetikledi, Bogart or bacon sloganı altında ele alındı. The Motion Picture Export Association of America (MPEA) Britanya'da Ameirkan filmlerine acil ambargo uyguladı. ingiliz Hükümeti yeni filmlerin yapılması için bir destek programı ile cevap verdi. Fakat 6 ay sonra, vergi geri çekildiğinde ve MPEA ambargosunu sonlandırdığında, ingiliz sinema pazarı engellenmiş Amerika prodüksiyonları ile doldu taştı, ve böylece aniden ülke içinde yapılan filmlere olan talep düştü.

    Bu durumun ingiliz film endüstrisi üzerinde dramatik bir etkisi oldu. ingiliz film pazarı durgunluğa girdi, şubat 1949'da 26 stüdyodan sadece yedisi çalışıyordu. Alexander Korda'nın British Lion'u sadece 1949'da kurulan National Film Finance Corporation'un mali yardım ile ayakta kalabilmişti. J. Arthur Rank iç pazardaki maddi kayıplardan sadece muzdarip olmadı, aynı zamanda birleşik devletlerdeki çalışma arkadaşını da kaybetti. 1949'un sonunda Rank organisation 16 milyon paund maddi kayıp bildirdi. Rank Gainsborough Pictures altındaki stüdyolarından bazılarını kapattı ve rasyonalizasyon önlemleri uyguladı, bu önlemler Rank-imparatorluğunun 1950'li yıllardaki gitgide çöküşüne engel olamadı.
    0 ...
  12. 7.
  13. 6.5 milyar dolarlık sinema sektörü.
    Avrupanın en büyük sinema sektörüdür.
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük