esas ingilizce. yani ingilizcenin en dogal, orjinal hali. bizim orda burda ogrendigimiz aslinda amerikan ingilizcesidir. bunun kaniti; ingilizce bilen birinin, bir ingilizin konusmasi ile bir amerikalinin konusmasini anlamada cektigi zorluk farkidir. bi amerikali, bi ingilizden daha kolay anlasilir bizim ogrendigimiz ingilizceye gore. ayni sekilde, ingiliz filmlerini anlamak, amerikan filmlerini anlamaktan daha zordur.
bizim nasıl tükrçe'yi konuşurken olması gerektiği gibi değil de alıştığımız şekilde konuşmamız gibi bir ingilizin de ingilizceyi olması gerektiği gibi değil de, alıştığı gibi konuşması sonucu ortaya çıkmış ingilizcenin şekli.
pronounciation açısından kesinlikle dişi bireylerin çok daha iyi olduğu ingilizce'dir. nedendir bilmiyorum ama gerçekten çok tatlı ingilizce konuşuyorlar. zaten bir ingiliz amerika'ya gittiği zaman sırf dilinin pürüzsüzlüğü yüzünden çok rahat dikkat çekip sempati toplayabilir.
şugıra şuga daktıra dokta diyen insanların ingilizcesidir. r' ler yutulur p'ler vurgulanır o'lar yuvarlanır bu dilde. örneğin bir amerikalı satın almak anlamına gelen purchase'i pörçues olarak telafuz ederken bir ingiliz bunu pöçis olarak telafuz eder ki kulağa daha hoş gelir. evet evet daha hoş gelir.
kesinlikle fonetiği en iyi dillerden birisidir. gramer yapısı zorlayıcı gibi gözükse de, aynı aileye mensub olduğu kardeş dillerindeki gibi article cinsiyetine sahip olmaması ve filolojik olarak genelde isim/fiil ayrımının çok az olması * kullanımını kolaylaştırır.
"fresh air" gibi bir tamlamanın "faşa" olarak okunduğu ingilizcedir. şunun şurasında kpds'den uds'den 65-70 alıp millete hava atarken, bir gün londra'ya gidip konuşmamız yüzünden beşinci sınıf insan muamelesi görmek de var. ama ingiliz ingilizcesi konuşan insanın ağzından bal damladığını da kabul etmek gerekir sanırsam.