halil sezainin muhteşem sesiyle tanışmama sebebiyet veren ve etkileyici repliklere sahip olan güzel bir film. Başlarda halil sezainin yazdığı senaryoları uçak yapıp camdan uçurmasıyla ve kapıcıyla arasında geçen diyaloglarla güldürsede sonunda ağlatmayı başarmıştır.
Tamamen ayni olmasa da sweet november'I cagristiran, filmin baslarinda kizin basindakinin peruk oldugunun anlasilmasiyla sonunun da gayet tahmin edilebilecegi ve hicbir gizem, farklilik barindirmayan, insanlarimiz tarafindan abartilmis turk filmi.
Önyargıdan dolayı izlenilmeyip,daha sonra bir film gecesinde izlenilinince "bugüne kadar niye izlemedim hay sığır kafam "şeklinde tepki verdirtmiştir. Etkileyici filmdir.
- mesut abi, bir film varmış izleyen herkes ağlıyormuş abi.
- adı neymiş ?
- ne biliyim, reçeliymiş ne reçeli şeftali reçeli mi incir reçeli mi ?
- getir bakalım izleriz..
uzun süre ısrarla izlemediğim en nihayetinde 'hadi artık izle şu filmi' baskılarına dayanamayıp izlediğim güzel film.şimdiye kadar neden izlemedim ki sorularını kendime sormama sebep olmuştur.
senaryo ve yönetmenliğini aytaç ağırlar ın yapmış olduğu, yaşanmış bir konuyu sinema ekranlarına taşımış, hüzünlü bir bakış açısı ile yansıtılmış 2011 çıkışlı bir türk filmidir. aşk ın sırf sevişmeden ibaret olmadığını anlatması da filme ayrı bir güzellik katmaktadır. duygu yüklü sahneleri ile izlemeye değer.
--spoiler--
filmimiz güzeldi. (nokta!) bir hisse, bir hissiyata sevdiğinden ayrı düşmeyi, ve düşmeyi anlatan filmdir. düşüş benim için öncelikle bir albert camus sözü, çok afedersiniz. düşüş çok da anlamlı olmayan bir yaşamin gerçeği. insanlar, örneğin sözlük okurları, hayatlarının bir kısmında bu duyguya denk bir şeyi mutlaka yaşarlar. yani hayatta değer verdiğiniz tek şeyin çekip gitmesi durumuna denk bir şeyi yaşarlar. kiminin kedisi ölür, kiminin gözü gibi baktığı telefonun camı kırılır. çok da önemli değildir sebep, önemli olan sizin o gül'ün yetişmesi için harcadığınız zamandır, gülü güzel kılan; sizin o telefona yüklediğiniz angry birds'dir belki de sevgili okur. düşüşün varlığını ve mutlakiyetini ve kaçınılmazlığını teşhis ettik. filmimize geri dönelim.
*
filmimiz ayrılık ertesindeki ruh halini anlatarak insanın içine dokunmayı başarmakta. ayrılığın ardından eskiden kalan bir parça eşya, bir anlamsız söz, bir mekan, bir koku, bir tamamlanmış beklenti gibi şeyler başa bela olabilir; sözel ifade kabiliyeti yüksek bir sevgiliyse sizin durum ciddi belalı olabilir. film kahramanimız eskiyi yaşatmak için çabalarken, eskiyi ölümsüz kılabileceğini fark etti. belki de umut ederek kavuşmayı, filmini çekti. film çekiminin öncesinde ev ruh halini, duvarlardaki post-it'lerdeki beynin içindeki izleri ve dışarıyla temasının kesilmesi de o duyguya hapis kalmasını işaret ediyordu. bu noktada being john malkoviche bir benzetme yapabilirim diye düşünüyorum. duyguyu yaşatma çabası da orhan p.'nin masumiyet müzesini andırıyordu.
*
kızımızın sevdiğini hastalığından koruması, selvi boylum al yazmalımdaki sevdiğini sevmesine rağmen ona varamayan türkan şoray'ı düşündürdü. tek farkla türkan şoray'ın sevdiği hayırsızdı ama sevmişti bir kere, bizim kızın sevdiği hayırlısıydı(!) ama varamıyordu sevmesine rağmen, onun yerine alışkanlıkları, emek-çabayı seçti türkan yani kendi ölümünü, kızımız da aynı şekilde.
*
ölümlü bir dünya algısı dünyayı kurtaracak diye düşünüyorum. ölüm kaçınılmaz bir son ise bu son anlamsız kılıyorsa öncesindeki her türlü ilişkiyi, o zaman hayatın her anı sanki ölümün bir adım ötesinde gibi yaşanmalı, her an bir adım öncesindeyse ölümün her adımın kıymeti ölümün bir adım sonrasında var olmasından gelmeli ve hayatın tamamı anlam kazanmalı, ölumden geriye gidilerek. ölümü çok büyük bir sorun yapan kızımız ve adamımız hayatı ıskaladılar belki. vebada yaşananları hatırlayalım oran şehrinde veba salgını patlak verince, oran şehri karantina altına alınır. hafta sonu gibi kısacık bir süre için şehir dışına çıkmak durumunda kalan sevgili ve eşlerin bir yarılari (biz bir elmanın iki yarısıyızlar) şehir karantina altına alınınca dönemezler geri. zamanla veba'nın tüm şehri salacağı ve ölümün şehirde kalanlar için kaçınılmaz olduğu anlaşılır. işte o noktada kimi sevenlerin diğer yarıları şehre döner, beraber bir ölüm için; kimileri dönmez. iki karar da yargılanmaz !
*
filmimizin güzel tarafları bana bir kaç kaan tangöze şarkısı çağrıştırması da oldu. kanıma karışmış kanın diyen tangöze'un bu sözü, gençliği tehlikeye sürükleyebileceği için kullanılmadığı için çok iyi olmuş.
*
son olarak bir sevenin sizi ölümsüz yapmak için çabalaması çok güzel. herkese çabalayan bir personal shakespeare dilerim.
--spoiler--
tam 4 günde bitirebildiğim türk yapımı.
filmin konusu ve anlatmaya çalıştığı açısından başarılı (önyargılı davranılan insanalrın kendini toplum içerisinde varlıklıklarını hissettirmeme yada saklama çabası gibi) ama abartılı anlatım ve oyunculukla şişirilme sahnelerle zarar verilen bir yapım olmuş. melike güner'in yapmacık ve abartılı canlandırdığı karekterde filmi baltalayan en önemli unsurlardan biri. sezai paracıkoğlu ve sinan çalışkanoğlu ise bu anlamda biraz daha dengeyi kurma çabası içine girmişler sanki. filmdeki aidsli kız ve skeç yazarı sanki yan yana geldiklerinde farklı iki insandan hoşlanıyorlarmış gibi duruyor. aslında daha sade çekilse (başka dilde aşk gibi) çok güzel olabilecek bir film ortalama bir filme dönüşmüş. tabi şu repliği unutmamak gerekir;
* doktorlar soğuk algınlığımdan öleceğimi söylediler. ne kadar komik değil mi
"canım bugün de ağlamak istiyor doğrusu, ağlamalı bir film mesela incir reçeli izleyeyim bari" diyerek izlediğim fakat bittikten sonra ekrana mal mal bakıp bu muydu lan dediğim filmdir. arkadaş, millet nesine bu kadar ağlamış, duygulanmış anlamadım. büyük ihtimal bu filmin aşığı olanlar, en beğendiği film "titanic" ya da "sweet november" olan insanlar. bu filmleri sevmediğimden ya da çok kötü filmler olduklarını düşündüğümden değil fakat bu filmlerden çok daha kaliteli ve içerikli filmlerin olduğunu düşündüğümden söylüyorum. her neyse çok duygulu ve ağlamaklı gençlerimizin en beğendikleri türk filmlerinde 1.sıraya yerleştirdiği bir yapım.
hiç aşık olmamışlar, abuk subuk süslü sözleri sevenler ve de ağlamak isteyenler için ideal bir film. bu üç özelliğe sahip değilseniz vaktinizi harcamayın. yatın uyuyun, en azından dinlenirsiniz.
salya sümük aglamaklı şekilde etkilenmediğim, hatta etkilenmedim diye duygusuz olmakla itham edildiğim filmdir.
böylelikle acıklı bir aşk filminden! kahkaha atarak cıkan kişi olarak tarihe geçmiş bulunuyorum*
müzikleri yüzünden kaybetmiş olan film. psikopat için söylemiyorum, aksine filmin sonunda da böyle güzel müzikler seçmiş olsalardı insanlar filmi daha çok severdi. kızın onca felsefe parçalayıp öldüğü sahnede aniden bir kadın çığlık atmaya başlıyor ve olayın içine ediliyor. en büyük kayıp budur bana göre filme dair. alakasız bir filmde kürtçe ağıt gibiydi o ses. hala kulaklarımda ve gerçekten çok kötü.