halil sezai paracıkoğlu nun duman şarksını söylediği sahne adamın ağzına sıçmıştır. ayrıca kendileri iyi de bir oyuncudur. onun dışında pek bir şeye benzemeyen sıradan türk dram filmi.
bu filmin tek çarpıcı yönü insanın aidsli bir sevgilisi olsa nasıl bir tepki verilir onu düşündürüyor başka bir numarası da yok zaten. tabi unutmadan bu kadar çile çekeceklerine prezervatif kullansalardı keşke... adam abazanlıktan düz duvara tırmanacaktı az kala.
bir filmin klişeye bulaşmış olması, onun illa kötü bir film olacağı anlamına gelmez. klişe bi konu işlemek sanılanın aksine çok zor ve tehlikelidir. sıradan ve sıkıcı olmak işten bile değildir bu öykülerde, fakaaaat klişe bir konuyu gerek kurgu, gerek diyaloglar, gerekse oyunculuklarla özgün ve kaliteli bir filme dönüştürmek çok zor birşeydir. işte bu zoru başarmış incir reçeli.
hemen çekiyor sizi içine. karakterler çok sahici. planlar ve sahneler çok hayatın içinden. gereksiz diyalog ve laf kalabalığıyla kafa sikmiyor, anlatmak istediğini çoğunlukla halil sezai paracıkoğlu'nun oyunculuğu üzerinden anlatmaya çalışmış yönetmen. o da zaten tek başına sürüklemiş bütün filmi. o kadar iyiydi ki, melike güner'in aşırı ve rahatsız edici oyununu bile örtmeyi başarmış.
--spoiler--
ayrıca kendi içinde gayet tutarlı ve gerçekçi bir filmdir de. mesela çok istemesine rağmen adamın öpüşmeye, prezervatifle de olsa sevişmeye yanaşmaması, o riski almaması güzel bir ayrıntıdır bence.
ve bir de bütün filmi özetleyen bir sahne vardır. metroda kızın aids olduğunu öğrendikten sonra son durağa kadar giderler, herkes inmiş, koca metroda sadece duygu tek başına kalmış derken, kamera yavaşça açılır ve metin de kadraja girer... ve sonra ikisi birden yürüyen merdivenlerden karanlığa doğru kaybolurlar.
--spoiler--
sonuç olarak elbette ki bir şaheser, bir başyapıt filan değil ama, kendini izlettiren, hoş, naif, duygusal bir film incir reçeli. 5/10
geçenlerde yoğun ısrar üzerine incir reçelini izleme gafletinde bulundum. çevremdeki bi çok insandan uzun zamandır duyuyordum. aman efendim şöyle güzel, aman efendim böyle ağladım, duygulandım. çok feci harika, mükemmel bi konu, kız çok tatlı. efendime söyleyeyim adam çok hoş vs vs. bunun gibi olumlu ve merak uyandırıcı şeylerdi duyduklarım.
e bende yazımın büyük bi bölümünü evde oturup film izlemeye ayırdığım için. kimi zamanlar günde 6 film izlediğim bile oluyor , e bu durumda çevrenizden duyduğunuz her filmi izleme alışkanlığı ediniyosunuz. bunuda izleyeyim o zaman ben. a dur onuda izleyeyim. oh yarınada izlenecek 6 film çıktı, darısı öteki günün başına falan diyebiliyosunuz.
velhasıl kelam incir reçelini izleme kara verdim. yiyecek stoğumuda yeniledikten sonra oturup tekli koltuğuma izlemeye koyuldum. i̇zledim.
aman tanrım.
o neydi öyle?
filmin konusundan ziyade başroldeki hatun kızımızın oyunculuğunun kötü olması gözümüze gözümüze sokuluyor. sen izliyosun ama ben hiçte inandırıcı bi oyuncu değilim, hahaha. gibi bi izlenim uyandırıyor insanda. rol kızda, kızda filmde fazlasıyla iğreti duruyor.
bu durum ilk eksi puanı filmin hanesine yazıyor tabiiki.
neyseki erkek oyuncu bu kadar sırıtmıyor filmde.
velhasıl kelam.
olabilir, kız daha yeni oyuncudur, bu filmde iyi bi iş çıkaramamış olabilir, genç yeteneklere yol açmak gerekir, fazla ön yargılı olma diyerekten , kendimi güdüleyip filmi izlemeye devam ediyorum.
derken, o ne öyle. !!??
yalnız yaşayan, bunalıma girmesine ramak kalmış, yazamayan bi yazar. yuh!
bu klişeden sıkılmadı mı artık senaryo yazarları.
neyse, barda tanıştığı kızı saf temiz duygularla evine götürüyor. kızda maşşallah bu duruma o kadar alışkınki sanki tanımadığı bi adama notlar yazmalar, kahvaltı hazırlamalar, gülücükler, sevimli olma çabaları, 45 yıllık dost gibi davranmalar. ki bu kızda yani içten içe çöküntüde olan hayattan umudunu kesmiş bi kızcağız. i̇çi seni dışı beni yani, o hesap.
sonradan anlıyoruzki kız aids.
e kızım madem aidsin, madem tedavi olmuyosun, madem sevişmiyosun.
niye adama gidip yanaştın, niye aklına girdin, niye aşık ettin, onunla sevişmeyip ona aids bulaştırmak istememen korumacı bi davranışta onu kendine aşık edip öyle sap gibi ortada bırakman ne kadar korumacı oldu bilemedim.
herneyse,
ayrıca söylemeden geçemeyeceğim, filmdeki hanım kızımızın böyle tipik liseli ergenler gibi aşkııııım yaa hayatıımmmm ama bitaneeem gibisinden konuşmasıda insana fazlasıyla itici geliyor.
bu kız hayatın sillesini yemiş, olgun bir kız profili çizecekken ergenliğinin tadını çıkaramamış hoppala bi kız profili çizmişler. ki oldukça kötü durmuş bu. çünkü diğer yandanda kızımız her fırsatta özlü sözler etmektende geri durmuyor. nedir bu özlü söz çılgınlığıki? i̇nsan normal hayatında kaç kere vay bee diyebileceği şeyler söylerki. hadi bir kere olmadı iki kere. ama yok bunlar öyle insanlarki her anları hayata dair muhteşem, acıklı, duygulu sözler söylemekle geçiyor. konuşmuyor adeta kitap okuyorlar sanki. ki söylenen sözlerde o kadar bayatladıki, hayat ile başlayan. yaşamak ile başlayan sözler artık anlamsız. kimse sözlere göre yaşamıyor. kimse kimsenin acıklı hikayelerine göre hayatlarına yön vermiyorki. bırakın artık bu özlü söz muhabbetini. rahat etsin insanlar. yapmacıklıktan başka bi şey kazandırmaz bu filmdeki karakterlere.
derken, birde filme biraz yanlış anlaşılma ve ayrılık sebebide eklenmeli tabiiki. diye düşündüm ve düşündüğüm başıma geldi. bir dizi saçma yanlış anlaşılma ve ayrılık. daha inandırıcı bi yanlış anlaşılma olabilirdi. zira izleyen herkes o adamı gördüğü gibi ahanda bu babası demişken. bizim oğlanın onu kızın eski sevgilisi olarak düşünmesi biraz aptalca olmuş.
ve tabiiki tesadüfler. olmazsa olmazdı. olduda zaten.
kızın doktorunu orada görmesi ve o şekilde kızı bulması. kızın doktorunun orada ne işi var. kız adamın onu bulmasını istemiyoduysa doktoru ne boş boğazlıymışta hemen söyledi.
her neyse, ayrıca söylemeyi unuttum filmde kızın sürekli sevişmek yok sevişmek yok! demeside çok yapmacık geldi. prezervatif diye bişey var ama dimi. sevişmeyi kendine yasaklaması filmi izleyen aidsli insanlar üzerinde çok büyük bi etki yaratmış olabilir. tabiiki kötü etki. aids hakkında hiç bi şey bilmeyen biri fazlasıyla yanlış bilgi edindi.
ne tutuyosunuz kendinizi, alın bi prezervatif rahat edin gençler diyesim geldi filmi izlerken.
sevişmek, sevginin göstergesidir, insani bi ihtiyaçtır ve önemlidir.
bundan kendini soyutlayarak aslında tamamen hayattan soyutlamış oluyor. bi yandan hayattan vazgeçmiş diğer yandan hayatla dolu gibi görünmesi ironinin yanı sıra fazlasıyla yapmacık geldi, düşünceli insan tipi çizilmeye çalışılmış belki ama fazlaca duygu sömürüsünden öteye gidememiş bence.
heleki o çıplak karşılıklı oturdukları sahne. aman allahım. ne o öyle.
seni sevmek bilmem ne yapmak gibi, seni sevmek bilmem neyi hissetmek gibi, seni sevmez zart gibi zurt gibi. bu ne ya? ortaokuldayken sevgilimizle böyle diyaloglara giriyoduk biz.
gelgelelim filmin sonuna. kızımız son anlarında bile özlü bir şeyler söyleme çabasında ve gencecik yaşında ölürken sırf yanında sevdiği adam var diyede gayet mutlu ölüyor. ölmek yerine tedavi olma kısmını es geçmesi mutluluğa engel olmuyor. başlı başına saçmalık. tedavi olup yaşayabilmek gibi bi seçenek varken , sırf toplum dışlaması sebebiyle tedaviyi reddetmiş biri hayatı sevmez. hayatı bırakın bi adamı asla sevemez. çok seviyosan tedavi olsaydın kardeşim derler adama.
salt olumsuz eleştiri oldu ama maalesef olumlu eleştirilerim mevcut değil.
olmamış gençler olmamış.
not: toplumsal bi yaraya parmak basmış muhabbeti ne olur yapmayın bu film hakkında. aidsli insanların toplumca dışlanması elbette bir sorun, elbette aşılmalı, elbette anlatılmalı insanlara ama ondan öte bu ülkede travestilerde dışlanıyor, eşcinsellerde dışlanıyor. katbekat fazla, katbekat şiddetle. katbekat ölümcül. bu durumda kalkıp aids için toplumun kanayan yarası demek fazlaca bakış açıdan yoksun geliyor bana. toplumun kanayan yarasna parmak basmak buysa ben daha önce bastığım parmaklarımı çekiyorum.
bir kadının ölümcül hastalığın pençesinde dahi olsa yaşamının olmazsa olmazı tripsel yolculuğundan asla ödün vermeyeceğini gösteren bir film. çıkaracağımız ders özetle şu; yargısız infaz yapmamalıyız üç günlük dünyada. özellikle bir kadın karşı.
--spoiler--
be kadın... nasılsa bu işin sonu yok, kimse kimseye bağlanmasın mantığıyla sabah bi kaçmalar, telefon numarası vermemeler, hayatına dair detaya girmemeler, kısaca gizemin beline vurmak sıradan bir ilişkide dahi karşı tarafın aklını almak, peşinden it gibi koşturmak için en önemli silah zaten. ki karşındaki adam "sevişmek yok" demeni ikiletmemiş bile. ayık kafayla birlikte kaldığınızda dahi sana yanaşmamış. böyle bir adamın sana aşık olacağı kabak gibi ortada. sonu olmayacak bari kaçayım diyerek az yukarıda saydığım hamlelerle iyice herifi kendine bağlıyorsun. tamam seni de anlıyorum, daha doğrusu anlamıyorum, anlamam mümkün değil ruh halini. o haldeyken tutunacak bir şey aradın belki, her ne kadar dirensen de abimizin kollarına bırakıverdin kendini ki kız olsam ben de bırakırım böyle triplere de girmem. neyse... her şey iyi hoş, hastalığını da açıkladın, adam bağrına bastı seni, bırakıp gitmedi. bak böyle bir adamdan söz ediyoruz. sonra seni takip etti, ama haklı ama haksız olarak kendince yorumladı gördüğü manzarayı ve bi çıkarımda bulundu. akabinde içkiye vurdu kendini, berduş misali sahilde birasını yudumlarken geldin buldun adamı. dinledin, sebebini öğrendin sıkıntısının. be kadın... kalmış üç gün ömrün. neyin kafasındasın? neyin tribi bu? söylesene orda... böyleyken böyle de. olay öyle değil şöyle bebeğim, lütfen etme böyle, gel biz sarılalım, eve dönelim, rakı balığa vuralım yine de. bana niye sormuyon sen önce de. neymiş yargısız infazmış bilmemneymiş... ya bırak! e noldu sonuç? abi robinson crusoe oldu evin içinde, akli dengesini yitirmek üzereydi. sen gittin hastane odalarına ne bilim ney oldun. ha abimize yaradı, senaryoya döktü paranın belini kırdı ama sen kalan günlerini boşa harcamış oldun. değer miydi? değmezdi. adam o filmi hayata geçirmese son sahne de yaşanmayacaktı, tek başına ölecektin.
demem o ki ey kadın milleti! çözüm ağzınızdan çıkacak iki kelimeye bağlı olduğunda, gözünüzü seveyim trip atmayın, açıklayın kapansın olay. seviyoruz da psikopata bağlıyoruz. seviyoruz da yargısız infaz yapıyoruz. üç günlük dünya lan. lütfen...
--spoiler--
Saklandıkları yerden aşk için çıkan iki insanın sancılı ve bir o kadar da güzel olan aşklarını konu alan enfes bir filmdir. ayrıca yönetmenin aids konusunda yeteri kadar bilinçli olmayan yurdum insanının dikkatini bu denli (huylandırmadan) güzel çekmiş olması da filmin en güzel mesajıdır.
üzerine bu kadar konuşulduğu için izleme zorunluluğu hissettiğim berbat ötesi film.
duygu sömürüsü yaparak nasıl film çektiğine inanır bir insan anlamam, bunu mahsun yapıyor zaten sen de git başka bir şey yap.
sahnlerinden mükemmel bir fotoğraf sergisi oluşturulabileceğini düşündüğüm film.ancak aytaç ağırlar senaryo kısmında yönetmenlikteki kadar başarılı olamamış. sezai paracıkoğlu nun oyunculuğu ne kadar vasatın üzerinde ise melike güner oyunculuğu da o derece vasatın altında.
kasım da aşk başkadır ile izleyiciye aynı tat ve dokuyu veren, niçin bu denli abartıldığını anlayamadığım filmdir. ayrıca şüphesiz ki charlize theron , melike güner den açık ara farkla daha güzeldir.
filmde klişeden uzak tek replik şöyle; (kız hastanenin bahçesinde elemanın omzuna başını koymuş) "bana hiç bir şey bırakmadılar sevmem için, ben de incir reçelini sevdim, incir reçeli sendin aşkım".