inanç, tıpkı bir tren tarifesi gibi,özünde bir zamanlama meselesidir.Gar duvarındaki dairevi, heybetli, fildişi saat, insan ömrünün çeşitli zamanlarında vurur.Aynı saatlerde kalkar tren.Öğleden önce tek bir sefer vardır, çocuk yaşta bir inancı benimseyenler buna biner.öğleden sonra bir kez daha kalkar tren; ergenlik döneminin huzursuz yolcularını da alıp götürerek.Sonra ta akşama kadar başka bir sefer olmaz.Akşam geldiğinde, insan ömründe ilk derin pişmanlıkların baş gösterdiği, işlenen cürümlerin telafisinin mümkün olmadığının anlaşıldığı, en kavi yuvaların tepetaklak devrildiği, ilk ciddi sağlık sorunlarının belirdiği saatte, üçüncü kez kalkar tren.yolcuları nedense hep son dakikada telaşla biner buna.ve nihayet gece yarısına doğru, kritik ameliyatlardan sonra ya da ölüme ramak kala, peş peşe iki sefer daha vardır.en kalabalık trenler bunlardır.hiçbir istasyonda durmadan, şefaat ekspresiyle dosdoğru tanrıya giderler.akşam yolcularının aksine, gece yolcuları, trenlerini kaçırmamak için, ne olur ne olmaz önceden alırlar gardaki yerlerini.ve vakit gece yarısını vurduğunda, çember tamamlanıp akrep ile yelkovan başlangıç noktasına vardıklarında, garın o hıncahınç kalabalığından geriye tek tük inançsız kalmıştır...
gerekçesi ölüme duyulan ritmik korkudur. hayvanlarda ölüm korkusu tabiatı ile, iman yoktur. öleceklerini; geçmiş ve geleceklerini bilemezler. ancak insan, öleceğini bilir. bu makus sonun ne vakit geleceğinden de münezzehtir. bu muğlaklık, bireyi tir tir titretir. bir kez ölünecektir, ve hayat uzundur. bu uzun hayatın herhangi bir dönümünde "bir kez" gerçekleşeceğinden ölüm, daha da korkutucu bir hal alır. her an tekrarlanmadıgından, belirsiz bir kuşku yaratır. bu muallakta olma durumu iyidir esasında. zira bu belirsiz bekleyiş, insana doğayla mücadele şevkini kazandırmıştır. olmasaydı, düş kırıklığı start alır, evrimsel ve materyalist gelişme baş göstermezdi. işte bu insanı yeniden doğmaya, ölümün bir sondan ziyade; bir başlangıcın emaresi olduğu yalanına sardırıyor. zeka ölümü kaçınılmaz kılıyor, insan zihni bu kaçınılmazlıgı din ile sendeye uğratmaya çabalıyor.
yarı inanç, inançsızlıktan daha kötüdür. eğer tanrı'nın varlığını veya yokluğu arasında kalırsan kendine olan güvenini yitirip boşlukta nefes almaya başlarsın. ya olmadığına inan, yada olduğuna. fakat kesinlikle arada kalma.
bir şeyin varlığına, gerçekliğine, olacağına dair duyulan güven duygusudur. şöyle güzel bir örnekle açıklanabilir:
uzun bir süredir kuraklığın süregeldiği bir köyde, bir grup köylü yağmur duasına çıkmak için yola koyulurlar. ve içlerinden bir tanesinin elinde bir şemsiye vardır. işte inanç böyle bir şeydir.
"Denize koş...kabul ederse acını üşümezsin; yara alacak yeri yoktur çünkü denizin; kalmamıştır..."dedi dün gece ay...bazan kanmalı insan bilerek. Ve bazan insan bilmeden inanmalı...
inancın kaynağını dinsel/mistik öğelerde arayan bireyin sadece tanrıyla ilişkilendirdiği, oysaki çok geniş bir bakışaçısıyla değerlendirilmesi gereken son derece derin kavram.
Dini inançlarımıza sığındığımız kadar hiçbir şeye sığınmıyoruz mesela. Korkudan altımıza ettiğimiz anda hiçbirimiz ateist değiliz mesela. Hepimizin bir Allah'ı var.
Bugün bundan bahsetmeyeceğim ama.
Asıl konu, kendimize olan inancımız. insan isterse en zoru bile başarabiliyor. Bir zamanlar imkansız dediklerimizi başaran insanlar kesinlikle inançlı insanlardı. Kendilerine olan inançları, ''ben bunu yaparım'' a olan güvenleri en fazla olanlardı.
Uğraşmadan, çabalamadan hiçbir şeyin olmayacağını biliyorum. Yani, bir şeyi kendin yapmıyorsan eğer, başka biri senin yerine aslamaz yapmaz. Altına etmeyi bırakana kadar ailenin yaptıkları hariç tabi. Anneler bir tane.
Eğer birini seviyor ve O'na bunu söyleyemiyorsan, hatta hissettiremiyorsan bile, ilahi bir gücün çıkıp O'nu sana ayarlamasını bekliyorsun. Allah meleklerinden birini görevlendirip, kimseyi kimseye ayarlamıyor. Buna eminim. O yüzden kendin bir şeyler yapmalısın. Bunun farkına varıyorsun. Ve o geldiğinde ellerinin titremesini engellemeye çalışman anlamsız. Konuşurken sesin titreyecekse bırak olsun. Bu yaşaman gereken heyecan. Aşkın ne kadar büyükse bunu o kadar fazla yaşarsın. Bu yüzden seviyorsun zaten. Gidip konuşursun. Bu kadar basit. Hayır, bu kadar basit değil. Çünkü ayaklarının, O'nun yanına gitmeye karar verdiğin zaman direnecek gitmemek için. Aklın; '' aslında sen çok çirkinsin. Yani bugün. Belki de yarın iyice süslenip öyle çıkmalısın karşısına. Şimdi değil. Yapma. '' diye çığlıklar atacak. işte tam burada inançların devreye girer. Allah'a değil, kendine olan inançların. '' En güzel benim '' diye kendini kandırmalarından bahsetmiyorum. '' Sonu ne olursa olsun ben bunu yapacağım. '' derken ki inanç benim bahsettiğim. Beyninin seni caydırmaya çalışan en ücra köşelerini bu inanç ile zaptedersen o zaman kazanan sen olacaksın. Haydi git, yap bunu. Kazanan sen olmasan bile inançların olacak.
evet insan üzerinde muazam bir motivasyonu olan . gerçeklikle tabiki yakından uzaktan alakası olmayan davranış. dünyanın her köşesindeki hemen hemen her insan buna en ilkel kabileden en yüksek teknoloji üreten ülkelrde dahil hemen hemen bütünün yaprığı bir motivasyon kaynağı. ve her işte olduğu gibi bu sektöründe en baba yaratıcıları yahudilerdir. bugün dünyada ki hakim inanç olan tek tanrılı dinleri yaratan kişilerdir.
kişinin yaşamı içerisinde öğrendiği değerler, ve öğretilerdir ki, batıl olanı da hep olagelmiştir.
bir dönem uğruna savaşlar yapılan, canlar verilen inançlar zamanla batıl olabilmektedir.