öte yandan belirtmek gerekir ki bu gün ileri teknoloji olarak adlandırılan bir çok sistem pnomatik sistemler, otomasyon sistemleri, elementlerin hassas bileşenleri ve yoğunlukları, otomatik kontrol sistemleri ve daha bir çok sistemin temeli 9-14. yüzyıllarda atılmıştır. yani islamiyetin altın çağı diyebileceğimiz bir dönemde. ayrıca yapılan bir çok araştırma da gösteriyor ki Kur'an da anlatılan bir çok hadise bilim tarafından belki yüzlerce yıl sonra ancak keşfedilebilmiştir.
kısaca örnekleyecek olursak;
kamer olayı diye bilinen Hz. Muhammed'in ayı ikiye bölmesi, bilim tarafından ışığın kırılması olarak 200 yıl sonra açıklanabilmiştir. dolayısı ile o dönemlerde sihr'ün nebi -peygamberlik sihri- olarak adlandırılan bu olay bilimsel bir gerçektir. bu olayın bilimsel bir gerçeklik olması en ateşli ateist tarafından bile inkar edilemez.
ve yine en çok bilinen ayetlerden biri olan ''Rabbil alemiyn'' -alemlerin rabbi- kelimesi tefsirine bakıldığında yalnızca insanların değil yaratılan başka varlıkların, başka alemlerinde olması söz konusudur. ki bir çok rivayette geçen 18000 alem tefsiri az çok herkesçe bilinir. bilimin bu alemlerin varlığını düşünebilmesi bile, 14.yüzyıldan sonraya denk gelmektedir.
Yureful mucrımûne bi sîmâhum fe yuhazu bin nevâsî vel akdâm(akdâmi). Suçlular sîmalarından (huylarının oluşturduğu görünümden) tanınırlar da; alınlarından ve ayaklarından yakalanırlar.
psikoloji bilimi bu ayetin zaten anlattığı şeyi ancak 600 yıl sonra keşfedebilmiş ve suçlu profili çıkarma konusuna eğilmiştir. bu gün dünyanın gelişmiş ülkelerinde uygulanan sistem şöyle işliyor: kimliği hiç bir şekilde tespit edilememiş suçlunun, suçu işleme şeklinden yararlanarak karakter analizi çıkarılıyor, bu analizler ile elde edilmiş bilgilere bir suret kazandırılıyor ve bir robot resim oluşturuluyor! ikinci önemli adım ise suçlunun ayak izi oluyor. ayak izinden, suçlunun vücudunun herhangi bir uzvundaki hasardan tut da, boyuna ve kilosuna kadar bir çok ayrıntı elde edilebiliyor.
verilebilecek daha bir çok örnek var sözlük ama entrylerim çok uzun olmaya başladı. atılmaktan çekiniyorum.
"Andolsun Biz, öğüt alsınlar ve sakınsınlar diye insanlara bu Kur'an'da her turlü örneği verdik" (Zümer -27).
ve daha bir çok ayet gösteriyor ki evren ve tüm sistem, bir düzene göre ve en ince ayrıntısına kadar hesaplanarak yaratılmıştır.
inancın ötesinde, tarafsız, objektif bir gözle bakılacak olursa;
en cahil beynin bile algılayabileceği basitlikte yüce bir gerçek var: Her şeyin yaratıcısı olan Allah, fiziği, matematiği,psikolojiyi ve geriye kalan tüm bilimleri de, tüm yarattıklarından daha iyi biliyor. ve bu bu bilgisinden tüm alemler için hazırladığı kitabında sıkça bahsediyor.
"bilimsel çalışmalarım imanımı arttırdı." sir ghillean prance
birileri sana bir şeyin doğru olduğunu söylediğinde, neden ona şunu sormuyorsun: bu konuda ne tür bir kanıtın var? eğer sana iyi bir yanıt veremezse, umarım bundan sonra söyleyecekleri sözlere inanmadan önce daha dikkatli düşünürsün. Richard dawkins.
biri dawkinsin bu özlü sözüne uyarak onun söylediği hiçbir söze inanmazsa, yeridir sanırım.
oysaki biz de dawkinse şu soruyu sorabiliriz: dini inancın delile dayanmadığı fikrinin delili nedir?
sir ghillean prance açıkça bilimin imanını arttırdığını söylüyor. bu noktada, ilginç bir durumla karşı karşıyayız. bir taraftan natüralist düşünürler bize, bilim dini saf dışı bırakmıştır derken, diğer taraftan inançlı bilim adamları, bilimin Allaha imanlarını arttırdığını söylüyorlar. üstelik inancını dillendirenler arasında önde gelen bilim adamları var. bu ne anlama geliyor? bu şu iki anlama geliyor. ilk olarak bilim ile din arasında husumet olduğunu kabul etmek fazlasıyla basit bir yaklaşımdan başka bir şey değildir. ve ayrıca, bilimle ateizm arasında ve bilimle teizm arasında gerçekte ne tür bir ilişkinin bulunduğunu mevzusu araştırmaya değer bir şeydir.
bilimin geçmişteki zirve isimleri bu konuda fikir birliği içindedirler. Harezmi (780-850) Kindi- "Alkindus" (801-866) farabi, Alpharabius ( 870-950) ibn-i sina Avicenna (980-1037)Galileo (1564-1642), kepler (1571-1630), pascal (1623-1662), boyle (1627-1691), Newton( 1642-1727), faraday (1791-1867), babbage (1791-1871), mendel (1822-1884), pasteur (1822- 1895), Kelvin ( 1824-1907) ve clark maxwell (1831-1879) gibi bilim adamlarının hepsi Allaha inanmaktadırlar. onların Allaha inanmaları, bilim yapmalarına engel olmamaış bilakis bu inanç onların ana ilham kaynakları olmuştur. üstelik onlar imanlarını ifade etmekten utanmıyorlardı.
mesela Galileonun sorgulayan zihnin ardındaki motivasyon kaynağı, onun şu kanatiydi: tanrı insana duygu, akıl/idrak ve zekayı bahşetmiştir öyleyse onları atıl bırakmamalı, kullanarak bilgi edinmeliyiz. bir başkası mesela johannes kepler kendi motivasyonu şöyle izah ediyor: dış dünyadaki bütün araştırmaların ana amacı, tanrının bize matematiksel bir dille vahyetmiş olduğu akli düzeni keşfetmektir. bu aynı zamanda Allahın bize yüklediği bir sorumluluktur. kepler bu keşfini, şu ünlü sözünde özetler: Allahın mütalaası üzerine tefekkür etmek.
mesela ingiliz biyokimyacı Joseph needhamın yazdığına bakılırsa, Cizvitler 18.yy.da Çinlilere batıda devam eden bilimsel devrimi haber verdiklerinde, Çinlilerin göstermiş olduğu tepkinin bundan çok farklı olduğunu görüyoruz. o zamanın Çinlilerine göre kâinatın insan tarafından keşfedilen ya da keşfedilebilen basit kanunlarla yönetiliyor olması son derece aptalca bir fikirdi. basitçe onların kültürü onların kültürü bu tarz kavramları kabule açık değildi. buradaki hassas noktayı takdir etmemek, karışıklığa neden olabilir. biz, genelde dinlerin özelde bütün yönleriyle bilimin hızlı geliştiğini söylemiyoruz. biz, kâinatın varlığı ve düzeninden sorumlu olan bir eşsiz yaratıcı tanrı anlayışının gelişimde önemli rol oynadığını illeri sürüyoruz.
Allaha inan bazı seçkin bilim adamalarının sözlerinden kısa alıntıları paylaşmak isterim.
sir john houghton şöyle diyor: bizim bilimimiz Allahın bilimidir. bütün bilimsel serüvenin sorumlusu odur. evrenin bilimsel tanımında var olan dikkat çekici düzen, tutarlılık, güvenirlilik ve harikulade karmaşıklık hepsi Allahın fiilerindeki düzenin tutarlılığın, güvenirliğin ve karmaşıklığın bir yansımasıdır.
caner taslaman ise; Aristotelesin sandığı gibi Evrenin sabit sınırları olmadığını Evrenin genişleyen-dinamik sınırları olduğunu, 1920'li yıllardan önce tek ifade eden kaynak Kurandır. Evrene dışarıdan bakabilecek bir göze sahip olsaydık, belki de ilk söyleyeceğimiz şeylerden biri Evrenin sürekli genişlediği olurdu. Hz. Muhammedin astrofizikçi olduğunu ve çöle çok donanımlı bir teleskop sakladığını, evrenin genişlediğini bu şekilde bulduğunu veya rastgele bir ifadeyle evrenin genişlediğinin söylenebilecek olduğunu; iddia edebilecek biri olduğunu sanmıyorum! kaynak Caner taslaman
Enbiya Suresinin 30. ayetinde, her şeyin bitişik iken ayrıldığı söylenerek, Big Bang teorisiyle ortaya konan evren modeline işaret edilmektedir. Felsefe ve bilimin en temel ilgi alanlarından biri olan bu konuyla ilgili, Kurandan önceki hiçbir kaynakta, böylesine açık bir açıklamaya rastlanamaz.
ateizmin savunucularından peter atkins, bilimin ortaya çıkış tarihinde dini bir unsurun varlığını kabul ederken, görüşünü şöyle özetliyor; herkese açık yeniden üretilebilen bilginin üzerine inşa edilen bir inanç sistemi olarak bilim , dinden doğmuştur.
neden hiçbir şey değil de bir şeyler var? özelikle evren niçin var? nereden geldi ve eğer gideceği bir yer varsa nereye gidiyor? evren ardında hiçbir şey olmayan nihai gerçekliğin ta kendisi mi, yoksa ötesinde bir hakikat mi saklı? ya da Richard dawkinsin önderliğini yaptığı yeni ateistlerin iddia ettiği gibi muhakemesiz bir takım kuvvetlerin etkisiyle başıboş bir şekilde hareket eden akılsız bir madde ve enerjinin ürünlerinden başka bir şey değil miyiz?
hatta bazıları der ki, tıpkı doğanın temel kuvvetlerinin şiddeti ve gözlemlenebilir uzay-zaman boyutlarının sayısı gibi evrenin sahip olduğu bu belirli temel özelikler, kâinatın başlangıcında işleyen tesadüf etkilerin bir sonucu olduğundan; çok farklı yapılarda başka kâinatlar da elbette ki var olabilirler. neden evrenimiz ebediyen birbirinden ayrışmış çok sayıda paralel evrenler dizisinden biri olmasın ki?
bu durumda insanın nihai bir anlamı olmasını iddia etmek saçma değil midir?
böyle bir çoklu evrende insanın değeri tamamen hiçe inmiş olmaz mı? bu durum karşısında, modern bilimin ilk dönemlerinden söz etmek; mesela Bacon, Galileo, kepler, Newton, ve clark maxwell gibi bilim adamlarının, kâinatın yaratıcı bir tanrının tasarısı olduğuna inandıklarından bahsetmek; entelektüel bir nostaljiden başka bir anlam ifade etmez.
fiziksel evrenin veya tecrübe evrenin bilim tarafından asla aydınlatılamayacak bir karanlık köşesi olduğu ümidine ancak önyargılı, bilgi sahibi olmayan dindarlar kendilerini kaptırılar.
oysa ki bilim şimdiye dek herhangi bir engelle karşılaşmadı ve indirgemeciliğin başarısız olacağı zannın ardındaki tek gerekçe, dindarların zihnindeki korku ile bilim adamlarının karamsarlığıdır.
2006 yılında California la jolla da salk biyolojik bilimler enstitüsünde bir konferansta inancın ötesinde: bilim, din akıl ve yaşam mücadelesi teması tartışıldı. Nobel ödüllü steven weinberg bilim dini ortadan kaldırmalı mı sorusuna gönderme yaparak: dünyanın uzun süren din kâbusundan uyanmaya ihtiyacı var. biz bilim adamları dinin elini zayıflatmak için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız dedi.
yaratıcıya olan inançları sayesinde daha ileri düzeyde bilim yapma gayreti taşımış pek çok bilim adamının varlığı bu iddiaların adilce olmadığının delilidir. bilim öncülerine göre de evrenin bilim tarafından aydınlatılan karanlık köşeleri, tanrının daha iyi bilinmesini sağlamıştır.
ateizmin entelektüel açıdan savunulabilir tek fikir olduğundan nasıl bu kadar eminler? bilim gerçekten onu bu derece de onaylayacak kadar ateizmin dostu mudur?
hiçte değil diyor, bir zaman önce entelektüel ateizmin bayraktarlığını yapmış ve şimdi iman etmiş anthony flew. flew bbcye verdiği röportajında üstün bir aklın varlığının, hayatın menşei ve tabiatın karmaşıklığı ile alakalı getirilebilecek eldeki tek iyi açıklama olduğunu söylemekten de geri durmuyor artık. kaynak aramızda kalsın tanrı var