öyle yorgun olmak ki bir ineği bile yorgun olmak diyerek başlamak isterim bu yazıya. gerçekten öyleyim ben de. hatta o yazıyı yazan insana bu durumu özel mesajla söyledim. "seni anlıyorum" dedim. "senin çektiğin iç çekişleri hissedebiliyorum."
belki bana inandı belki inanmadı. çok önemli değil bu. nasılsa ben bile hiçbir şeye inanmazken/inanamazken ne önemi var ki bunların? hep birileri bir şeylere yetişme telaşındayken bizlerin verdiği mücadele ne? bizler neyin kavgasındayız?
oysa dört kız çocuğum olsun isterdim bir zamanlar. isimleri bile hazırdı. ama şimdi unuttum isimlerini. geriye dönüp baktığımda karanlığı görüyorum. anımsadığım zaman ne mutlu olabileceğim bir an var. ne de bir insan. bir insan bu kadar mı hiçbir şeysiz olur demeyin. inanın öyle. ruhani durumum bu.
üryanlığımı sizlerle paylaşmak da istemiyorum açıkçası. ama yapacak bir şey yok. el mahkum. göt gardiyan.
yine de içerliyorum bazen. ne bileyim ana caddede karşıdan karşıya geçerken bir kız çocuğu babasının elinden mi tutmuş, içim cız ediyor. annem geliyor aklıma. beni okumam için bu şehire 10 yıl önce gönderen annem. babam geliyor aklıma. geçen hafta ameliyat olan babam.
işte bu esnada kör bir bıçağa dönüşüyor zihnim. ben neye sürtersem sürteyim, kesmiyor.
bir zamanlar bağırırdım oysa. yakasına yapışırdım hakkımı yiyenlerin. şimdilerde öyle değil. biliyorum ki ne yaparsam yapayım, bazen asla ve asla değiştiremeyeceğim şeyler oluyor. hatta hiçbir şey değiştirilemiyor.
örneğin bir insan hayal edin. sizin onu değiştirme çabanız, ve o insanın değişmemek için elinden geleni ardına koymaması.
ya da kendinizi düşünün bir kereliğine. neredeydiniz geçen yıl bu zaman? şimdi nerdesiniz? geçen yıl bu zaman hissettiklerinizin kaçı oldu? bu yıl neler hissediyorsunuz?
her şey koca bir yalan belki de. ya da rüya. o kadar önemli değil artık. isimlerden vazgeçtim. yüzleri de unuttum. kimse kimsenin umrunda değil açıkçası. her şeyin içi boş. insanlar; lağım fareleri gibi hepsinin içini boşalttı. elinizi atın her hangi bir kavrama. ve bakın. görün. hangi kavram hala ve hala dolu? yoğun? manalı?
benim mi kalbim pis? ben mi ön yargılı ve art niyetliyim? kim bilebilir?
hissettiğim tek bir şey var; inanacağım hiçbir şey yok. yüzlere baktığımda muhteşem bir boşvermişlik içime işleyen. beni ben eden. başka bir şey değil.
bir zamanlar "her şeyi oluruna bırak" demişti yaşlı bir dostum. geç de olsa onun dediğini uyguluyorum. her şeyi oluruna bırakıyorum. ve bir kereliğine olsa bile dönüp geriye bakmıyorum.
inancın kendisine inanmamakla ilintili, ağır bir durumdur. vahim bir durumdur. bazen de dünyanın en gereksiz, hiç üzerinde durulmayacak, kafa yorulmayacak durumudur.
kısaca tuhaftır. çapraz düşüncelere sevk eder insanı.
uzun surmesi pek muhtemel olmayan durum. icindeyken icinden cikilamayacak gibi gelen, sonunda ya insanin dogasi geregi inanacak bir sey bulmasiyla ya da bulundugu duruma alisip inanmadan yasamasiyla cozumlenecek psikoloji.
bazen birseylere inanmamak bazi daha kotu sonuclari onlemekte iyidir. inancsizlik insani gaddar yapsa da ruhunu korumasini saglar. aslinda inanmamak bir nevi kendini koruma seklidir. yeterince inanc bosa cikmissa inanmaya da gerek yoktur. biraz duz mantik oldu ama isin ozu budur. suslu laflara pek gerek yok aslinda.
inancsizligi yasamak zordur herkese nasip olmaz. bu acidan bakarak tadini cikarmak lazim diye dusunurum ben. biraz insanlar guzel ruhunuzu sahiplenemesin, kapilari kapamak rahatlatir. bunalim gibi gorunse de sizofren olma yolunda ilerlemekten iyidir diye dusunuyorum ben.
insanlarin cogunlugu gibi, yakinda inanacak birsey bulundugunda keske o gunlere donebilseydim diye ozlenilesi tuhaflik.