güzel türkçemizi doğru ve güzel kullanmanın önemini hatırlatmıştır. aristo'ya kadar gitmeye gerek yok. muallim naci ve recaizade mahmut ekrem arasındaki bir tartışmayla daha çok alakalı bir durum. sonunda anlatacağım.
eğer türkçeyi telaffuzuna uygun kullanan biriyseniz imkan kelimesinin aslında düzeltme işareti ile "imkân" şeklinde yazıldığını k harfinin ince söylendiğini bilirsiniz. kandaki k harfi ise kalın söylenir. eski yazıda bunlar iki farklı harfle karşılanırdı. [imkân (kef), kan (kaf) dolayısıyla imkândaki im'i çıkardığımızda kân şeklinde bir şey ortaya çıkar ki benim bildiğim böyle bir kelime yoktur. daha iyi anlamak için gemide filminin kendinden bile meşhur şu repliğinden yardım alalım:
şimdi farkında olmadan buradaki kan ve kâmil kelimelerinde aynı harfle gösterilse bile farklı sesleri kullanıyoruz. kan zaten aynı kan fakat kâmil, kandaki gibi değil imkânsızdaki gibi söyleniyor. dolayısıyla bu küçük ama önemli ses farkı başlıktaki önermeyi çürütüyor.
muallim naci ve racaizade mahmut ekrem'e geri dönecek olursak. tanzimat döneminde ortalığı karıştıran şöyle bir beyit yazılıyor:
zerre-i nurundan iken muktebes
mihr ü mehe etmek işaret abes
eski yazıda muktebes ve abes kelimelerindeki s sesleri aslında farklıdır ve iki farklı harfle yazılır. [muktebes (sin), abes (se) bir de üçüncü s sesi olark sad vardır ki o konumuz haricidir. muallim naci bu beyiti şiddetle eleştiriyor ve yazıda farklı harfler olduğu için ses benzerliği olsa bile abes ve muktebes kelimelerinin kafiye oluşturamayacağını iddia ediyor. recaizade mahmut ekrem ise ses benzerliğinin yazıda olmasa bile söylenişte olduğunu yani muallim naci'nin söylediklerinin tam tersini savunuyor. türk edebiyatı tarihine abes-muktebes tartışması olarak geçen bu hadise servet-i fünun döneminin kapılarını açıyor.
bana kalırsa türkçenin bu küçük detaylarına olan hassasiyet sadece muallim naci ve recaizade mahmut ekrem gibi büyük edip ve şairlerde değil hepimizde olmalı. muallim naci ile bitirelim: