31 Mayıs Cuma günü Şafak operasyonu isimli operasyonla; gezi parkı direnişçilerinin çadırlarını yakma, biber gazı sıkma ve su püskürtme şeklinde ki orantısız güç ile başlayan ve polis vandalizmi olarak hafızalara kazınan, hatta karanlıkta ve tenhada yakaladığı bir eylemci kıza (" ortalıkta karanlık seni burada domaltır..." ) şeklinde ki sözleri ile aile terbiyesinden yoksun olduğunu ortaya koyan, Türk halkının gönlünü kırmış, yaralamış ve artık kolay kolay affedilmesi mümkün olmayacak imamın ordusu mudur?
Yoksa engelli kızın taşınmasına yardım eden, göstericilerin verdiği çiçekleri kabul eden, gazdan etkilenen hamile bir direnişçiye verdiği kendi gaz maskesi ile yardım etmeye çalışan, söylenenlerden anlayıp ama biz de emir kuluyuz kusura bakmayın diyen halkın polisleri midir?
Buyrun bakalım...
Aslına bakarsanız; o kadar kötü yönetilmiş ve herşeye rağmen tırmandırılmaya çalışılan gerilim (Başbakan'ın Tunus'ta yaptığı konuşma) nedeniyle o kadar kötü şeyler yapmış, öfkelerine, emirlere, aldıkları emirler sonucu grup ve sürü psikolojisine yenilmiş (vur dedin mi öldürme moduna gireriz nedense toplum olarak) Türk polisi çok kötü bir sınav vermiştir. Bu nedenle de yaptığı iyi şeyler ne yazık ki devede kulak gibi kalmaktadır.
Devam edeceği muhtemel krizlerde polisin önünde iki yol bulunmaktadır. Ya verilen emirlere rağmen vicdanlı davranarak sadece ve sadece kıran döken, provake eden, kışkırtan ve bu güzel eylemleri gölgelemeye çalışanlara karşı mücadele edecektir. Ya da emir kuluyum bahanesinin arkasına sığınıp imamın ordusu modunda suçlu suçsuz ayırmadan saldırmaya ve Türk halkının vicdanını ve gönlünü yaralamaya (evet fiziksel yaralamalar elbet zamanla geçer ama gönül de açılan yaralar, kırgınlıklar, küskünlükler hele hele güvensizlikler bir tarafınıza da yırtsanız orada öylece kalır.) devam edeceklerdir.
Seçim Türk polisinindir. ilk başta da belirttiğim gibi soru çok basittir. imamın ordusu olmak mı? Yoksa halkın polisi olmak mı?