(bkz: Erich Maria Remarque)'nin " (bkz: garp cephesinde yeni bir şey yok)", "batı cephesinde yeni bir şey yok" adlarını taşıdığı kitaptır. Birinci dünya savaşında alman ordu radyosunda "garp cephesinde yeni bir şey yok" anonsu sıklıkla yankılanıyordu. çünkü askerleri demoralize etmek istemiyorlar gerçekleri saklıyorlardı. ancak savaşın içinde bulunan askerler zamanla gerçekle yüzleştiklerinde, arkadaşları öldüklerinde, yara bere içinde kaldıklarında, yiyeceksiz günler geçirdiklerinde savaşın ne menem olduğunu anlayacaklardı.
20li yaşlardan gençlerin milliyetçi histerilerle ölmeye ve öldürmeye nasıl coşkuyla gittiklerini anlatarak başlıyor roman. savaşı öğretmenlerinin kahramanlık hikayelerine göre kendilerini ispatlayacakları yer olarak gören gençleri görüyoruz başta. ancak çok geçmeden cepheye giden yolda yaralı yüzleri, ölü yığınlarını gördükleri zaman anlamaya başlayacaklardır öyle kolay ve eğlenceli olmadığını..
Kitap Hitler döneminde yakılan kitaplardan birisidir. Bu yüzden de merak edilen bir kitap oluyor. Neydi bu kitabı yakmanın sebebi diye düşünüyorum. elbette ki korkuları.. bir kitap mı korkutacak diyebilirsiniz. haklısınız da bir kitap okuyup geçeceğiniz bir kitap olarak duracaksa korkulacak pek de bir şey yok. ancak deneyimlenecek ve hayatınızla karşılaştırmaya başladığınızda asıl tehlike oradadır. Hele bir de birilerine anlatmaya ve fikirler etrafında birleşmeye başlamışsanız... egemenlerin çarkına çomak sokmaya başlamışsınızdır.
Kitap savaşı, savaşın acımasızlığını, anlamsızlığını net bir şekilde gösteriyor. neden savaşıyoruz'un cevabı niteliğini taşıyor bu kitap. Kitabın bir yerinde askerler kendi aralarında konuşurken içlerinden biri "imparator hayır deseydi harb olur muydu?" diye soruyor.
bence kitabın en vurucu ve en özetleyen kısmı askerlerin kendi içlerinde savaşı sorguladığı kısımdır. o kadar basit sorular ve cevaplar ki öyle bir şey anlatma, kanıtlama gibi bir ruh hali olmadan okuyucuya sunuyor.
bir diğer asker çok da güzel bir cevap veriyor ve diyor ki;
--spoiler--
"bazı adamlar var ki harb onların işine yarar. her büyük imparatorun en azdan bir harb geçirmesi lazım; yoksa adını duyuramaz. aç da bak okul kitaplarına"
--spoiler--
kitapta dikkatimi çeken bir diğer olay ise, olayı anlatan baş karakter olan Paul'un öldürmek zorunda kaldığı ve yanına yığılan "düşmanı" Fransız asker ile konuştuğu kısımdır. Paul burada çok samimidir. savaşın kimin çıkarına olduğunu sorgulatır. burjuvazi bizleri hep farklılaştırmaya çalışsa da -ki buna ihtiyaç duyar, başka türlüsü egemen olmalarının önünde engeldir- Paul'un Fransız'a söyledikleri aslında aynı olduğumuzdur. bu farklılık birey olarak farklılık değil elbette. sahte kimlikler yaratıp düşmanlaştırmaktır. dil, din, ırk olarak bölmektir. asıl mesele sınıfsal kimliğindir.
"arkadaş ben seni öldürmek istemedim. bu çukura bir daha atlayacak olsan, sen de akılsızlık etmediğin takdirde, yapmam böyle bir şey. ama sen benim için önceden sadece bir tasavvur, bir karar uyandıran bir tertiptin; ben bu kombinezonu bıçakladım. Senin, benim gibi bir insan olduğunu ancak şimdi görüyorum. ben senin el bombanı, süngünü, silahlarını düşündüm; karını, yüzünü, ortak taraflarını ben şimdi görüyorum. Affet beni arkadaş, biz bunları daima geç görürüz. ne diye bize boyuna söylemezler, sizin de bizler gibi biçare yaratıklar olduğunuzu, siniz annelerinizin de bizimkiler kadar endişe ettiğini, hepimizin ölüm karşısında hep aynı acıları yaşadığımızı ne diye söylemezler?... Affet beni arkadaş, sen benim nasıl düşmanım olabilirsin? biz bu silahları, bu üniformaları çıkarıp atsak sen benim kardeşim olabilirdin, kat gibi, albert gibi. al ömrümden yirmi seneyi arkadaş, al da kalk! Al daha fazlasını, ben bu ömrü ne yapacağım, artık bilmiyorum çünkü."
--spoiler--
"ben gencim, yirmi yaşındayım; ama hayat namına ümitsizlikten, ölümden, korkudan, bomboş bir sathiliği ıstırap uçurumlarına zincirlemekten başka bir şey bildiğim yok. milletlerin birbirlerine karşı itildiklerini; susarak, cahilce, delice, uysal ve masum, birbirlerini öldürdüklerini görüyorum. dünyanın en zeki kafalarının, silahları ve sözleri, bu işleri daha ustaca yapmak, daha devamlı kılabilmek için icat etmiş olduklarını görüyorum. bunu hurda, karşı tarafta yaşımın bütün insanları, bütün dünya da benimle birlikte görüyor; benim neslim bunu benimle birlikte yaşıyor. günün birinde karşılarına dikilsek de hesap sorsak ne derler babalarımız? bir gün gelir de harb biterse, bizden ne beklerler? yıllar yılı bizim işimiz öldürmek oldu... hayatta ilk mesleğimiz bu oldu. hayat namına bildiğimiz şey ölümden ibaret. bundan sonra artık ne olabilir? bizim halimiz nice olacak?"
--spoiler--
baş kahraman Paul'un söylediği şey de gençliğin durumunu özetler nitelikte. 20'li yaşlarında bir gencin enerjisinin ve dinamizminin sömürülmesinden başka bir şey görmüyoruz. bugün de aynı değil mi? illa cephe görmeye gerek yok. sürekli hayatlarımızı meşgul eden egemenlerin gündemleriyle zehirlendiğimiz, bir çıkışsızlıkta debelendiğimiz bir yaşam değil mi yaşadığımız. ve bir ölüden farkımızın kalmamasına ne demeli..
ayrıca bu kitap bana (bkz: nâzım hikmet)'in (bkz: vatan haini) şiirini hatırlatıyor. şuraya iliştirmezsem olmaz. Nâzım çok da güzel dile getirmiştir vatan'ın yurtseverliğin ne olduğunu..
"Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz,
ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası,
Amerikan donanması, topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Dipnot; Netflix'de 2022 yapımı filmi de çıktı. henüz izleyemedim. izlediğim zaman kitap ile karşılaştırma yaparım.
4 oscar kazanmıs oldukca iyi bir savas filmi. genc ve toy delikanlılar piknige gider gibi cehpeye gider ve orada buyuk bir sok yasarlar savasın acımasız sert yuzu onları karsılar.