ama olamadım. sonradan da hayallerim değişti. olmaktan vazgeçtim. ya da olamıyacağımı anladım. çünkü ben daima annemin yaptığı bir s.ke benzemeyen o aptal kurabiyeleri götürürdüm okula. hani şu içine sevgi katılmış olanlardan. sevginin tadı paranın yanında ekşimiş süt gibiymiş bunu öğrendim o yıllarda.
biraz daha büyüyünce parazit yaşamanın tadını aldım. hiçbir şey götürmeyerek de yaşayabildiğimi anladım. ama hep o muz getiren çocuğa bakıp imremdim. benden daha aptaldı. daha çirkindi. ama ailesi daha zengindi. o çocuğun yanında kendimi kötü hissettirdiği ailemi hiçbir zaman affetmedim.
insanlar eşit doğmaz. eşitlik sadece üstünlere handikap uygulamaktır. insanlık dışıdır.
kendisiyle asla aşık atamadığım çocuktur ki mümkün mü onun elinde kocaman bir muz var senin neyin var en iyi ihtimalle bir portakal yanında börek çörek... bütün ilgi çocukta bütün gözler çaktırmadan muzdadır ama iyi olan bir tarafı varsa bu saçmalığın o da yaşamın ilerleyen yıllarında karşılaşağın zorluklara karşı küçük bir alıştırmadır. zaten ilkokul dediğin alıştırmadan başka bir şey değildir.
üzerinde kocaman mavi etiketiyle chiquita muzl yerli malı haftası kutlayan çocuktur. bakmış ki, yediğinden içtiğine, giydiğinden gezdiğine her şey ve her yer yabancı marka ile dolmuş; türk markalar bile yabancı isim alarak satış yapıyor; "chiquita muz getirsem ne olur ki?" mantığıyla kutlar bu günü.
ha, anamur muzu getirdiyse, kendisinin başımızın üzerinde, anamur muzunun ise tabağımızda yeri vardır. ama genelde böyle olmaz maalesef.
biz kuleli set üstünde otururduk ette pahalı idi herhalde ,annem hep balık yapardı.
palamut-lüfer, uskumru, çinakop . (annem sonradan anlatırdı ekmek fiyatına imiş palamut.) (kalkan balığı bile yemişliğim vardır )
ne bereketli günlermiş.
birde kanlıca iskelesinde harika gümüş çıkardı ,vita yağında kızartırdı annem.
et haftada bir köfte falan,
eti de bugün üsküdar-capitol avm'nin olduğu yere kurulan hayvan pazarından alırdık 70lere kadar,tavuk-ördek falan.