her sabah kalktığında, beyaz yastık kılıfının üstünde, bir iki tanesini görüp suratını ekşittikten sonra "anneaaa" diye bağıranların bildiği, çektiğidir efem.
80 kişilik bir sınıfta, hemen yarısı kırık olan o dar sıralarda üç kişi yanyana otururken, yazı yazmanın eziyet olduğu anlarda ki malum yanındaki yazıyor, dirseği senin omzuna değiyor, sen yazıyorsun senin dirseğin diğer yanındakinin omzunu dürtüyor, hal böyleyken kafalardaki bitlerde ondan sana, senden ona geçiyor...
önce bir ikisi kaşıyor kafayı. sen "bitli bitli" diye dalganı geçiyorsun. söylememe gerek var mı, ertesi hafta saçlar bir numara kazınmış halde sınıfa giren sen oluyorsun. bak kız erkek değişmez bu durum. bizim sınıfta kızlar eteklerinden belli oluyordu misal. sıradan kalkmadığın sürece anlaşılmıyordu cinsiyetin. demem o ki kafalarımız aynıydı erkek çocuklarla. bir numara hadi abarttım olsun olsun 3 numara.
sürekli kaşınan kafa ve bir iki saçı uzun kalmış aklı kısa kızın sana bakıp kikirdemesi ile başlayan ızdırap, eve döndüğünde anneyi elde tarakla gördüğünde daha bir çekilmez hale gelirdi. otururdu koltuğa, beyaz bir bez ya da havlu sererdi kucağına, sen kafayı eğerdin sonra. bahsettiğim saç uzunkenki dönem tabii.
ya da önce sokardı banyoya o ismini hatırlamadığım (araştırsam bulurdum adını, hatırlamak istemediğim) şampuanla yıkar kafayı, bekletirdi bir kaç dakika. ilaçlı kafa kaşınır, yanardı. "yandım anamm" diye bağırdıkça "ölüyorlar" derdi anneler ama kafa yansa da titrerdik küvet içinde çıplak halde beklerken. sonra gene eğerdik kafayı lavaboya. ince ve sık dişli tarakla başlardı anne bastıra bastıra taramaya. baygın olup hareket etmeye mecali olmayan, en fazla lavaboda kendi ekseninde dönen bitleri görünce şaşırırdık sonra. "ooo anne şuna bak ne büyük" gibi şeyler söyleyip incelerdik üstüne. ama itiraf etmek lazım sirkeleri öldürürken anne, çıt çıt sesleri duyup kıkırdadığımız da olmadı değil hani.
itiraf etmem gereken bu ızdırabı keyifli kılan bir diğer şey ise, sınıfta benle dalga geçen uzun saçlı kızlara sırf bu yüzden daha çok sokulmam ve işimi garantiye almak ister gibi kafamda yakalayıp baş ve işaret parmağım arasında tuttuğum biti o kızların kafalarına bıraktığımdır. pişman değilim gene olsam gene yapardım. söylemeye gerek var mı bilmem o günden sonra elini ensesine atıp sarı saçlarını yüzüme yüzüme vuran o kızın da saçları kesilmiş halde sınıfa geldiğini?
-devletlü ve haşmetlü bir babaanne
-kemikten yapılmış dişleri sık bir tarak ki günlük dilde adı"sık tarak"tır.
-bir adet beyaz tülbent
-çabuk bitlenen sıska bir kız
bu unsurlar bir araya geldiğinde küçük kız babaannenin dizinin dibine oturtulup başına gaz sürülür. gazın etkisiyle bitlerin iyice şişmesi için o minnacık kafa beyaz tülbentle hava almasın diye sıkıca sarılır ve yarım saat aşırı yanma ve kaşınmayla bekletilir.
yarım saat sonunda cayır cayır yanan o kafa sık tarakla taranır ve gazın etkisiyle şişmiş bitlerin pıtır pıtır tülbente dökülmesi sağlanır...
babaanne mutlu ve muzafferdir
küçük kız da öyle...çünkü birazdan köye yeni gelen öğretmen akşam yemeğine gelecektir...
bitler ayıklanmış ve yemekler hazırlanmıştır:)
...
büyümeyen çocuklara
ve
büyüyen bitlere ithafen...
bu yazının prospektüsü: yazarken başım kaşındı okurken dikkatli olunmalı!