hafif çatallı, sessiz ve usulca.. fısıltı tadında anlatılması gereken bir hikayenin başrolündeki neo-romantik erkek...
yavaş, yavaş konuşur... fısıltı gibi...
aslında senin bana, benimse sana aşık olduğum bir gerçeklik var. hayat kaygısından uzak, geç uyandığımız, öğlen birbirimize sarılıp evde film izlediğimiz... sonra motora atlayıp şehrin biraz dışında öylece park-bahçe dolaştığımız, kafalarımızı birbirine dayayıp, uzandığımız çimler, sanki sonsuza uzanan masmavi bir gökyüzü... yavaş yavaş hava kararır. aslında karanlık değildir. çünkü biliriz ki karanlık, göremediğimiz aydınlıktır sadece. göremememiz olmadığını göstermez ki?
tercihimizi yaptığımız anda oluşan bir gerçek daha var...
onu hissetmememiz onun olmadığını göstermez ki...
mesela;
elini tutmayı istemek,
elimi, elinin üstüne bırakıvermek, hafifçe, usulca.. biraz korkak..
senin elini çekmediğin bir gerçek var orada...
şimdi yapman gereken, kendi tercihin,
bir gerçek var senin elini çekmediğin..
bana sevgilim dediğin..