küçükken hissettirdi aşkını, doyumsuz bir tatla bağlandı sevdiğine. hayatla ümidi, sanki ona bağlarmışçasına yaşıyordu. çıkagelen farklı tatlara tebessümle yaklaşıyor, sevdiğinin süprizlerine başka bir içtenlikle gülümsüyordu.
çocuk parkının çimlerini aşındırmış mahallenin küçükleri. kaydırakların renkleri kaybolmuş ve atlı karıncanın oturakları kırılmış. mahalledeki neşenin tek kaynağı bu çocuk parkında ilk adımlarını attı poyraz.
henüz 9 yaşındaydı ama mahalle maçlarında büyüklerine taş çıkartıyordu. esnekliği bir yana olabildiğine sağlam ilerliyordu topla her buluşmasında. kendini abilerine farklı hissettiriyor, yaşıtlarını ise farklı kıskandırıyordu. iki duygusal karmaşada umrunda değildi elbette poyrazın. aşkın tek tanımlaması futbol olunca her akan duruyordu onun gözünde.
sessizliği bir yana efendiliği başka hissettirir insana. sanki sahada ki o atılgan, koşan, çırpınan çocuk değil poyraz. bir farklı kişiliğe bürünüyor sahada sanki. kendini olabildiğine kaptırıyor aşkı bildiği tek somut varlığa. o zamanlar hayalle büyür ya çocuklar, işte poyrazında hayaliydi o çubuklu formayı giymek. yatmadan kendini binlerin önünde düşünmek, kale mi top mu seçiminde kaleyi seçmekti hayali. o seçimi de kaleciye bırakmaktı her zaman. "hakeme tek küfür etmeyeceğim söz, yeter ki giyeyim formayı derdi; 9 yaşında ama inandığı allaha tek duasıydı her gece.
yıllar kaybettirmedi onu yeteneğinden. 11 yaşında belediyenin futbol okuluna yazıldı poyraz. babasına verdiği tek şartla; okulunu okumasıyla. derslerinde pek başarılı olamasa da, öğretmenleri pek bi severdi güler yüzlü bu çocuğu. zayıfı olmadan geçiyordu ya derslerini, yeterdi babasına sınıfımı geçtim demesi. işte bu yüzden oynarken, vicdanı rahattı biraz olsun.
belediyespor da başladı ilk formalı mücadelesi. henüz yıldızlara dahi girememişken, ilk farkındalığı yaratması, yüzündeki tüyler terlerken gerçekleşmişti. takımın yarısını ipe dizip kalecinin üstünden yumuşak bir vuruşla tamamlamıştı acemi ritüelini.
kısa zamanda kulüpçe tanınır hale gelmişti küçük yetenek. teknik direktörü ile ilk sohbeti birkaç antreman sonra gerçekleşti;
-5'e gidiyorum hocam, fena değil derslerim, geçiyorum işte.
-annen, baban onlar ne iş yapıyor?
-annem ev hanımı, daha doğrusu dikiş falan yapar bütün gün, evin ihtiyaçlarını karşılar. babam pazarda çalışır. domates biber diye bağırır bütün gün durmadan. bende hafta sonları onun yanına giderim, bağırırım gün boyu, akşamda bir kaç lira verir bana dondurma alırım kendime. severim dondurmayı.
-nerede oturuyorsunuz?
-cebeci de, demirlibahçe. okulu geçtikten sonra laz bakkal amca var ona dersen kernekli nerede oturuyor, gösteriverir hemen bizim evi hocam,gelin bekleriz bize.
hocasında poyraz ın masumiyet belirtilerine verdiği ufak tebessümle,
-çok isterim evladım, inan çok isterim.
belediyespor da yıldızlara girdi poyraz. artık liseye gidiyor, arkadaşları okul takımında vazgeçilmez futbolcu olarak oynatıyordu onu. gelişmişliğin verdiği cesaretle daha bir ağır basıyordu artık adımlarını. babası hala pazarda, ama annesi gözlerinde oluşan tembellikten eskisi gibi faydalı olamıyordu. şükretmeyi, yaradana bir borç bilirdi poyraz. annesine yaşatacağı güzelliklerden şüphe duymadan tadardı, yokluğun getirdiği inanç duygusunu.
antreman esnasında o günü unutamayacağı bir olay yaşadı. yıllarca hayalini kurduğu çubuklu formanın yöneticileri, duyulan övgünün akabinde kendisini izlemeye gelmişti. takımdaki en yakın arkadaşı tarık söylemişti yetkililerin onun için geldiğini. aralarında konuşurken duymuştu tarık, poyrazın bambaşka bir yetenek olduğundan bahsediyordu hocası.
antreman biter bitmez yanında belirdi bir kaç takım elbiseli adam. yeteneğine övgüler yağdırıyor, geleceğe dair parlak bir futbol hayatının olacağının sözünü veriyorlardı.
gözleri yaşarırken, kalbinde atan her vuruşun sesini hissetti benliğinde. binlerin poyraz diye bağırdığı günü hayal ederken ki günleri geldi birden aklına. en istekli futbolunu oynarkenki koştuğu andan daha hızlı koştu evine, bu mutlu haberi annesine verip sevincini beraber yaşama arzusuyla.
17 yaşında poyraz. resmi sözleşme hemen önünde duruyor. kamera yok ama bu kareye sonsuzlaştıracak bir kaç fotoğraf makinesı var karşısında. imzayı atarken çubuklu formaya hala inanamıyordu hayallerinin gerçekleştiğine.
ilk antremanı sıcak bir eylül ayında başladı. televizyondan görüp hayranlığını her defasında yinelediği müthiş sol ayakla aynı sahadaydı. ilk başta as takımla çıkmasa da antremana, hocası söylüyordu çok geçmeden onunda burada olacağını. öylede oldu. lig başladıktan kısa bir süre sonra as takımda ilk 18e girmişti poyraz. o büyülü anı yakalamaya çok az kalmıştı. tribünler onun yeteneğinin çok farkında olmasalar da kısa zamanda kendini gösterebileceğine inanıyordu. maç zamanının gelmesiyle yedek kulübesine oturdu poyraz, gözünü kırpmadan bir taraftar gibi izliyordu olan biteni. bir girebilseydi şu sahaya, bir oynayabilseydi... anons yaparken poyraz diye bağırsaydı ya tribünler, gol sevincini bile şimdiden nasıl yaşayacağını düşünmüştü. küçüklüğünden beri aşık olduğu takımının armasını öpecekti. heyecanını yenmeye çalışması, düşüncelerinde kendini bir profesyonel gibi hissetmesi telkiniyle devam ediyor, bir yandan da gözleri hocasının kalk demesini bekliyordu. işte o an gerçekleşti, dakikanın 60'ı göstermesiyle hocası başını salladı genç yeteneğe. bu işaret poyraz ısınmaya başla anlamına geliyordu. kale arkasına hızla geçen poyraz esneme hareketlerine başlıyor, maçtan gözlerini bir an için ayıramıyordu.
bir şeyi sevmek sevilmekten ötedir. küçükken bu bilince sahip olmak olgunluğun göstergesidir. sevmenin ne demek olduğunu, amacına ulaşırken bir kez daha anlıyordu poyraz. hocası çağırdı, formasını giydi ve yan hakemin yanında kramponlarını göstermesiyle başladı yolculuğu sert esen rüzgarın. oyuna girişiyle takım arkadaşı pasını verdi, daha ilk saniyede topla buluşan genç yetenek sağ kanatta hızla ilerlerken orta açmayı düşündü. çizgiye doğru ilerleyip müthiş sola pasını aktarmasıyla gol sevincini sarılarak yaşamayı hayal etti ansızın. işte orta geliyor dedi içinden,hamlesini yapacakken bir ayak uzandı engellemesi için ortayı. uzanan ayak topa gelmedi. poyraz'ın çığlığıyla inledi bir an stadyum, kramponun kaval kemiğini kırmasıyla.
-yerde çırpınıyor çocuk yardım edin.
sağlık ekiplerinin sahaya girmesiyle sedyeye aldılar poyraz'ı, faulu yapan futbolcu bin pişman. henüz 17 yaşında, hayallerindeki takımda formayı ilk kez giymiş olan genç yeteneğin futbol hayatına ağır bir darbe vurmuştu belki de. çok geçmeden ameliyata girmiş ve doktorundan duyduğu kelimeler, sahada yaşadığı elim kazadan daha çok can yakmıştı. kulaklarını kapamak, gözlerindeki yaşa inanmamak, yüreğinde oluşan ağırlığın tarifini yorumlamak istemedi. içindeki haykırış o anda boğazını düğümledi poyrazın. futbol hayatının son maçına, çubuklu formanın bir kaç saniyesiyle veda etmişti, sevginin bir katresini hayatın anlamı olarak yorumlayan genç yetenek.
mahallesine döndüğünde ise bir zamanlar kahkahalarının her bir nefesi umut olan çocukluğunun bahçesinde, geleceğinin yine bir tebessüm olacağını hatırlayarak yürüdü.