mahkumlukları bir erkeğin kollarında başlayıp, gözyaşlarındaki mantıkla kaybettikleridir. ve bir erkeğin kaybedilen yada kaybeden olduğunu anlamayışındaki isyanındadır. erkek merkezli dünyanın efendiliğine soyunduğunda başlar. uyuyan şeytanı vakitsiz uyandırıp, sorumsuzca kaçtıklarında başlar. sevgiye aç, tek nefisli yaratıkların nefsine mahkum yaşamlarında kaybetmeye mahkumdurlar. ama en önemlisi kendilerini kaybedip bunu gururla karıştırdıklarındadır.
atatürkün hayatını anlatan bi kitapta şöyle yazıor atatürk'ün ağzından: ''aslında fikriye'ye de aşık olmadım ben. kime aşık oldum peki? evet fikriye'nin aşkı hoşuma gitti; teslimiyeti, zarafati. ne ki.. belki de insanın hiç mücadele etmeden kazandığı şeyler bir süre sonra önemini kaybediyor, hafifliyor, can sıkıyor. oysa latife savaşçı, herşeyin bedelini istemesini biliyor, kolay verici değil, kavga etmesini seviyor.. ''
fikriye gibi kadınlardır kaybetmeye mahkum olanlar *, teslim olanlar yani kayıtsız şartsız... oysa ataturk bile olsa bir erkek teslimiyeti değil değişkenliği ve mücadeleyi seviyor genelde, kendisini ne kadar sevdiğinizle değil; onu ne kadar uğraştırdığınızla ilgileniyor.