"allah, ancak ilimleriyle amel edenlere hakiki bilgiyi ihsan eder" rahmetli bilge mimar turgut cansever bir makalesini (islam mimarisi üzerine düşünceler, divan displinlerarası çalışmalar dergisi, 1996/1. http://www.divandergisi.com/ ) bu cümleyle sonlandırıyordu. ç;ok derin manalar ihtiva ediyor bu cümle. i̇lim tek başına insan için bir mana ifade etmiyor. bilginin bir anlam taşıması ancak pratiğe dökülmesi ile mümkün. aksi takdirde bu durum, bilgiyi yüklenmekten onun hamallığını çekmekten öteye geçmez. nitekim kuran bunu, kendilerine kitap yüklenmiş ama bunu taşımayan insanların durumuna benzetir.(cuma suresi, 62/5.) yani ilim var ama amel yok. ciltlerce kitabı yükleyip hakkın vermemek, bunları hakkıyla taşımamak bir haslet değil, çünkü yük taşıyabilen vasıtalar, hayvanlar da bunu yapabilir. o yüzden ayetin devamında bu kişilerin vaziyeti eşeğin durumuna benzetilir. kuranın dili, olayın vahameti ölçüsünde keskinleşir, ağırlaşır. bilgiyi elde edip de uygulamayan kişinin yol açacağı kötülüklerin toplumda ne derece büyük ve derin izler bırakacağı düşünüldüğünde kuranın bu kadar şiddetli bir şekilde uyarmasının hikmeti de biraz daha belirginleşiyor. aynı şekilde bunun tam tersinin, yani istenen durumun, ilim ile amel etmenin, bilginin pratiğe, uygulamaya dönüşmesinin ne kadar önemli ve gerekli olduğu da bu ayetlerden zımnen çıkarılabilecek hükümlerdendir.
her fırsatta tekrarladığım bir hakikati burada yine vurgulamak isterim: islam milletinin kurtuluşu, ideal devlet ve toplum olan asr-ı saadet devrine benzemesi, hasılı arzulanan ve büyük bir iştiyakla sadece biz müslümanların değil, gerek maddi gerek manevi sıkıntılara, işkencelere maruz kalan herkesin, nerden nasıl geleceğini bilememesine rağmen tamamen fıtri olarak, suya hasret kalmış çölde yolunu kaybeden yolcunun suya olan hasretinden daha derin bir özlemle beklediği büyük islam medeniyetinin tarih sahnesine çıkabilmesinin yolu alimden geçer. ancak alimler, bizlerin bu arzu ve iştiyakını karşılayabilecek ve gönüllerimize sular serpebilecek salahiyete sahip kişilerdir. burada ele aldığımız nokta diğer yazılarımızdan farklı olarak alim yetişmesi gerekliliği üzerine değil, bir adım ötesi olan alimin sorumluluğu üzerinedir. neden ilmiyle amel etmeyen bilgi sahibi kişi allahın bu şedid hitabına maruz kalmıştır? çünkü, toplumun lokomotifi olan alimler insanların kalplerini ancak ve ancak davranışları ile fethedebilirler. ilim sahibi olduğu toplum tarafından kabullenilmiş kişilerin davranışları artık bireysellikten çıkmış, moda tabiriyle halka, topluma mal olmuştur. her hareketinin sonucu halk tarafından ilmine, düşüncesine ve fikirlerine hamledilir. yaptığı her kötü şeyde, kendisinden çok bilgisi hedef tahtasına konulur. sanki aldığı ilim kendisine bunu emrediyor düşüncesi yaygındır halk arasında. hemen hemen hiçbir zaman merkep değil sadece merkebin sırtındaki kitap görünür ve o kitap merkebi insan suretine sokan bir örtü bir maske vaziyetini alır. bu sebeple, o kadar kitabın içerisindeki mübarek şeylerin, o kitapları sadece taşıyan ama amel etmeyen kişiden beri, uzak olduğunu insanlara anlatmak çok zordur. çünkü insanların çoğu, o kitapları okumaz veya okusa da anlamaz, zaten böyle bir derdi de yoktur. onun gözünde bilgiyi tahsil eden kişi artık yürüyen bir kitaptır ve onunla yekvücut olmuştur. kuranın kitapların sadece hamallığını yapan insan tasviri ile cehaletin, her kitap okuyanı o kitaba nüfuz etmiş alim bakışı arasındaki derin uçuruma dikkatlerinizi çekerim. işte halkın bu genel karakterinden dolayı, alim kişinin sorumluluğunun ne kadar ağır olduğu ve dolayısıyla yukarıdaki ayetlerdeki sertliğin sebebi daha iyi anlaşılacaktır.