bir insan 30 sene boyunca aynı şeyleri düşünebilir mi? sorusunun cevabı. bilmiyorum, haksızlık mı yapıyorum ama şu iletişim'in çıkardığı modern türkiye'de siyasi düşünce'nin kemalizm cildinde de kendisi için bir yazı yazılmış. orada da benzer şey söyleniyor. çok zaman oldu okuduğum ama mealen 40 sene boyunca çizgisi değişen kendi değildi de konjonktürdü, gibi bir şey söyleniyor. iki tane de kitabını okudum. bahsettiği şeyler hep aynı. hep ama. sürekli okuyan, düşünen, kendini geliştirmeye çabalayan birinin belki bir ay önceki düşünsel dünyası ve bugünü ile arasında bile birçok farklılık görülebilir. hiç olmadı, dünya değişiyor. o değişimden de mi etkilenmiyorsun? yani şöyle bir şey desem, size karikatür gibi gelmez mi? "yav... 30 sene önce de aynı şeyleri düşünüyordum. ne kadar da haklıymışım!" aydınlanmacı bir gazeteci. sürekli voltaire, diderot gibilerden bahseder. bir de darbeci olduğu sıklıkla söylenir. onu yorumsuz olarak veriyorum.
Toprağı bol olsun, bu ülkede değeri bilinemeyen değerli insanlardandı.
Yaşamı boyunca kimsenin yağdanlığı olmamıştı. Duruşlu ve karakterli sayılı gazetecilerdendi.
Yaşlılığının zirvesindeyken iftiralara uğradı, ciddi haksızlıklara maruz kaldı.
85 yaşında bir çınarken, dünyadan biraz fazla buruk bir şekilde ayrıldı. Ölümü yaşlılığa ve doğal sebeplere bağlıdır, altında başka şeyler aramak yersizdir.
Rahmetle..
Karikatürist Turhan Selçuk’un ve Mengü Ertel’in eşi Ülfet Ertel’in kardeşidir.12 Mart Muhtırası’ndan sonra “9 Mart Cuntası” içerisinde yer almak savıyla tutuklandı ve Ziverbey Köşkü’nde işkence gördü.
Muhteşem insan.
Daha 90 ların sonunda fetö yapılanmasının vurgusunu yapan, 2006 da tehlikenin farkında mısınız uyarısını yapan cumhuriyet yazarı.
Toprağın bol olsun.
Çocuklarından ayrılmak, onlardan ayrı yaşamak bir baba için güçtür. Çünkü: Hayat; çocukluk, gençlik, olgunluk, ihtiyarlık gibi parçalara ayrılarak akar ve biter. insanlar bu çağların hepsinde başka başka fikir ve hislere sahip olurlar. Çocukken sevilen, düşünülen şeyler gençlikte bir mana vermez. Bir genç için çok önemli olan şey olgunlukta kıymetini kaybetmiştir. ihtiyar bir adam, oturup da geçen günlerini düşündüğü zaman, evvelce yaşadığı acı, tatlı ve heyecanlı zamanlara hayretle bakar, bütün bunlar için sarf edilmiş emekleri hüsranla sezer. Fakat bütün bunlara rağmen insanların her çağda tek bir ihtiyaçları vardır. Aldanmak ve avunmak.
Sizin yaşlarınız en çok aldanarak avunulan yaştır. Bizim yaşımız ise artık avunulacak ve aldanacak bir şeyin kalmadığı yaştır. Siz hayata başlıyorsunuz. Biz bitiriyoruz.
işte, gidenle gelenin birlikte hayatı demek olan aile, bir ihtiyar için en çok avunulan bir ocaktır. Sizden ayrıldıkça, bu avunmasını kaybeden ve yalnız hakikatlerle karşı karşıya kalan kupkuru bir varlık oluyorum ve onun için size uzak kalmaktan azap duyuyorum.
Bu toprak üstü yaşayışı dediğimiz hayatta nihayet kırk-elli senenin yekünu olan varlığımızın birgün hiçe ineceğini şüphesiz hepimiz biliyoruz. Geçen günler insana bu anın yaklaştığı haberini veren bir çan vazifesini görür. Beraberce yaşadığınız ve toprak üstü yaşayışında ortak hatıralarınız olan insanların birer birer hayattan çekilişi size son saatlerinizin gelmekte olduğunu haber veren bir yelkovan gibidir. Bu itibarla, her yaşlı, kendisinden daha az yaşlı adamdan fazla bu toprak üstü varlığının bitim hüsranını yaşar. Bundan dolayıdır ki, bir genç için kaybedilmiş herhangi arzunun tekrarı mümkündür. Fakat bir yaşlı için her kaybolan huzur ve saadet bir daha tekrarlanmayacak gibi gelir. Bu yüzden de yaşlı bir insan, genç insandan fazla azap duyar.
işte, ben de, sizin cıvıldayan, gülen, koşan, titizleşen varlığınızdan ve heyecan dolu muhitinizden uzakta, yalnız, kupkuru bir ömür yaşarken elbette ki azap duyuyorum. Kendime bu azaplı günlerden bir saadet çıkartmak için bulduğum çare, sizleri bu toprak üstü ömrünüzde daha mesut ve daha şen yaşatacak imkanları hazırlayabilmek. Ben bunu yaparken ya da yaptığımı zannederken hissettiğim ümitle üzüntümü azaltıyorum. Hele bu ümitlerimin hakikat olduğunu görmek, ayrılığın azabının büyük birer sevinç ve saadet vesilesi olmasına sebep olacaktır.
Bu ilk mektubumda, istanbul'da sizinle olan temasımın bende bıraktığı intibaları yazmak istiyorum. Başlamadan evvel, size yazacağım bu şeylerin manasını iyice anlatabilmiş olmak için biraz bilgi vereceğim.
insanların bu toprak üstü yaşayışında daha mesut olmasını isteyen, bilginler ve büyük adamlar bunun için bir çok öğüt vermişlerdir. Bu öğütleri yapabilenler bu toprak üstü yaşayışında mesut ve şen olabilmişlerdir. Bu öğütlerden en mühimi, bundan ikibinüçyüz sene evvel "Kendini bil" diyen Sokrates'in sözüdür. Ciltlerle yazıya dayanak olacak bu kısa sözü ben size bir mektupla ifade edemem. Siz bütün ömrünüzce okuyarak, görerek, dinleyerek hergün biraz daha fazla "Kendini bil" tabiri ile söylenen fikrin manasını anlayacaksınız.
Bugünlük size, anlayacağınız ve benim anlatabileceğim kadarını söyleyeyim.
Kendini bil sözünden siz bugün şu kadarını öğrenin:
Dünyaya gelmekte veya gelmemekte insanın kendisinin ne bir arzusu ve ne de bir iradesi vardır. insan dünyaya ebeveyninin arzuları ile gelmiştir. Şu halde, varlığının esasını başkalarının arzu ve keyfi teşkil etmiştir.
Vatanını, milletini, dilini, dinini, anasını, babasını, kardeşini insan kendisi seçmiş ve ayırt etmiş değildir. Şu halde benimdir diye iddia edip sevdiği şeyler "Senindir ve seveceksin denen" şeylerdir.
Düşündüğü, bildiği ve bundan dolayı ben yapıyorum diye güvenip gurur duyduğu şeyleri, insan kendisi bulmuş, kendisi düşünmüş, kendisi bilmiş değildir. Birilerinden öğrenip görmüştür. Bundan dolayı, bunlar da kendisinin değildir.
insan bizzat cemiyet içinde hayatını kazanmaya başlayacağı günü de kendisi seçmiş değildir. Bu yolu ya büyükleri ya da hayatın zarureti emretmiştir. Bunda da kendisinin bir sıfatı ve hakkı yoktur. insan yaşamalarını arzu ettiği kişilerin birçoklarını birer birer, ya hayatta iken onlardan uzaklaşarak ya da onların hayattan çekilmeleri ile kaybeder ki, bu konuda da vaziyete hakim değildir ve bunlara boynunu bükerek itaat eder.
Nihayet insan bilmediği ve beklemediği bir günde kendi yok olur. Bu yok oluş da, kendisinin arzusu veya iradesi dahilinde değildir.
cumhuriyet gazetesinin 2. sayfasını penceresiyle süsleyen o ender yazarlardan birisin sen. lise 2'den beri düzenli okumaya çalıştığım cumhuriyet gazetesinin ikinci sayfasına geldiğimde o sade ve nokta atışı köşe yazılarını okumaktan mutluluk duyuyordum. ergenekondan gece yarısı evini polisler bastığında, evini arama yaparken onlara çay ikram edecek kadar alçakgönüllüydün. Seni de susturmak istediler, seni de vazgeçirmeye çalıştılar yolunda yürüdüğün çizgiden, sağlık sorunlarına rağmen savaşmayı sürdürdün. Pes etmedin karşında duran hainlerin acımasızlığına karşı.
85 yaşında kocaman bir çınarken hayata gözlerini yumdun, haberi ilk okuduğumda çok üzülmüştüm, çünkü artık hiç kimse senin pencereni dolduramayacaktı o günden sonra, bir yaz günü hayata veda ettin, üzdün, ağlattın hepimizi. Ama üzülmek faydasızdı, uğruna döktüğümüz gözyaşları birer tohum olmalıydı o günden sonra, köşe yazıların senin ölümsüzlüğünü yaşatacaktı.
Yazlıktayken gazete okuyordum bir gün, hava çok sıcaktı ve evin içinin havasızlığından bir süre gazete okumayı bırakıp, koltukların oraya yöneldim, attım kendimi koltuğun üstüne. Dedemin çekmecesi hemen yanımdaydı, * çekmecenin içini bir kurcalayayım dedim, bir de baktım ne göreyim, bir poşet ve içinde kesilmiş gazete küpürleri misali köşe yazıları buldum. "Bunları dedem mi kesmiş bu güne kadar?" diye bir yandan kendime sorarken diğer yandan hevesle poşeti açtım ve içindeki kağıtları masanın üzerine döktüm. Cumhuriyet gazetesinin çeşitli yazarlarının geçmişteki yazdıkları köşe yazılarının en seçmece köşe yazıları karşımda duruyordu. Hemen okumak istedim tabi doğal olarak. ilk elime gelenler: oktay akbal - başbakana baba öğüdü ve ilhan selçuk - milli demokratik devrim idi.
ikisi köşe yazısını da aldım ve evimde che guevera posterinin yanına yapıştırdım. Çünkü köşeyazını harikulade beğenmiştim. O gün bu gündür, evime gelen misafirlere her fırsatta köşe yazını okutuyorum, ölümsüzlüğüne ve sanatçılığına bir katkım olsun diye.
13 eylül 1992 tarihli yazısında haklı bir yargısını dile getirmiştir;
"21inci yüzyıla 8 kala anadoluda kürtçülük de türkçülük de dışlanmalıdır. barış içinde, bir arada, demokratik düzende, kardeşçe yaşamanın bir başka yolu da yok..."
irtica'nın dibi yoktur yazısı ile başbakana üstü kapalı bir şekilde verip veriştirmiştir. tam tabiriyle tayyip erdoğan'a pezevenk demiştir. yazının tamamı: http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=11143
sevmeyeni din düşmanı olarak kendisini göreni çokça vardır, sözlükte de bulunacaktır ancak bu kişilerden ricam bu yazdığım üç kitaptan birini edinmeleridir.
sevmeseler bile yazılarının akıcılığına ve yaptığı betimlemelere hayran kalacaklar ve anlattığı çeşitli konular ile ufukları genişleyecektir.
öldü ama hala bazı şerefsizlerin arkasında akla hayale gelmeyecek iftira ve hakaretlere devam ettiği insandır.
bu mikrop zihinler adam yaşarken ergenekoncu dediler; öldü bu seferde cevap hakkı yok diye türlü pislik yapıyorlar.
dikkat edilirse ölümünden sonra hakkında çıkan haberlerde sevenleri tarafından şöyle anıldı, şöyle uğurlandı denilen kişidir.zira onu halk değil bir kaç seveni dışında uğurlama ya da anma ihtiyacı duyan olmaz. eğri oturup doğru konuşalım o halkın sevdiği bir kişi değil sadece birkaç seveninin sevdiği kişidir.o sevenlerin büyük bir yekünunun ergenekoncu olmasına şaşırmamalı.
Kırk ikindi yağmurları sonrası,
Açan bir güneş gibi içime doğdun,
Benim için bir gökkuşağı oldun,
Umut oldun,
Hayat oldun,
Seni sordum göklere seni sordum yağan yağmura,
Seni seviyor dediler,
Birlikte bir ömür geçir dediler,
Sakın ama sakın yitirme dediler,
Ne kadar güzel söylediler,
Artık benimle en güzel sevgiler.