ışık ve sevgiyle felsefesini biraz açar mısınız?
koşullar ne olursa olsun, sanatımı ve hayatımı hep daha evrensel açılımlarla üst boyutlara taşırken, dünya ters yönde bir akıntıya kapılarak sürükleniyor. yöresel sorunlara ve korkulara hapsolmuş insanların elinde bütün kavramlar deformasyona uğratılıp hiçleniyor. küreselleşme adı verilen yeni emperyalizm dünyada büyük bir paylaşım adaletsizliği içinde maddi manevi bütün değerleri ve kaynakları tüketiyor
geri kalmış ülkelerdeki işbirlikçileri ile postmodern faşizm coğrafyaları oluşturanlar, bu yıkım çılgınlığını ve bir örnek toplum yaratma projesini özgürlük ve demokrasi olarak vitrinliyorlar.
işık ve sevgiyle bütün bu karanlık tablonun diğer tarafındaki aydınlıktır.
sevgisiz ve hoyrat bir dünyayı kabullenmemek uzlaşmamak.
rehavete, korkuya kapılmadan, umudu yitirmeksizin direnmek.
başka türlü bir hayatın gerçekliğine inanmak ve o hayatı yaşamak.
işığa doğru yürümekten öte, ışığı yaratmak
masumiyetin, aşkın, şeffaflığın, yürek büyüsünün tüketilmediği karşı sahil
işık ve sevgiyle böyle de olabilir anlamında bir mantradır.
vazgeçme maliyeti, emek ve donanım gerektiren bir oluşum.
dünyadan kendi uzaylarımıza kanatlandıkça, sonsuzluk notalarının yolculuğunda evrensel zeka ile bir olma hali
anlasana şarkısının 36, yazık oldu yarınlara nın 37. senesi... bunlar gibi unutulmayan ve unutulmayacak pek çok şarkıya imza attınız. hem unutulmayan hem de insanın içini titreten şarkılar yapmayı nasıl başarıyorsunuz?
ruhunuzla yaratırsanız dinleyici sesinizdeki ve üretimlerinizdeki içtenliği algılar.
eserler belirli bir coğrafyanın ve kısıtlı zaman diliminin dışına taşar.
zamansız zamanlara ait olan şarkılar öznel hayatlara göre ilk dinlenilen dönemlerin kokularını taşısa da, algı boyutları ile reaksiyona geçerek her defasında daha başka duygulanımlar ve keşifler sunar.
sır, dönemsel eğilimlere servis vermeden ruhunuzla üretmek ve samimiyet.
ruhlarını yitirmemiş olanlar bu ayrıcalığı anlar.
eskilerin analog müziği artık yerini teknik müziğe bırakıyor. çocukluğunuzdan bu yana türkiyedeki müziğin bu değişimini anlatır mısınız? bu durumu müzikte gelişme olarak değerlendirebilir miyiz? yoksa müzik kalitesindeki bir kayıp mıdır bu?
çağın yaşamına paralel değişimler kaçınılmaz. ancak her değişim ilerleme anlamına gelmiyor. teknoloji çağın getirisidir. ama duygu yıkımından geriye kalanların tortusunda, çaresizliğin anlatım biçemine dönüşüyorsa, söz konusu olan çağdaş bir sanat anlatımı değil sığlığın sergilenişidir. asıl sorun sanatın ana damarı olan aşkın yitirilmesi daha da büyük sorun, sanat üreticilerinin çıkar hesapları ya da çapsızlık nedeniyle, müziğin veya başka bir sanat dalının sanatsal işlevini bırakarak vasatların dünyasına servis vermeleridir.
dinlence-eğlence müziğinin, düşünsel içerikli yapıtlar yerine sanat anlamını içermesi toplumu isteklerine göre dizayn etmek isteyenlerin işine gelmekte. yoz kültür daha aydınlık bir sanat ortamının soluklanmasına fırsat tanımadığından, bazı marjinal deneysel açılımlar dışında, karşılıklı bir alışverişle müzik dünyası ve medya bir kısır döngü içinde tükenmekte.
sanat toplumun aynasıdır. toplum neredeyse, müzik, siyaset, okullar, sınavlar, sokaklar ve çevre oradadır
sadece müzik dünyasının değil, geleceğin dünyasının pusulası evrensel sanat ve sanatçı olacak.
bir röportajınızda dinlere inanmıyorum dediniz. hayranlarınızın bir kısmı başta olmak üzere bu sözünüz oldukça tepki topladı. hatta deist olduğunuz yönünde tartışmalar çıktı. bu durum sizi tedirgin etmedi mi?
ben türkiyenin öteki tarafıyım. tanrının göznuru gönül gözlerine... kendimden ve aydınlık yürekli ışık insanlarımdan başka ne kimselere inancım ne de içinde olmadığım o dünyaya ait birilerinin değişip, birşeyleri değiştirebileceklerine dair umudum var!
sadece islam değil, dünya üzerindeki bütün semavi dinlerin algılanışında ve sergilenişinde, insani menfaatlerle içiçe geçmiş büyük bir aldatmaca sürmektedir.
gezegene huzur, barış, iyi ahlak getirmesi beklenen dinler, ağırlıklı olarak yorumlanış şekilleriyle, dünyaya savaş, ayrılık ve yıkım getiriyorlar. insanın kainatla bağlantısı olan din olgusu, dingin bir sevgi ve iç huzuru ile ilintilidir. dinleri çıkarlarına göre yorumlayan, belirli politikalara alet eden ruhban tayfası, bir nevi komisyoncu gibi insanları hurafelerle, yalanlarla, korkularla aldatıyorlar. din sevgi olmalıdır ve asla korku kavramı ile yanyana gelemez. korkunun egemen olduğu yerde hiçbir inanç yeşeremez güzellikten uzak sağlıksız bir yapı oluşur ki, türkiyenin ve dünyanın yaşadığı kalınlık ve vicdansızlık krizi bundandır. o röportajın bütününde bir nüans var. ama insanlar sadece büyük harfleri görebildiklerinden, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma hastalığı ile yorumlar yapabilirler. inandıklarımın dışında, iyi veya kötü, söylenen sözlerle ilgilenmem. tepki verenlerin hepsinin toplamından daha fazla inanç sahibi olduğumu söyleyebilirim. ama inanç başka bir şeydir din başka bir şey ve dincilik daha başka bir şey! eğer ülkemin başına musallat olan bu korku salıcıların yalan ve düzen tefrikası din ise ben o dine inanmıyorum. bu yorumlanış şekilleri ile dünyaya savaş, ayrılık ve gözyaşı getiren dinlere inanmıyorum. insanların dini algılayış şekillerinden söz ediyorum, bu bana uymaz! dogmaları ancak bilinçsizlik ve cehalet kabullenebilir. boyun eğmek insanın tanrıya olan saygısızlığıdır. sevgi dolu özgür ruhumla kainatın parçasıyım iyilikler yaşamak ve yaşatmak için vicdanımdan başka hesaplaşacağım hiçbir şey yok. cennet ve cehennem vicdanımızdır.
müzik yaşamında bu kadar başarılı bir sanatçı olarak okul hayatınız nasıldı?
haylazdım! defter, kitap taşımaz, forma giymezdim. blucin giyerdim ve saçlarım uzundu okul müdürünün beni gördüğünde kalp ilacı aldığı rivayeti yaygındı! yine de beni severlerdi. olduğum gibiydim. lise birde okurken ünlü oldum. üç yıllık liseyi altı yılda bitirdim. ilkokuldan başlayarak hep aynı! ilkokula başladığım gün anneme; bunlar niye bir örnek giyinmiş diye sormuş ve aylarca siyah önlüğü giymeyi reddetmiştim. öte yandan okulun en romantik çocuğu ilk plağım gibi; bazen neşe bazen keder.
günümüzde popçular aşk diye kısa süreli ilişkiler yaşarken; siz 38 yıldır zirvede olan bir sanatçı olarak hansu hanım ile evliliğinizin 20. yılındasınız. eşinizin ve evililiğinizin size kattıklarını bizimle paylaşabilir misiniz?
çok uzun ve yürek yorucu yolculuklar sonrasında, hansu irem gerçek anlamda bir kainat hediyesidir. aşka dair bütün duygularımı onun için biriktirdiğim hissini taşıyorum. sonsuzluklarda güzelleşip aydınlanmamı anlamlı kılan sıcaklık çocukluğun, deliliğin, bilgeliğin, zamansızlığın gökkuşağından birlikte süzüldüğümüz, isimlendiremediğim bir cennet iki kişilik bir yalnızlıktan yüreklere açıldığımız kainatlar yaratıyoruz.
cumhuriyet gazetesinde ve oda tvde yazılar yazdınız. yazılarınıza devam ediyor musunuz?
cumhuriyet gazetesi ve oda tv gibi doğruları yazabilen son kalan yurtsever yayınlarda, albüm çalışmalarımdan zaman ayırabildiğim dönemlerde yazılarımı sürdürüyorum.
türk milleti, cumhuriyet gazetesi çalışanlarının da isminin sık geçtiği; ergenekon davası ile başlayan bir süreç yaşıyor. en son oda tv baskını gündeme geldi. siz bu durum hakkında ne söylemek istersiniz?
son yaşananların ışığında netlikle söyleyebilirim ki; ergenekon bir dava değil tertiptir. iktidar partisi siyasi tercihini egemen kılmak için laik cumhuriyetin bütün değer ve kurumlarıyla hesaplaşma içindedir. koruma refleksiyle buna karşı çıkmanın darbecilikle ilgisi olmadığı gibi, yaşanan sürecin özgürlükle, demokrasi ile uzaktan yakından hiçbir alakası yoktur. tam tersine son on yıldır bir sivil darbe yaşanmaktadır. elli yıl önce başlayan karşı devrim ülkeyi içinden çıkılmaz bir kaosa sürükledi. ergenekon tertibi, cumhuriyet aydınlığına ve kazanımlarına karşı rövanş peşinde olanlarca, tüm atatürkçü ve yurtsever unsurlara yönelik yürütülen bir cadı avıdır. insanların cahilliği ve fakirliği kullanılarak, hainlikten hayal alemine değin uzanan bir yelpazedeki liberal aydınların da desteğiyle, oy çokluğuyla pekiştirilen bir çoğunluk diktası atatürkün aydınlık ülkesinin bir cemaatin karanlığına kapıldığı görmek acı verici. yine de halktan ve gençlikten umutlu olmayı diliyorum. bugün olmazsa yarın
müzik çalışmalarınızın yanında resimle de ilgilendiniz ve kişisel sergileriniz oldu. resim çalışmalarınızı sürdürüyor musunuz?
uzun zamandır resim yapamadım ve sergi açmadım. pek çok kez yeni boya malzemeleri aldım ancak zaman bulamadım. en son allianoi antik kenti konusunda duyarlık yaratmak amacıyla bir resim hazırlığına giriştim, ben başlayana kadar üzerini acımasızca kumlarla örtüp baraj sularında boğdular! albümü bitirdikten sonra resim çalışmaları yapacağım.
şu an tüm insanlığa seslenebilecek bir röportajı gerçekleştirdiğimizi düşünelim; insanlara hangi mesajı vermek isterdiniz?
şarkılarımla zaten tüm insanlığa sesleniyorum. işık çocuklarımın haricinde, uzun zamandır kör ve sağır olan insanlığa
yeni albüm ve kitap çalışmalarınız ile varsa konserleriniz hakkında bizi bilgilendirir misiniz?
yeni kitaplar ve konserler olacak.
uzun soluklu bir albüm çalışması sürdürüyorum.
albüm ve şarkılar bir süre sonra bizimle birlikte yaşamaya başlıyor.
o bizi uzaylara davet ediyor, biz de onu evimizde ağırlıyoruz
yıllar geçtikçe ayrıntılar çoğalıyor ve son noktayı koyup bitiremiyorum.
çünkü albümden ayrılmak istemiyorum.
"koridor" (1994), "seni seviyorum" (2001) albümleri için sekizer yıl çalıştığımı hatırlıyorum.
diğerlerinin de en az altı-yedi yıl sürdüğünü düşünürsek, bu yeni albümü nispeten daha kısa sürede yayınlayabileceğim.
yaklaşık iki yıldan beri ev-stüdyoda söz müzik ve kurgu çalışmalarını sürdürüyorum.
2012 yaz aylarında asıl stüdyoya geçip, yıl sonunda veya sonraki sene yayınlamayı planlıyorum.
yine konsept bir albüm olacak.
farklı bir müzikal yapı oluştuğuna inanıyorum.
tüm müzikler bana ait...
sözleri hansu irem ile birlikte yazıyoruz.
henüz adı belli olmayan albüm, aşk çağlarına heyecan verici bir yolculuk olacak...
işık ve sevgiyle
___________________________
röportaj: filiz yüksel
yeditepe üniversitesi
güneş çiçekleri
kenarları kızarmış simsiyah bir bulut, ortaçağdan kalma kara yelkenli bir kadırga gibi güneşin önünde duruyordu.
sonra yavaş yavaş parçalandı ve tamamen yok oldu.
akşam güneşi bütün güzellliğiyle denizin üzerine eteklerini serdi yine.
biraz önce zakkumun altında toprağı eşeleyen baştan kara kuşu, şimdi çam ağacının dallarından bana bakıyor
sularda hâlâ gönülsüz dalgalar ürperse de, sabahtan beri esen rüzgar iyice duruldu.
ama kuzeyde bulutlandı uzaklar yağmur geliyor gibi.
arka bahçeden kavakların, ormanın şarkısı duyuluyor
hayat dediğimiz serüven, muhteşem devrialemini sessiz sedasız sürdüren bu değişimler senfonisi...
zaman kendi zamansızlığı içinde bükülüyor, değişiyor.
herşey dönüyor
kainat, dünya, görüntüler, insanlar değişiyor.
sonsuzluktaki yansımaları dönüştükçe, tanrı değişiyor.
değişmek güzelleşmektir
düşünsel anlamda başkalaşarak yücelmek.
yüreğini büyütmek çok uzaklardaki bir canlının acısını, coşkusunu hissedebilecek kadar duyarlı olmak.
dokunaçlarının hassasiyetinden canın yandığında, korkmadan, kaçmadan, kalınlıklara sevgiyle meydan okuyabilmek.
geriye çöken şeytani bir gelecek kurgusunun değişim olarak taçlandırıldığı bu cehennemi çağın dışına taşarak
işığa doğru başkalaşmanın durağanlığında büyüyen güzel yürekler
kötüye dönüşmeyen duruşlarıyla değişime anlam veren güneş çiçekleri.
alemlerin huzurlu akışını bulandıran cücelerle daima kavgalı
ve yeraltı ırmaklarında maviliklerin ruhuyla düşünebilen ikili sarmallar.
tüyleri diken diken eden ve herşeye rağmen tüm hücreleri güçlendiren bir edebi eseri kaleme alan; duyarlı ruh, tüm karanlıklara karşı aydınlık sanatçı. içerik kadar anlatım biçimi de öyle etkili ki gerçekten umudu kazıyor en derinlere.*
--spoiler--
'Kartların yerlerini değiştiriyorlar' dedi.
'Efendim!'
'Gözbağcılar diyorum, el çabukluğuyla kartların yerlerini değiştiriyor.'
'Nasıl?'
Saçları dağınıktı. Bu soğukta bahçedeki bankta yan yana oturuyoruz. Elleri böğründe, öne arkaya sallanmaya başladı. Sayıklar gibi hızlı hızlı söyleniyordu;
'Bul karayı al parayı oyuncuları... Ağızlarındaki sakız, değişim, özgürlük, demokrasi... Görmelisin bunları! Ahali devamlı yanlış kartlara oynuyor.'
'Ne anlatıyorsun?' diyebildim. Ayağa kalktı;
'iç dünyalara ait dini inançları devletin temellerine taşıyıp, düşünceyi, sanatı, bilimi, içeri tıkıyorlar.'
Manzaraya daldım. Nasıl güzel kar yağıyor... Doğa sessizce gelinliğini giyerken alegorik ahkâmların olabildiğince uzağında olmak isterdim... Ama Türkiye'de yaşıyoruz. Biliyoruz, duyuyoruz, görüyoruz... Ve dostumun susmaya hiç niyeti yok. Konuşuyor;
'Karşı Devrim Festivali bu... Yazarlardan, basılmamış kitaplara, orduya kadar hız kesmeden sürüyor.
Melelerle molla düzeni düşlerinden, Cumhuriyet Bayramı ve 19 Mayıs törenlerini iptal etmeye, ilkokul öğrencilerini umreye götürmeye kadar, birbirinden çarpıcı filmler izliyoruz. Daha vizyona girecek pek çok dudak uçuklatıcı senaryo var! Bütün bu karanlık hikayeleri bünyesinde toplayan başyapıt, insanların korku mağaralarına püskürtüldüğü 'ileri Demokrasi' isimli polisiyedir.'
'Bir de, aydınlığını söndürdükçe daha çok yıldızlaşan ekran markaları var...
Tek gözleri hep kapalı olan 'sahibinin sesi' demokratları.
Birkaç tematik kanal ve bağımsız yayınlar dışında ortalık sütliman.
Dördüncü kuvvetten düşen medyanın sanal gündeminde suya sabuna dokunmayan haberler...
Ve çoğunlukla zırcahillere yönelik saçmalıklar...
Bir mekanizmayı harekete geçiren sözde güç, kraldan çok kralcıların karartma gecelerinde güvende...'
Akşam denizi donuk ve sütlimandı... Kuşların dansını seyrederken, dostumun son cümlesine takıldım.
istemsiz olarak ayağa kalkıp konuşmaya başladığımı hatırlıyorum;
'Güven mi dedin?
Acaba öyle mi?
Sahnelenen oyun, özgüvenden çok bir korkunun temsiline benziyor.
Korkunun... Çünkü içindeki küçük atmosferin evrensel çağda bir gülüş soluğundan öte bir şey olmadığını bilmenin ezikliği... Tanrıyı bile kendince yöreselleştirip, bu usdışı dar kalıpları koca bir ülkenin kaderi yapmaya çalışmanın beyhude gayretkeşliği... Ki, içinde birazcık inanç taşıyan birisi, başkalarının yazgısı ile böyle vicdansızca oynamanın en büyük günah olduğunu bilir.
Üzerindeki kasvetli örtüyü atıp, ülkeyi aydınlığa çıkaranlara karşı kötücül bir kinle sürüp giden karanlık av, korkularının hücresinde çağdan saklananların hezeyanlarından başka bir şey değil.
Yazılarından, kitaplarından ötürü hapse atılanlar, asla terk etmeyecekleri sınırsız düşünceleriyle sonsuza kadar özgürdür... Ama onları duvarların arkasına koyarak tutsak ettiklerini sananlar, kendi iç zindanlarında cehennemi yaşar.'
Kar tipiye çevirdi. Yavaşça akşam oluyordu... Dostum taş merdivene oturdu. Verandada gezinip içini dökme sırası bende idi;
''Gerçek sanattan, çağdaş bilimden, sevgiden, akıldan yana olanlar, usdışı saplantılarla uzlaşamaz.
O halde, adı 'muhalefet' olanların, ayaklarında pranga varmışçasına beyaz bayrağı çekip, bu paslı mekanizmanın parçası görünümünde tutuk ve işlevsiz devinmeleri ne kadar anlamsız...'
Dizlerime yaklaşan karda bahçenin kenarındaki taflanların yanına kadar gittim. Komşunun kedisi Romeo bata çıka beni takip ediyordu.
'Bak Romeo!' dedim...
'Göz alıcı renklerle süslenmiş karanlık lunaparktan tarihe trajikomik izler yansıyor...
Çağdaş yaşam korkusunun, sanatla, bilimle, kadınla, evrensel güzelliklerle savaşı dünya sömürgenlerinin sevdiği görüntülerle sürüyor.
Atatürk Türkiye'sinin kanatlarını koparıp tekrar şark cumhuriyetlerinden birine çevirebilirler mi?.. Ki, görgüsüz para metropollerinde ABD'ye secde edenlerin yaşadığı o şeriat ülkelerinin pek çoğu, öteki dünya masallarıyla avunan, bilim adına binyıllardır çöp bile yaratamamış bir coğrafyanın biçareleridir.''
Romeo kocaman gözleriyle yüzüme baktı, karlara gömülerek yan bahçeye doğru koşmaya başladı.
Arkasından bağırıyordum;
''Gördüğüm ülke manzarasında boyası bulunan, hangi makamda kim varsa, hiçbiri benim gönlümdeki ülkenin yöneticisi olamaz. Kendilerine biat edenlerle birlikte yarattıkları korku imparatorluğu ise sadece boyun eğmekten başka gidecek yolu olmayanları bağlar.''
Yokuşta patinaj yapan bir arabanın inlemesi duyuldu.
Verandada kimse yoktu. Dostum üşüyüp içeri girdi herhalde...
Odama yöneldim, kayıt cihazını açtım. Biraz reverb... Güzeeel!
Bir kar bestesi yapmak için gitara uzandığım an kulaklığımda sokak kapısının kapanışı yankılandı.
Merdiven boşluğunda bir şarkı mırıldanarak uzaklaşan ayak sesleri duydum;
''Her şey bitti dediğin anda, bir gül kök salar damarlarında.''
Sonrasızlığı reddedenlerin mantrasını seslendim içerden, duydu mu bilmem;
şarkıları insanı alıp götüren büyük üstad.
en güzel şarkılarından biri de;
havalar nasıl sizin şehirde,
anlat bana güzel kızım
yağmur yağıyor buralara,
durmaksızın, durmaksızın
uludağın yollarında,
marmara kıyılarında
dolaşıyor, seni düşünüyorum,
durmaksızın, durmaksızın
ne zaman geleceksin, buraları görmeye,
bu yağmurları dindirmeye...