"alalım şu dokunma duygusunu; elim, dokundukça vardır benim. o, bir nesneyi ancak öyle kavrayabilir. adaçayını yazıyorum diyelim, onu önüme almakla yetinmem. görmek, yetmez bana. avucuma alıp dokunmaya başlar başlamaz, adaçayının varlığı vurur bana."
Çok uzun bir gündü aşka dönüyordum
Çok uzun, yavrum, çok uzun seni sevmekten
işte diyordum ilk öpüş işte masmavi yarığın
işte yedisi sabahın ve ıslak ağzının
işte eski bir otu kasıklarının ve karnının
işte dilinin getirdikleri işte ormanlarım
işte döşekte çırılçıplak upuzun uyanışın
işte kayaya vuran eski gölgen eski sesin
işte o ağzındaki esmer kuş o yaban ırmak
Kal öyle diyordum böyle anadan doğma iç içe
Kal öyle ilkin orandan öpeceğim diyordum
Aşk ki karadır tek heceli bir sözcüktür
işte tam böyle, sevdalım, tam böyle diyordum.
vaktiyle hakan eren ile yaptığı bir söyleşide, "yazar yaşamınızı anlatır mısınız?" sorusuna verdiği cevap:
"bir ozanın yaşamı, yazmanın içindeki, onun koyduğu yaşamdır, yazıdır yani. ozan, ona yaşam diye bakar. bu yüzden barthes, "yazar yalnızdır." derken, onun evreninin ne olduğunu imler. ben bu dünyaya, bir dünya olarak baktığımı hiç bilmem. bu yalnız her şeyi yazılacak gibi görmememden, yazılmadıkça bu dünyayı yok saymamdan gelmiyor; kendimi bu yeryüzünde başka türlü doğrulayamayacağımdan, başka türlü varolamayacağımdan geliyor. yazmak bir varolma sorunudur benim için. her şeyden önce de bunu kanıtlamak istiyorum. yazma yaşamı bu benim için."
Şiirimizin uç beyi diye boşuna dememiş birisi bir zaman...
SiZ NE GÜZELDiNiZ BENiMLE BiLEMEZSiNiZ
Siz ne güzeldiniz benimle bilemezsiniz
A harfinden bir çarşı güneşi yüzünüzde
Hèlene uyruklu bir rüzgârdınız her şiirde
Benimdi, Ronsard'ın bir ülkesiydi yeriniz.
Şimdi kim bilir istanbul'sunuz değilsiniz
Bir f'diniz Önasya'larda o şey evlerde
Şimdi nasıl bir yalnızlık eser yüzünüzde
Uzun sular olur duymak gibi bir şeydiniz.
Şimdi h, şimdi M sesi ilk nasıl karanlık
ipek gibiydiniz iyisi mi anlatmamalı
Ben yokum ya yoksunuz bakın nasıl artık.
Şimdi bakın nasıl bir yalnızlık vuran benden
Şimdi şiirlerde benim yazdığım sıkıntı
Bayılırsınız bir rüzgâr oynatsam ülkemden. *
"yazmak (bu kanser) benim için tam bir cehennemdir. bunu bir çok kez söyledim. bu, başlangıçtan bu yana değişmedi de. öte yandan, bu yine benim varoluşumun bir kanıtıdır da yazmak eylemi, böyle bir cehennemdir çünkü. kendimi ancak böyle var edebiliyorum. söylemek bile fazla: şairlerin bir hayatı yoktur! hayat diye baktıkları bu kanser, bu cehennemdir. gidip geldikleri, dünya diye baktıkları böyle bir yerdir. bu, hiç değilse, benim için böyle. yinelemekte yarar var: ben dünyaya yazılacak bir yer diye bakıyorum. bundan kendimi alamıyorum, kurtulamıyorum. bu yine hem kurtuluşum, hem batağım. kurtuluşum, çünkü kendimi böyle doğrulayabiliyorum; batağım, çünkü ondan başka bir yer bilmiyorum. şair, büyük sözsel, görsel bir jeoloji olan bu dünyanın kulağı, gözüdür. dünyayla boğuşan adamdır. dili, bu silahı elinde bunun için tutar. dünyayı sınırlamak, sonra da onunla hesaplaşmak için. şiir, sanatların en yoksul akrabasıdır o! sessiz ve yankısız. böyle bir dünyadır, şairin dünya diye baktığı! ya bunun dışında ne mi var? hiçbir şey! peki, niçin mi yazıyorum? kim bilir, belki de, bu dünyayı çok sıkıcı buluyorum, onun için yazıyorum."
Ben uyandım bir aşk demekti bu dünyada
-Sesin, bir gülü bırakmak gibi bir şeydi
Karaydım, kağıt gibiydim yaşamalarda
Adım görseniz her gün o denizlerdeydi
Bin yıl bir M sesiydim aşağı Mısır'da.
Ben vurdum sevilere belli değil miydi
Bin yıl seni açtım işte yalnızlığımda.
Ne zaman aydınlığında adım geçti miydi
Bir aşk demekti bu dünyada.
Bir zamanlar yalnızlık güzeldi Mısır'da
Seninle yepyeni bir göktü gidilirdi
Baktım mı, büyürdü bir zambaktı anımda
Şimdi bir gölgedir uzar ovalarımda
Böyle uyanırdım ya uyanmak değildi
Bir aşk demekti bu dünyada.
"kal böyle aşkım, kal böyle
ve yalnız
bana bak
bakmak aşktır.
'soyundum işte sana yol olsun diye.'
böyle çıplak böyle et ete
bırak gezinsin üstünde soluğum.
saydamdır aşk, o naif şeytan
gözlerin, çıplak memelerin, dudakların
böyle işte böyle gel gir yatağıma.
ve öp sonra da
durmadan bir daha , bir daha öp beni
böyle uzun bir yolculuk ister aşk.
ve çek sonra da, daha bir kendine beni çek ki
bileyim benim olduğunu.
böyle işte böyle kasık kasığa."
hiç unutmam bir gün geç vakit
tam benim geçtiğim zamana rastlamıştı
büyüme saati bir ormanın
şöyle iyice dinlesem sanırım artık
bütün ormanları büyürken duyarım
bir bize mahsus değil
dünyayı vaz geçilmez bulmak
bir serçecik tanırdım ki ben
yüreğini yarıp baksaydınız
bir gökyüzü bulacaktınız eminim
eminim istanbul'dan.
derler ki; ilhan berk hicri takvimi miladi takvime çevirmeyi beceremediği için kendini uzun süre 1916 doğumlu sanmış. 1918 doğumlu olduğunu cemal süreya ortaya çıkarmış.