olaylar, marcello clerici isimli bir konformistin faşist italya'daki toplumsal konumu etrafında gelişmektedir. sadece konformizm olgusu üzerinde durulsa filmi anlatmaya yeter.
clerici gönüllü olarak 'anti-faşistlere baskı yapmak' için casus olmayı istemiştir. yani hükümetle çalışmak, kendini güvende hissetmek, ortama ayak uydurup yaşamını keskin virajlara girmeden sürdürmek... onu sınamak amacında bir görev verilir kendisine. komünist olan eski felsefe profesörünü öldürmesi istenmiştir. ancak korkaklığı hiçbir zaman peşini bırakmamaktadır.
filmin en önemli metaforu, eflatun'un mağara alegorisidir. "bir mağara şeklindeki kocaman bir zindan hayal edin. içinde çocukluklarından beri orada yaşayan insanlar var. hep zincire vurulmuş, mağaranın arka tarafına bakmaya mecburlar. arkalarında, uzaklardan bir ateşin ışığı yansıyor. ateşle mahkumlar arasında alçak bir duvar düşünün. kuklacıların kuklalarını oynattığı küçük sahneye benzer. başka insanlar hayal etmeye çalışıyorum. o küçük duvarın arkasına geçip ahşap ve taş heykeller taşıyorlar. heykeller o duvardan daha yüksek(bu esnada clerici yüksekliği tasvir ederken hitler selamı verdiğini fark eder ve hemen kolunu indirir).eflatun'un zincirlenmiş esirleri. nasıl da benziyorlar bize." nitekim italya'da yaşananlar da böyle bir durumdur. insanlar ateşin yansıttığı gölgeleri görmektedirler. gözlerindeki gerçeklik, asıl gerçeklerin duvara yansıyan gölgerinden başka bir şey değildir. ancak gözler gerçeklerin bulunduğu yöne doğrultulursa köhne düzen değişir. konformizm de yolunu tekrar başka bir şekilde bulur.