ikna çalışmalarının artmaya başlamasıyla birlikte, yeni kuramlar ve kavramlarda ortaya çıkmaya başlamıştır.
1960’lı yıllardan önce ortaya konulan kuramlarda ön plana çıkan bir kavram olarak tutarlılık dikkat çekmeye başlamıştır.
Bu nedenle de bu yıllardan yapılan çalışmalar da bu kavram çerçevesinde şekillenmiş ve tutarlılık kuramları başlığı altında yeni kuramlar ortaya çıkmıştır.
Tutarlılık genel olarak, bireyin düşünce, davranış ve tutumlarında belli bir standart yakalaması ve buna uygun olarak davranmasıdır denilebilir.
Bireyin hangi durumlarda tutarlılık içinde olduğu,
hangi durumlarda bunun bozulduğu ve bozulduktan sonra tekrar tutarlı ya da dengeli bir duruma geçmek için bireyin neler yaptığını anlatan kuramlarıdir.
TUTARLILIK VE TUTARLILIK KURAMLARI
Tutumların nasıl gelişip biçimlendiğini ve nasıl değiştirilebileceğini anlamak için birçok kuram ortaya çıkmıştır.
Öğrenme yaklaşımı kuramında tutumlar, öğrenilen başka her şey gibi alışkanlıklar olarak ele alınmıştır.
Bilişsel tutarlılık üzerine kurulu olan güdüsel kuramlara göre ise birey, tutumları ve tutumlar ile davranışları arasında tutarlı olmak ister.
Birey genel bilişsel yapısına uyan, onunla tutarlı tutumları benimsemeye eğilimlidir.
Beklenti-değer kuramları ise, kazançları en üst düzeye çıkaran tutumların benimseneceğini savunmuştur
(Taylor vd., 2012: 142).
1960’lı yıllardan itibaren en çok araştırmaya yol açan tutum değişimi kuramsal çerçevesi tutarlılıktır.
Bu temel kavramı kullanana çeşitli tutum değişimi kuramları genelde bilişsel kuramlardır, ama güdülenmeyle de bağlantılıdırlar.
Tutarlılık kuramlarının başlıcaları,
Heider’in denge kuramı;
Rosenberg ve Abelson’nun bilişsel dengeleme kuramı;
Festinger’in bilişsel çelişki kuramı;
Osgood ve Tannenbaum’un uygunluk kuramı ve Newcomb’un objektif denge kuramıdır.
Bu kuramlar temelde, insanların istenilen psikolojik durumda olabilmek için, dengeli davranma çabası içinde oldukları yargısına dayanmaktadır
Tutarli olmanın ana noktasını, insanların düşünceleri, duyguları, davranışları ve tutumları arasında bir denge ya da tutarlılık olması gerektiği düşüncesi oluşturmaktadır.
Eğer bireyin düşünceleri, duyguları vb. ile davranışları arasında bir farklılık olmazsa.
bu bireyin tutarlı bir durum içinde bulunduğunu göstermektedir.
Ancak tam tersi bir durum var
ve bireyin duygu, düşünce vb. ile davranışları uyum göstermiyorsa bu da bir tutarsızlık ortaya çıkarmaktadır.
Birey de bu tutarsızlığı ortadan kaldırmak için bir takım etkinlikler yapmaktadır.
Tutarlılık kuramları da genel olarak, tutarlılık durumundan ve bu durumun ortadan kalkması sonucunda oluşan tutarsızlığı ortadan kaldırmak için bireyin yaptıklarından bahsetmektedir.
Kağıtçıbaşı’nın da belirttiği gibi (2010: 161) davranışlarla tutumlar arasında genellikle bir tutarlılık söz konusu olmaktadır.
Tutum ile davranış arasında görülebilen tutarsızlık,
beklenmeyen ve nadir rastlanan bir durum veya dışsal etkenlerle açıklanması gereken bir sorun olarak ele alınmalıdır.
Buna dayanarak uzun yıllar birçok kuramcı ve araştırmacı, insan davranışının temelinde tutarlı olmak gereksiniminin bulunduğunu söylemişlerdir.
Örneğin 20. yüzyılın başlarında sosyolog Sumner göreneklerin tutarlı olma eğilimi gösterdiğini öne sürmüştür.
Bir diğer araştırmacı Lecky, tüm insan düşünce ve davranışını “kendi kendisiyle tutarlı olma” ilkesine dayandıran bir kitap yazmıştır.
Bu söylenenler sosyal psikoloji içinde tutarlılık kavramının yerleşmesine bir başlangıç oluşturmakla birlikte,
tutarlılık kuramlarını esas olarak başlatan Fritz Heider’dir.