Denge kuramlarının boş bıraktığı alanlardan biri de kişinin içinde bulunduğu dengesiz durum ya da çelişki durumunun nasıl ve neden ortaya çıktığıdır. Bu boşluğu da dolduran bilişsel çelişki kuramı olmuştur.
Festinger’in bu kuramına göre insan davranışlarındaki temel kavram “biliştir”. Biliş, bir kişinin kendisiyle, davranışıyla ve çevresiyle ilgili tüm bildiklerine denilmektedir. Burada önemli olan insanın, dış dünya hakkındaki şeyleri algılayabilmesi ve onlar hakkında yargıda bulunabilmesidir. Bir bilişi diğer bir biliş izliyorsa veya tutarlı ise uyum, ters düşüyorsa çelişkinin varlığından söz edilebilir (Şenkesen, 2009; Freedman vd., 2003: 494; Taylor vd., 2007: 142).
Psikolojide yer alan birçok kuramı gibi bilişsel çelişki kuramı da organizmanın içinde bulunduğu bazı varsayımsal durumları ortaya koyarak, mevcut uyaran ve tepki arasındaki ilişkileri gözlemlemiştir. Ortaya çıkan uyum durumlarını ve uyumsuzlukların nasıl giderildiğini hesaplamıştır (Bem, 1967: 184; Chapanis ve Chapanis, 1964: 1).
Festinger tarafından ortaya konulan bu kurama göre, eğer kişinin sahip olduğu bir inanç, bilgi ya da tutum, yine aynı kişinin sahip olduğu bir başka inanç, bilgi ya da tutumun tersini gerektirirse, bu iki inanç bilgi ya da tutum arasında bilişsel çelişki oluşur. Birey, belli bir şeye inanıyorsa ve inandığına ters düşen davranış içinde ise, bu uyumsuzluğu azaltmak isteyecek ya da artmasını önlemeye çalışacaktır. Bu uyuşumsuzluk ya da tutarsızlık, “çelişki” olarak nitelendirilir. Bu nedenle, insanın temel eğilimi bilişsel tutarlılığı olabildiğince sağlamak ve korumak yönünde olacaktır (Akerlof ve Dickens, 1982; Erdoğmuş, 1999: 54; Demirbolat, 2011; Kağıtçıbaşı, 2010; Bilgin, 2011: 136; Bem, 1967: 183; Cooper ve Carlsmith, 2001; Shiller, 1998; Dickerson vd., 1992: 842; Joule ve Beauvois, 1997; Aronson, 1969; Chatzisarantis vd., 2008; Wakslak, 2012; Fontanari vd., 2012; Goldsmith vd. 2004; McGregor, 2013; Redondo ve Charron 2013; Higgins 1987: 319; inceoğlu, 2010: 50).
Travers’ın da vurguladığı gibi (1982’den akt. Köklü, 1995: 85), bilişsel çelişki kuramının en önemli odak noktası inanç ya da tutumlarla açık davranışlar arasında bir tutarsızlığın bulunmasıdır. Festinger karar verme durumunda tercih edilen seçeneğin olumlu, reddedilen seçeneğin ise olumsuz yönlere sahip olabileceğini öne sürer. Bir kişi iki seçenekten birine karar verdiğinde, tercih edilen seçeneğin olumlu yönleriyle reddedilen seçeneğin olumsuz yönleri kararla tutarlıdır. Yani, seçeneklere ilişkin tutumlar karar verme açık davranışıyla tutarlıdır, çelişkisizdir (Freedman vd. 2003: 355). Köklü’ye göre (1995: 86) burada da bir çelişki ortaya çıkmaktadır. Tercih edilen seçeneğin bazı kötü özellikleri, reddedilenin ise bazı iyi özellikleri olabilir. Bunlarda kararla çelişen bilişleri temsil etmektedir. Böylece, tutumlara ters düşen davranışlarda bulunma, bilişsel çelişkiyle sonuçlanmaktadır.
Tutarlılık kuramcılarına göre bilişsel öğelerin çelişkisi, insanların kaçındığı, istemediği bir durumdur. Bu nedenle insanlar genel olarak bilişsel tutarlılığı mümkün olduğunca korumak ister. A ve B gibi iki öğe birbiriyle uyuşmuyorsa bunları tutma taraftarı olmaz. Bu nedenle çelişkiyi yaratan negatif durumu reddetme, görmezden gelme, ya da kendi fikirlerini destekleyen bilgi ve fikirlere tutunma eğilimindedirler. Tutarsızlık, bilişsel öğelerin birinde veya diğerinde değişimi güdüleyen bir nitelik taşır. Kurama göre bilişsel çelişki durumları kişiye sıkıntı vermektedir. Kişi de bu durumdan kurtulmak için bir güdülenme oluşacaktır. Bu güdülenmeyle de eğer karşıt iki durumla karşı karşıyaysa ve bu karşıt durumlar arasında seçme zorunluluğu varsa en iyisini değil, kendisiyle en uyumlusunu seçerler. Bu açıdan bireyler faydacı bir anlayış güderler (Bilgin, 2011; Kağıtçıbaşı, 2010: 170; Prast, 2004: 11-17; Shiller, 1998; Kim, 2011: 102).
Bilişsel çelişki bireyin, nelerin birbiri ile uyumlu olduğuna ilişkin geçmiş yaşam deneyimleri ya da kültürel kurallar ve değerlerinin bir sonucu olabilir. Bu kuramın temel dayanakları şunlardır: Psikolojik olarak gerilim yaratan olgu ve bilgi konusunda birey çelişkiyi azaltmaya ve uyum sağlamaya, çelişkiyi arttırma olasılığı olan durum ve bilgilerden kaçınmaya yönelecektir. Çelişkinin (ya da uyumun) büyüklüğü, unsurların yaşamsal önemi ya da değeri arttıkça çoğalacaktır. Çelişkiyi azaltma baskısının gücü, çelişki büyüklüğünün bir sonucudur. Ortaya çıkan çelişkinin büyüklüğü şu kavramsal değişkenlere bağlıdır (Kağıtçıbaşı, 2010: 171; Bilgin, 2011; inceoğlu, 2010: 61; Freedman vd., 2003: 496; Cooper, 2007: 9):
Birinci değişken, her bir çelişkili zihinsel unsurun birey için ifade ettiği önemdir. Eğer bireyin sahip olduğu kanı kendisi için hiç önemli değilse, bu kanıya ters düşen bir davranış çok az bir çelişki yaratacaktır.
ikinci değişken çelişki miktarıdır. Bu, belli bir anda var olan çelişkili ve çelişkisiz bilgilerin sayısının bir sonucudur. Festinger herhangi bir durumda kişinin tecrübe ettiği bilişsel çelişkiyi, söz konusu çelişen bilgilerin sayısının ve öneminin uyuşan bilgilerin sayısına ve önemine oranı olarak ele almaktadır.
Çelişki=(önem x çelişen bilgilerin sayısı)/(önem x uyuşan bilgilerin sayısı) şeklinde formülleştirilen bu kavrama göre, çelişen bilgiler arttıkça bilişsel çelişki de artacaktır.
Bilişsel çelişkiyi azaltmak için uyuşan bilgilerin sayısını yani paydayı arttırmak gerekmektedir.