birbirine çok yakın iki yabancıydık biz, ortak acılarımız "bir" yaptı sandık, inandık, ayrıntılarında boğulmadan yabancılığımızın, sorgulamadık, yargılamadık...
Sadece "biz"dik, sadece "bir"..Ya da ben öyle sanıyordum...
Mutluluklarımız gülüşlerimizde saklıydı, sadece ikimizin bilebileceği dudak kıvrımlarında.. "Gülüşlerin var senin, bir sürü.. Mutluyken huzur dolu bir ifadeyle yüzünü kaplıyor gülüşün, ışıldayan bir çift pırlanta eşliğinde. Kızınca bana, acı acı gülümsüyorsun, kırılgan bir çocuk gibi dudaklarını sarkıtarak değişik bir biçimde gülümseyişe çeviriyorsun her duyguyu... Yüzlerce gülüşün var senin, her birine ayrı ayrı aşık olduğum.. iyi ki hayatımdasın.. iyi ki..." derken gözlerindeki ifadeydi, sözlerindeki içtenlikti o zamanlarki "biz"in sırrı, zamanla yerini başka şeylere bırakan...
Her şeydik biz, öğrendiğimiz her yeni bilgi, okuduğumuz her kitap, dinlediğimiz her müzik, ıslık eşliğinde çaldığımız her melodi.. Zamanla "her şey", "hiçbir şey" oldu evrimini tamamlayarak. "biz" kaybolduk, "sen" vardın, "ben" vardım, yarımdık.. Oyunlar oynamadan son verdik artık huzursuzlukla dolu, sıkışıp kalmış bakışlara son vererek, iki yabancı olarak...
artık acılarımız başka, mutluluklarımız.. benim mutluluklarım senin acıların olmuş farkına varmadan.. bense senin mutluluklarına tepkisizim, sevinmeye çalışıyorum küçük çocuklar gibi, beceremiyorum. yanında olmadığım, senin olmadığım sürece anlam ifade etmiyordu ayrı mutluluklar.
sitenin kapıcısı, sana aşık olan o küçük kız, senin eski hikayelerin.. acıtmıyor canımı hiç biri, evliliğin eşiğinden döndüğünü söylediğinde de acımadı.. benden sonra elbette hayatına devam edecektin, böyle olmalıydı.. eski kız arkadaşına dönmen, onun resimlerini bana yollaman da hiç canımı acıtmadı. görüyorum ki benim sevdiğim sen anılarda kalan sadece, karşımdaki yabancı değil. sen yabancısın, anılardaki ise benim eksik yanım, yalancı mutluluğum.. aslında sen yabancısın, o senden de yabancı... ve ben ikinizden de yabancı...
yoktur üstüne senin güzeli çirkin yapmakta
suçuysa dünyaya atmakta
neyin bildin ki değerini
benimkini bileceksin bunu da tabii mahvedeceksin
iki yabancı..birlikte ama yalnız iki yabancıyız......şeklinde iç burkan sözlere sahip bir teoman şebnem ferah düetidir.dinlenmesi caizdir.
ajda pekkan'ın, 1968 tarihinde çıkan, dünya dönüyor 45'liğinde yer alan, strangers in the night'a fecri ebcioğlu'nun türkçe sözler yazarak ortaya çıkan şarkıdır.
sözleri:
gece karanlık,eller birleşmiş
gece karanlık, kalpler sözleşmiş
iki yabancı tanışmışlar böyle
yıldızlar şahit olmuş bu aşka
mehtap demiş ki, gece aşk başka
yabancılara yapmış bir de şaka
kaybolmuş mehtap,
dalmış gitmiş buluta
karanlıklarda,
aşıklar hep yanyana
neden geceyi hep seçiyorlar?
yabancılar karanlıkta elele sevişiyorlar
iki yabancı, gözler birleşmiş
iki yabancı, kalpler sözleşmiş
iki yabancı, gölgelere sinmiş
kaybolmuş mehtap,
dalmış gitmiş buluta
karanlıklarda,
aşıklar hep yanyana
neden geceyi hep seçiyorlar?
yabancılar karanlıkta elele sevişiyorlar
aşkın gözü kör, ya geceninki?
saklanıyorlar, görürler belki
çünkü geceler günahlarla gizli
kaybolmuş mehtap,
dalmış gitmiş buluta
karanlıklarda,
aşıklar hep yanyana
neden geceyi hep seçiyorlar?
yabancılar karanlıkta elele sevişiyorlar
bir kural gibi..
bir zamanlar her şeyisindir onun.. sonra.. pat! rüya bitti.. hiçbir şeyimsin artık der.. sen kahrolursun.. -mış gibi yaparak kurtulduğunu sanarsın..
olmuyor ama.. sorgularsın..
neden dersin.. böyle olmak zorunda mıydı?
böyle olmak zorunda..
bitince birşeyler, iki yabancı olmak kural gibi.. sanki baktıkça onun suratına, anılar canlanacaktır.. korkarsın.. alışırsın sonra yokluğuna..
bu şarkı o şarkı değil, teoman'ın haberi yok bundan!
*****
derince çekilip, uzunca üflenmiş bir sigara dumanı arasında göz göze geldiler...
ne adam, ne de kadın çekti bakışlarını. 'kim önce vazgeçecek' yarışından ziyade, karşılıklı özlenilmiş bir hissin kaçak paylaşımıydı, farkına varmadan daldıkları bu kısa an.
kadının masasına karanlıktan uzanan bir el, bu dalgın bakışmayı mavi bir bardakla dağıttı. *
bu, kadının ilk içkisiydi, adamsa üçüncü votka bardağından son yudumu almak üzereydi ve ne tuhaftır ki, halen sarhoş olmamıştı. deminki kaçak bakışma sonrası ister istemez birbirlerini düşünmeye başladıkları için, kadının masasından ayrılan garsonun hemen ardından, karşı konulmaz bir merakla, yine aynı anda, aynı noktada çarpıştı bakışları.
yine çeken olmadı gözlerini, tam tersi daha da uzadı, daha da derinleşti bu bakışma. kadının; belli belirsiz bir tebessümle parlayan yüzü çok temiz ve güzeldi. kırmızı ojeli uzun tırnaklarından başlayan ince parmakları, mavi bardağın içine uzanan pipete nazikçe dolanmış halde, içkisinin üzerindeki çilek parçacıklarıyla çekici bir uyum içindeydi. kocaman siyah gözleri tam tersi bir beyazlıkla parlıyor, omuzlarından dökülen düz saçları, ince uzun boynunun bittiği yerde kıvrılırken, kırmızısı daha hafif dudakları çok emin bir senkronla, çalan şarkıya eşlik ediyordu;
so i won't hesitate no more
no more it cannot wait i'm sure
theres no need to complicate
our time is short
this is our fate, i'm yours...
tütün kokan parmaklarını çirkin yüzündeki kirli sakallarında dolaştıran adam; ilk kez duyduğu ve sözlerinin anlamını bilmediği bu şarkıyı, -muhtemelen- o anın sihirli büyüsüne kapılıp sevmiş ve bir daha unutamayacağı şekilde hafızasına kazımıştı bile. hemen hemen her kadının hoşuna gidecek kadar düzgün ve dolgun dudakları bariz bir tebessüme doğru kayarken, birdenbire hatırlamış gibi; dirsekleri üzerinde önce öne, sonra arkaya doğru usul bir hamleyle, başından beri eğri olan duruşunu dikleştirdi.
emin gözlerle karşılıklı bir şekilde devam eden bu uzun bakışmayı, bu kez adamın masasına bir içki koymak suretiyle, yine bozdu garson.
ikidir gelip bu güzel anı farkına varmadan bozan garsona bozulan adamın çocuksu tavır ve tepkisi hoşuna gitmiş olacak ki, elinde olmadan kaçırdığı bir gülücükle karşılık verdi kadın. kaçak gülücüğü, yan gözle, daha sönmeden yakalayan adam, zaten doğuştan sahibi olduğu öz güvene daha bir güvenerek, kaldırdı dördüncü bardağını kadına, ve dudaklarını en uzak masadan bile okunabilecek kadar net bir şekilde kımıldattı; -şerefe...
tüm bunlar olup bittikten yaklaşık bir saat sonra; yani garson, adamın altıncı, kadının dördüncü bardağını taşırken, adamın masası boşalmış, kadının masasındansa keyifli kahkahalar yükseliyordu.
başından beri hiçbir tereddütün, hiçbir tedirginliğin yaşanmadığı bu yumuşak gece, aslında; adamın üflediği o derin sigara dumanının ortasında çarpışan bakışlardan çok daha önceye uzanıyordu.
bu keyifli ikili, ortak bir arkadaşlarının sahne gösterisini izledikten sonra, birbirlerinden habersiz bir şekilde gelmişlerdi bu bara. kesişen bakışların anlamsız uzamasıysa, o gösteriden önce alelacele tanıştırılmış ve akabinde aynı hızla birbirlerinin yüzünü unutayazmış olmalarından kaynaklanıyordu.
yaklaşık bir saat süren sohbetleri esnasında her şeyi netleştirip, olan bitene yeniden bir anlam verdiler. ve bu güzel rastlantının tadını hiç bozmadan devam ettiler adım adım yakınlaşmaya.
bardaki sohbetin sonunda -belki- alkolün de etkisiyle iki eski dost gibiydiler. birbirini çok seven, çok iyi tanıyan iki eski dost. aslında böyle olmasını ikisi de istedi ama alkolün etkisini her daim hazır bir bahane olarak beklettiler.
adamın başı gittikçe daha çok dönüyor, kadının keyfi gittikçe artıyordu. bar çıkışı bindikleri bir takside başlayan 'karşılıklı hayat hikayesi aktarımı' adamın evindeki loş salonda devam etti. ne kadın sordu neden orda olduklarını, ne de adam bir açıklama gereği hissetti. oradaydılar işte, ve her ikisi de memnundu gecenin renginden.
çocukluk anılarından, unutulmaz sakarlıklarından, büyük kavgalarından, hayatın en zor ve güzel günlerinden, ağlamalarından, gülmelerinden, ilk aşklarından ve son sevgililerinden konuştular. ve sonra, aldanmışlıklarını, tinsel bir birleşmeye en hızlı götürecek ortak nokta olarak belirleyip, bunun üzerinde uzunca bir süre durdular. bir müddet karşılıklı sustular. sonra aynı anda iki ayrı cümleye başlayıp, karşılıklı tebessümlerle sözü birbirlerine verdiler. onlar; bir kadının çok kırdığı bir adam, ve bir adamın çok üzdüğü bir kadın olarak, aynı deltaya usulca sürüklenen, iki ayrı nehir gibiydiler...
dalgın bakışlarını, kırıklarını anlatan adamın yüzüne odaklayıp; 'sesin çok güzel, dinlendirici, huzur verici..' diyerek, denize ilk ulaşan, kadın oldu.
bu teveccühün hemen akabinde, çocuksu bir sakarlıkla beraber, doğaçlama sıraladığı komplimanlarla kadına eşlik etti adam.
ve titreyen dudakların birbirine ilk teması, denizden öte, bir okyanusa varmanın, iki ayrı parçadan, yek bir bütün olmanın ilk adımıydı...
alelacele çıkarılan elbiseler, heyecanlı bedenleri çırılçıplak bırakıp, loş salona gelişi güzel savruldular. az evvel doldurulmuş kahveler, farklı kupalarda yarım yarım soğurken, birbirini sımsıkı kavramış iki kırgın yalnız, gittikçe hızlanıp ısındılar.
birkaç dakika sonrası, birbirlerinden ayrılmaksızın! salondan ayrılıp, adamın geniş ve soğuk yatağına serildiler. odanın köşesindeki gece lambasının titrek hüzmesinde, iki çıplak bedenden müteşekkil, tam dört kişiydiler...
ve sonra;
kadının tırnakları, adamın sırtına saplanmış; muhtemelen o gece başka bir kadının içinde olan bir adamın yüzünü çizip yok ederken, adamın hızlı nefesleri, kadının beyaz boynuna çarpıp; muhtemelen o gece bir yabancının kollarında inliyor olan bir kadının, beyninin buğusundaki ismini, yavaş yavaş siliyordu. (bu ikisi gittikçe artıyor, diğer ikisi gittikçe eksiliyordu...)
gece karşılıklı hırs ve arzuyla, birikmiş tutku ve umutla, müthiş bir haz ve huzurla derinleşirken, iki yabancı çırılçıplak tanışır ve farklı iki nehir, bir okyanusa dönüşürken, bu hikayenin anlatıcısı, hiç ses etmeden çıkıp odadan, kapıyı usulca kapattı...