ramazanın son 10 gününe doğru hızla artan davetler. o kadar fazla olmaya başlar ki bu davetler, çakışanlardan eleme yapmak zorunda kaldığınız zamanlar bile olur. genelde güzel geçen bu davetlerin istisnası da vardır: adamı gittiğine gideceğene pişman eden davetler
istanbul'un en güzel yerlerinden birinde, 5 yıldızlı bir otel'de bir iftar yemeği verilir. uvjb de davetlidir bu yemeğe. mekanın uzaklığından başta biraz naz yapılsa da sonunda kabul edilir bu davet. adamı pişman eden davetler listesinin başına oturacak bu davet macerası da böylelikle başlamış olur. öncelikle gidilecek yer için tahsis edilen arabalar tam olarak dolar. ayakta gitmek zorunda kalan tek allahın kulu uvjb'dir. naçar dolmuşa, otobüse doğru yelken açılır. işin kötüsü bu arada yol arkadaşınız tarafından satılmanız da mevzubahis. ona da hak veriyorum: "o da benimle gelse ve bir kişilik yer boş kalsa daha mı iyi olurdu?". tabii ki kötü olurdu. evet evet. beni orda satmadın sen. sadece biraz pragmatist davrandın dostum(!). ben de seni affettim zaten. başta yenilen bu iki darbeden sonra yemek mahalline gelinir ve 5 dakikalık mesafede (sonradan keşfettim) ters istikamet taksiye binilerek gidilir...
bitti mi bitmedi. mekan ve dış görünüş olarak süper olan bu iftarın menüsü sıradan bir iftar çadırındakinden fenadır. bayat salatalar, sağına soluna kıl kaçmış tabaklar, tarihi geçmiş tereyağlar, kirli tabaklar, çatallar. masaya ayda yılda bir gelen garsonun çorba tabaklarını ubjb'nin yanı başında şangır şungur yere düşürmesi. uvjb'den özür üstüne özür dilemeler. tüm milletin bok varmış gibi bakması...
toplam 5 (beş) kaşıklık çorbadan sonra gelecek asıl yemeğin tam yarım saat sonra gelmesi. çağırılan garsonun sizi hiç umursamaması. birbirine aç gözlerle bakan gariban davetliler.. tam uvjb'ye sıra geldiğinde yemeğin bitmesi. onun için özel(!) başka bir yemek getirilmesi. ve uvjb'nin bu yediği yemek dolayısıyla midesine kramp girmesi. ve sonunda isyan ederek mekanı terk etmek ve kendini en yakın nargile cafesine atmak. kendinden geçene kadar nane güllü nargile fokurdatmak ve bir nebze yaşanılan kabustan uzaklaşmak.
şu an hâla yaşadığım bu kabusün etkisindeyim. bu bir rüya mıydı? keşke.
kısa günlerde çoğalan davetlerdir. yiyene de yedirene de sevabı çoktur.
kısa günler demiştik, malum 2008deyiz ve 19.00 dan aşağı akşam okunmuyor.
akşam hangi ara okunacak da, yemek yenilecek de teravihe yetişilecek. bu sene yatsıyı da yarım saat uzatmıyorlar, gelen misafiri yedirip evden kovalamış gibi oluyor insan. kısa gün güzel, ideal.
hiç anlayamıyorum onca parayı verip aynı miktarda yemek yiyoruz her yerde.peki o zaman bu kadar şatafata özene vs vs ye ne gerek var diye sorarlar adama di mi!zira midenin de bir kapasitesi var ,bir gazlı içecek içtin mi şişiyor zaten.
(bkz: yanlış mıyım?)
"lan biz açların halini anlamak için oruç tutmuyo muyduk" cümlesini akıllara düşüren davetlerdir.
özellikle ev davetleri, misafirlerin karnını doyurmaktan çok kişiyi çatlatmaya yönelik hazırlanmaktadır ki yemeklerin çoğu da zaten tabakta kalır ve doğrudan çöpe...
peki belli bir saat sonra karnımızın bu şekilde tıkabasa doyacağını bilerek oruç tuttuğumuzda açların halini anlamış mı oluyoruz.
ezana 10 dk önce gelmeyi isteyip, yemekten 10 dk sonrada evime gelip yatmayı istediğim davetlerdir, sofrada hep istediğim yemekler olsun istediğim ama çoğu kez malesef bitane damak tadıma uygun bişey bulamayıp hevesle beklenen anın puff diye söndüğü ve açlığa devam ettiğim anlardır, masayı taplamak için hamle yaptığımda "aa lütfen sen otur deyip beni oyalamak için en tatlı süprizi yapıp önüme tatlı konulmasından keyif aldığım andır.Bence ne dersem diyim, sürdürülmesi gereken bir gelenektir.