melami şeyhlerinden olup 46 yıllık şeyhlik dönemi boyunca kendisine mürid olan yol arkadaşları dışında hiç kimse sosyal hayatta hacı ali bey olarak tanıdıkları bu saygın insanın şeyh olduğunu bilememiştir..
1590 yılında doğduğu kabul edilir.. sadrazam rüstem paşa'nın terzibaşısı olan amcasının yanında sarayda bi süre çalışmıştır.. öğrendiği bu zanaat sayesinde kanuni sultan süleyman'ın iran seferine katılmıştır.. sefer dönüşü ankara'ya uğrayan terzi ali rumi burada, melami şeyhi ankaralı hüsameddin ile tanışmış ve kendisine mürid olmuştur.. şeyh hüsameddin, ali rumi'nin adını idris olarak değiştirmiş ve kendisini cemaatine almıştır..
burada kısa sürede manevi mertebeleri aşıp melamiliği incelikleriyle öğrenen derviş idris, artık hayata daha farklı bir gözle bakıyordu.. vahdeti vücud düşüncesini ruhuna harmanlamıştı.. bunu öğrenmekle kalmamış ruhuna yaymıştı..
tüm birikimlerini derviş idrise aktarıp bu kutsal bilgileri kendisine emanet ettiğini söyleyen şeyh hüsameddin onu istanbul'a görevlendirmişti. gidip orda gerekenleri yapacaktı derviş idris..
mütevazı hayatları, şekilciliğe önem vermek bi yana dursun, kendilerini her daim en aşağıda görüp buna göre hareket eden bu tarikat ötekilerini rahatsız ediyordu.. en ufak bi beklentileri olmaksızın kendilerinin düştüğü durumu önemsemeden irşad yolunda hayatlarını tüketen gençler ve yaşlılar, osmanlı dönemindeki şatafatlı tarikatlara cok uzak bir duruş sergiliyordı..
bugün bile yeni yeni hazmedilebilen, eşitlik, özgürlük ve adalet düsturlarını o gün savunmak ve bunun hakkında konuşmak ciddi sıkıntılara sebep olabiliyordu.. sahip çıktıkları bu düşünceler sebebiyle zındıklık ve küfürle yaftalanıyorlardı.. buna rağmen melamiler bu uğurda yıllarını tüketmiş, çok defalar da idam edilerek hayatlarından olmuştur..
şeyh idris istanbul'a döndüğünde melamiliğe katıldığını ve şeyh olduğunu gizli tutuyordu.. sosyal hayatına ali rumi olarak devam edip, ticaret yapıyordu.. kısa sürede zengin olan ali rumi önce "ali bey", hac farizasından sonra da "hacı ali bey" olmuştu..
hacı ali bey, büyük bir konak yaptırmıştı.. Saray erkânı, vezirler, şeyhülislâm, müftü, din adamları kısacası her türlü memuru konağına davet eden hacı ali bey bu kişilerle yakın ilişkiler kurmuştu.. sanılmasın ki bu davetlerde sadece zenginler ve saygınlar vardı; konak neredeyse her gün büyük sofralar kurar fakirleri ağırlardı.. halk arasında çokça sevilirdi hacı ali bey..
şeyh idris olarak gizlice faaliyetlerini yürütüp, tabiri caizse kendisinde ışık gördüğü insanlara şeyhliğini ifşa ediyor, mürid olarak cemaate davet ediyordu.. asla bu davetine olumsuz yanıt almaması bi yana tüm müridleri bu kutsal sırrı hayatlarının en önemli vazifesiymis gibi saklıyordu..
bi süre sonra kulaktan kulağa yayılan şeyh idris ismi fikirleriyle birlikta taa saraya kadar ulaşmıştı.. gizli vazifeli polisler her yerde kendisini bulmak icin ellerinden geleni yapıyor lakin bir tülü bulamıyorlardı.. ancak kendisi isterse bu polislere ifşa oluyor, zaten onları da cemaatine (bi çeşit ahilik) alıyordu.. uzunca bi süre bulunamayınca hazret, kendisine gizli manasına gelen muhtefi lakabı takılmıştı.. artık adı tüm istanbul'da idrisi muhtefi olarak anılıyordu..
83 yıllık hayatı boyunca onca malına mülküne rağmen asla hak yoldan sapmamış, allah yolunda varını yoğunu harcamıştır bu zat.. fakirleri doyurmuş, muhtaçların ihtiyaclarını her anlamda karşılamış, diğer yandan da halkı melamilik inancı, felsefesiyle tanıştırmış adeta ufuklarını genişletmiştir..
insanları hacı ali bey'in yardımseverlik ve dostluğuyla karşılıyor, uygun olanları idrisi muhtefi olarak cemaate davet ediyordu.. bu kısmı ne kadar doğrudur bilinmez lakin sadrazam halil paşa ve şeyhülislam mustafa efendi'nin de kendisine mürid olduğu söylenmektedir..
1674 yılında vefat etmiştir.. cenazesini büyük bir kalabalık kaldırmış, bu zühd sahibi, saygın insana karşı son görevlerini yerine getirmiştir..