denilir ki: "şöyle veya böyle olacağını bilsem ve neticesinden emin olsam her fedakârlığı ederdim!"
bu teselli yalandır, şeytanîdir, günahtır!
sen itimat et de, isterse vazifeye davet eden seni kandırsın!
ecri sana ve hüsranı onadır!
şu son zamanların mahut tekerlemesiyle, bir yerde insanı gerici diye damgalayıci bir tip gördünüz mü, hemen hükmünüzü veriniz:
bu tip, sadece ucuz klişelerle geçinen bir ezberciden, sahte nisbetler kuran bir hokkabazdan, bir zamane yobazından başka bir şey olamaz.
ham ve kaba softalığın en (modern) aleti olan bu silâh, 50 yıldır bellibaşlı bir politika esnafı loncasının elinde...
şimdi onu, 1960 mamûlatından, başka bir yobaz sınıfının elinde görüyoruz.
ne hazindir ki, bizi yobazlıkla damgalayanlar, böylece mücerret yobazlığın en parlak örneğini verirken, kendi halleriyle bizim halimiz arasında tarafsız bir nefs murakabesine girişmekten ve davaları mücerret plânda muhakeme etmekten bucak bucak kaçarlar.
nasıl?... kolera mıntıkasından kaçarcasına...
zira kaçmasalar, sezerler ki, asıl kendi kafa cüzzamları meydana çıkacaktır.
bu yobazlara anlatamazsınız ki, (kronolojik) mantıkla geri gibi duran nice şey vardır ki, ilerinin ilerisidir; fakat kokmuş yeniler bu ebedî tazeye bayatlık kondurmaya memurdur.
onların maaşı, vücut hikmeti ve rızkı bu yüzdendir.
gerçeğimiz tektir!
bütün vatanı kuşbakışı gören bir dağın tepesine çıkıp bütün vatanı fıkırdatacak; ve (serkldoryan)daki bay'dan ağrı dağındaki çobana kadar bütün kulakları yırtacak kuvvetle haykırmak borcunda olduğumuz tek gerçek: ahlâk yaramız, beynimizden topuğumuza kadar işlemiştir; asıl bunun kurtuluş savaşına muhtacız.
insanda, aynı insan tarafından biri istiklâline kavuşturulacak ve başına taç konulacak, öbürü de zindana tıkılacak ve ayağına pranga vurulacak iki zıt hüvviyet vardır:
ruh ve nefs... ruh. hürriyeti hakikate esir olmakla bulur.
nefs ise onu her istediğini yapmak manasına alır.
keyfiyetçilik; bütün insanî verim şubelerinde, (çok)tan ziyade (tek)in kanunları üzerinde derinleşmek; ve her iş vahidini, onu saran mücerret oluş cevherine göre değerlendirmek davası...
arap atı, ingiliz kumaşı, isviçre saati, alman piyanosu, acem halısı kendi aleminde neyse; nefasette türk tütünü, kıymette türk parası, nizamda türk ordusu, güzellikte türk kadını, sağlamlıkta türk erkeği, sistemde türk idaresi, incelikte türk politikası, usulde türk mektebi, gerçeklikte türk ilmi, derinlikte türk tefekkürü, safiyette türk sanatı, imanda türk ruhu ve her şubede türk varlığı o olmalıdır.
gaye budur.
işte, ana hedefleriyle, her unsuru tecritlerin en meçhul iklimlerinden avlanıp, teşhislerin en malûm yuvalarına oturtulan keyfiyetçilik davamız...
rüşvet...
hırsızlığın en korkunç şubesi...
şahıslarda temerküz eden manevî haklandırma iktidarının hakka zıt olarak menfaat karşılığı, satılması...
manzara: rüşvet gişesi önünde, eminönü meydanındaki otobüs bekleme mezbahasından fazla kalabalık...
çünkü: haktan sıyrılan korku, insanlardan ve bütün insanî tertiplerden de sıyrılmış; ve menfi hâlisiyetini, su içmek ve ekmek yemek derecesindeki tabiîliğe dökmüştür.
insanın fikirle gördüğüne karşı hisle takındığı değerlendirme edası, ahlâktır.
fikir, "niçin?"i ahlâk da "nasıl?"ı cevaplandırır.
hakikatin "niçin"leri önünde, ruhun, tavır ve edâ melekesi olan ahlâk, ruhun başlıca sıfatı ve hâdiselerin ruhta kıymet hükmüdür.
içimizde ve dışımızda olan her şeyin ulvî ölçüsü ahlâktır.
ahlâka fikir öncülük ettiği kadar, fikre de ahlâk yol gösterir.
biz Avrupalının kendi familyasından sandığı bir millet değiliz.
istediğimiz kadar ondan olduğumuzu iddia edelim, onun kılağına bürünelim ve harfleriyle yazı yazalım; avrupalı bu iddiamızı, hatta bu iddiada muvaffakiyetimizi alkışlarken, için için bize gülecek, bizden tiksinecek ve tuzağa kendi ayağiyle düşen bu safdil avı kaçırmamak için her şaklabanlığı yapacaktır.