Bilirsiniz, hukuk her şeyin süresinde yapılmasını ister. Fakat bir süre vardır ki, kanunda yerini bulamazsınız. Ölüm cezasına hükmedilmesinden, bu cezanın yerine getirilmesine kadar uzunca bir süre geçer. Buna korkunç süre adını verebiliriz. Anayasalar işkenceyi yasaklaya dursun. Bu süre işkencedir.
Bir dergide okumuştum. Amerikanın bir kentinde, hükümlü, geceleyin, gizlice elektrik, sandalyesine oturtulur, ceza böylece yerine getirilirmiş. Fakat sandalye çok akım çektiğinden, lambalar zayıflayınca hükümlüler olayı öğrenir, bağırmaya, eşyaları parçalamaya, ağlamaya başlarlarmış. Düşünmüşler, özel bir jeneratörle sakıncayı gidermişler. Şimdi kimse fark etmiyormuş.
Elektrik sandalyesine konulan kişiyi cam bölmenin arkasından seyre çağrılan hükümlünün babası şöyle demişti: Elektrik dalgası vurduğu zaman başından dumanların çıktığını gördüm. Haykırdığımı hatırlıyorum.
Bizim cezaevlerimizde daha ilkel çareler uygulanır. Ölüme mahkûm olan, bir bahane ile koğuştan alınıp, hücreye konur. Zamanı geldiğinde sehpaya götürülür, gizlice.
Sivas cezaevi müdürünü çok severdim. Anılarını çok dinlemişimdir: Koğuşta tek idamlık, Azizdi. Müdür infaz emrinin gelmek üzere olduğunu hesaplamıştı. Çareye başvurulacaktı. Mahkûmların yatma saati idi. Yatak açıyor, soyunuyor, tiryakiler son sigaralarını içerken, tek tük konuşuyorlardı. Birden içeriye gardiyanlar girdi.
Başgardiyan eller başa, herkes yatağının başına dedi. Arama tarama sessizce, olaysız geçiyordu. Azizin yatağının yanında bir gardiyan sağı solu saçıp çekiştiriyordu. Birden bir sustalı çakı yere kayıverdi.
Başgardiyan Aziz, biz de seni uslandılar arasına koymuştuk. Yazıklar olsun, yürü hücreye diye çıkıştı. Aziz şaşkın, üzgün Vallahi, benim değil diyebildi.
Sonra hırsla dudaklarını ısırdı. Koğuştakilere Kim etti bunu diye sordu. Başgardiyan kolundan çekti Azizi. Koğuşun kapısından çıkmadan önce, kağıt oynarlarken birkaç kez aralarında tatsızlık geçen Veyselin önünde durdu. Vicdanı kırık, sen ettin. Anam, avradım olsun diye başlayarak Veyselin yakasına sarıldı.
Gardiyanlar omuzlarına yapışıp Azizi ayırdılar. Veysel Ulan amma da acemisin be. Anlamadın mı? idamlıkları hücreye böyle alırlar!
Aziz durakladı. Bir şey diyemedi. Yürüdü.
Gardiyanlar gidince, Veyseli koğuştakiler bir hayli hırpaladılar. Neye yarar. Veysel oyunu bozmuştu.
Hücrenin önünden geçenler Azizin içerde bazen ağladığını, bazen bildiği duaları yüksek sesle okuduğunu, yalvardığını, bazen da işi kendisinin yapmadığını, haykırdığını duyarlardı.
Neden sonra beklenmedik bir olay oldu. Tel gelmişti. Müdür, nöbetçi gardiyana hemen Azizi getirmesini emretti. Aziz asılacağını anlamıştı. Onu sürüklercesine iki gardiyan, güçlükle getirebildiler müdürün odasına.
Yüzü sararmıştı. Müdür, Aziz, oğlum, tel geldi, okuyayım dedi, fakat okuyamadı. Aziz durduğu yerde garip bir titremeye tutulmuştu. Konuşamıyordu. Yüzü değişti. Ağzı çarpıldı. Sağ tarafı çöktü: Felç.
Halbuki Azizin mahkûmiyeti bozulmuştu, suçsuz olduğu anlaşılmıştı. Yargıtaydan gelen tahliye teli idi.
Köye haber salındı. Yakınları geldiler, cipe bindirip götürdüler Azizi.
Birkaç ay sonra haber geldi; felç ilerlemiş ve Aziz ölmüştü.
Müdürün bu anısını dinledikten sonra uzun uzun düşündüm. Ne diyelim, adalet, öldürmeye karar verirse, mutlaka öldürür.