adam gibi ayrılamayan ve hatta ayrılıklarından bile rant sağlamaya çalışan insanların rezilliğinin son halkası. iclal aydın a bir gazetede köşe verimiş diye mazlum ama tuna kiremitçi nin eski eşinin medyada yeri yok diye unut gitsin. ne rezil medyamız var ki haksızı bile insanların gözüne hakkı yenmiş gibi gösteriyor.
neymiş adam kadın onu severken güzelmiş. ee be kadın bu adamın eski eşi sevmiyor muydu onu. demek ki neymiş o sana geldiğinde çirkinleşmişti de senin işine gelmedi bu.
Başlık başıma kaldığından bu gudik yazıyı paylaşmak durumundayım. *
adam önce kitapları topladı,
kadın kapısı kapalı ağlıyordu,
çocuk merdivenlerde zaman dursa istiyordu,
bir ayrılığın üç dalıydılar.
birikmiş ne varsa atma zamanıydı şimdi
çocuk merdivenlerin basamaklarını saydı,
saçlarını çözdü, bir daha ördü,
kadın kapı kolunu tutmak, kapıyı açmak,
adamın yanına gitmek istedi,
adam resimleri ayırdı, bir ayakkabı kutusuna koydu,
çocuk zile baktı,
kadın duvardaki saate,
adam açık olan pencereye,
bir ayrılığın üç kahramanıydılar.
zaman durmuyor, adam kalmıyor, kadın engel olmuyordu.
zaman duramıyor, adam kalamıyor, kadın engel olamıyordu.
çocuk boynundaki ipli anahtarla kapıyı açtı,
çigili defterinin arasından kuruttuğu gelincik çiçeğini aldı,
kadın balkon kapısını açtı,
rüzgâr perdeleri uçurdu,
adam açık pencereyi kapattı,
masanın örtüsünü düzeltti,
bir ayrılığın üç adımıydılar.
adam gitti, kadın kaldı, çocuk büyüdü.
şimdi gelincik bir ayakkabı kutusunda,
siyah-beyaz resimlerle birlikte,
ayakkabı kutusunun anısı çocuğun kilitli kalbindeler.
bir ayrılığın üç resmiydiler,
adam, kadın ve çocuk.
perdeler, kapı kolu ve merdiven,
bir ayrılığın üç şahidiydiler.
çünkü kadın görüyordu adamın gözlerindeki çam ormanlarını. saçlarındaki afacan güneş sarısını...
kadın büyütüyordu adamın kıvrılıp giden yeşil bir patika gibi gülüşünü...
adam, kadın onu severken güzeldi...
kadın, adamın omzuna rütbeler, göğsüne madalyalar takıyordu.
olamaz bir kahraman çıkarıyordu erkeğinden.
karşısına geçip bakıyordu...
ve adam sanki sevildikçe daha da güzelleşiyordu.
kadının gözüyle baktılar diğerleri de adama.
daha önce hiç görmedikleri bir orman var diye düşündüler adamın içinde.
düşündürdü kadın...
çünkü gözlerini ödünç verdi onlara. kadının gözüyle bakıp adama, kadını kıskandılar hatta...
hiçbiri bilemedi...
erkeğe ne kadar büyük bir haksızlık ettiklerini bilemediler.
cılız omuzlarının, zayıf göğsünün gürül gürül akan bir hayatı, alışık olmadığı bir dürüstlüğü kaldıramayacağını bilemediler.
ama tanrı biliyordu. evet, bu yüzden sert rüzgârlar saldı üzerlerine...
kim yürekli kim korkak, kim tenha kim kalabalık, kim sağlam kim çürük, kim güçlü kim zayıf, kim siyah kim beyaz, kim net kim şüpheli, kim olgun kim ham... fırtınalardan sonra hepimiz görelim diye...
gördük...
oysa bilmeliydi kadın. çünkü ihanetlerle örülü bir örümcek ağıyla kaplıydı erkeğin geçmişinin kapısı...
ama yeni bir başlangıç sanıyordu kendini kadın.
ama inanıyordu...
kendisini, kadındaki erkeği, ikisinden oluşanı, sıfır noktası sayıyordu...
artık daha iyi biliyor kadın; adam, kadın onu severken güzeldi...
kendi yazdığı kahramanın beyhudeliğine ağlıyordu belki de önceleri.
üzüntülerden üzüntü seçemiyor, bazen hangisine üzüleceğini bilemiyordu.
aynada büyük gözlerine bakıp gözlerimiz neden bu kadar büyük diye soruyordu bir kürt kadın. çok ağlayalım acılarımız çabuk geçsin diye mi diye boynunu büküyordu...
artık ağlamaz kadın...
ınsan sevdiğini öldürür evet. kadın da öldürdü nihayet...
sevmeye sebep, sevmeye kudret elleriyle yaptı bunu...
yaz geldi artık...
son söz vaktidir şimdi; bütün sevenler için yalın söylüyor: