çünkü kadın görüyordu adamın gözlerindeki çam ormanlarını. saçlarındaki afacan güneş sarısını...
kadın büyütüyordu adamın kıvrılıp giden yeşil bir patika gibi gülüşünü...
adam, kadın onu severken güzeldi...
kadın, adamın omzuna rütbeler, göğsüne madalyalar takıyordu.
olamaz bir kahraman çıkarıyordu erkeğinden.
karşısına geçip bakıyordu...
ve adam sanki sevildikçe daha da güzelleşiyordu.
kadının gözüyle baktılar diğerleri de adama.
daha önce hiç görmedikleri bir orman var diye düşündüler adamın içinde.
düşündürdü kadın...
çünkü gözlerini ödünç verdi onlara. kadının gözüyle bakıp adama, kadını kıskandılar hatta...
hiçbiri bilemedi...
erkeğe ne kadar büyük bir haksızlık ettiklerini bilemediler.
cılız omuzlarının, zayıf göğsünün gürül gürül akan bir hayatı, alışık olmadığı bir dürüstlüğü kaldıramayacağını bilemediler.
ama tanrı biliyordu. evet, bu yüzden sert rüzgârlar saldı üzerlerine...
kim yürekli kim korkak, kim tenha kim kalabalık, kim sağlam kim çürük, kim güçlü kim zayıf, kim siyah kim beyaz, kim net kim şüpheli, kim olgun kim ham... fırtınalardan sonra hepimiz görelim diye...
gördük...
oysa bilmeliydi kadın. çünkü ihanetlerle örülü bir örümcek ağıyla kaplıydı erkeğin geçmişinin kapısı...
ama yeni bir başlangıç sanıyordu kendini kadın.
ama inanıyordu...
kendisini, kadındaki erkeği, ikisinden oluşanı, sıfır noktası sayıyordu...
artık daha iyi biliyor kadın; adam, kadın onu severken güzeldi...
kendi yazdığı kahramanın beyhudeliğine ağlıyordu belki de önceleri.
üzüntülerden üzüntü seçemiyor, bazen hangisine üzüleceğini bilemiyordu.
aynada büyük gözlerine bakıp gözlerimiz neden bu kadar büyük diye soruyordu bir kürt kadın. çok ağlayalım acılarımız çabuk geçsin diye mi diye boynunu büküyordu...
artık ağlamaz kadın...
ınsan sevdiğini öldürür evet. kadın da öldürdü nihayet...
sevmeye sebep, sevmeye kudret elleriyle yaptı bunu...
yaz geldi artık...
son söz vaktidir şimdi; bütün sevenler için yalın söylüyor:
Başlık başıma kaldığından bu gudik yazıyı paylaşmak durumundayım. *
adam önce kitapları topladı,
kadın kapısı kapalı ağlıyordu,
çocuk merdivenlerde zaman dursa istiyordu,
bir ayrılığın üç dalıydılar.
birikmiş ne varsa atma zamanıydı şimdi
çocuk merdivenlerin basamaklarını saydı,
saçlarını çözdü, bir daha ördü,
kadın kapı kolunu tutmak, kapıyı açmak,
adamın yanına gitmek istedi,
adam resimleri ayırdı, bir ayakkabı kutusuna koydu,
çocuk zile baktı,
kadın duvardaki saate,
adam açık olan pencereye,
bir ayrılığın üç kahramanıydılar.
zaman durmuyor, adam kalmıyor, kadın engel olmuyordu.
zaman duramıyor, adam kalamıyor, kadın engel olamıyordu.
çocuk boynundaki ipli anahtarla kapıyı açtı,
çigili defterinin arasından kuruttuğu gelincik çiçeğini aldı,
kadın balkon kapısını açtı,
rüzgâr perdeleri uçurdu,
adam açık pencereyi kapattı,
masanın örtüsünü düzeltti,
bir ayrılığın üç adımıydılar.
adam gitti, kadın kaldı, çocuk büyüdü.
şimdi gelincik bir ayakkabı kutusunda,
siyah-beyaz resimlerle birlikte,
ayakkabı kutusunun anısı çocuğun kilitli kalbindeler.
bir ayrılığın üç resmiydiler,
adam, kadın ve çocuk.
perdeler, kapı kolu ve merdiven,
bir ayrılığın üç şahidiydiler.
adam gibi ayrılamayan ve hatta ayrılıklarından bile rant sağlamaya çalışan insanların rezilliğinin son halkası. iclal aydın a bir gazetede köşe verimiş diye mazlum ama tuna kiremitçi nin eski eşinin medyada yeri yok diye unut gitsin. ne rezil medyamız var ki haksızı bile insanların gözüne hakkı yenmiş gibi gösteriyor.
neymiş adam kadın onu severken güzelmiş. ee be kadın bu adamın eski eşi sevmiyor muydu onu. demek ki neymiş o sana geldiğinde çirkinleşmişti de senin işine gelmedi bu.
kadına hep uyuz oldum hala oluyorum o bir gerçek. bu yazının ardındaki ayarlar vurun kahpeye niteliğinde. kadın aslında hak ettiğini buldu diyebiliriz. ama şu bir gerçek;
o gerçekten sevdi!
adamın onu sevmediğini bile bile belki! belki hep üç kişiydiler.
mantıksız bir oyunun içinde mantık aramak gibi çelişkili bu yazı. bir de kendisini alçatmış ama ben değil o alçalsın demiş. lisede ayrıldığında eski sevgiliye yazılan yazılar gibi. bir de köşe yazısı. coşmuş bu anam tarzı.
eğer doğallığına inansaydım şu cümle vazgeçilmezim olurdu.
ayrılmaları bi yandan iyi oldu, üremeden çoğalmadan, dünyaya gelebilecek bir iclal-tuna meyvesinin nasıl bişey olacağını görmeden ayrılmaları iyi oldu. ama bi de işin diğer yönü var, ayrıldılar ve başka insanlarla görüşecekler, başkalarını sevecekler...etrafa çok fazla yayılıp, etki alanlarını genişletecekler.
iclal aydın kim kardeşim.. tuna kiremitçi' nin yeni ayrıldığı eşi. tuna kiremitçi kim kardeşim.. iclal aydın' ın eski eşi. ee bu yazı ona mı bize mi anlamadım ki. ben evlensem ve boşansam eski eşime yazdığım yazıdan kimsenin haberi olmaz ki. atıveririm kapı eşiğinin altından mektubu. işlerse onun kalbine işlesin. *
yeşil bir patika gibi gülmenin nasıl bişey olduğunu merak etmeme sebep olan yazı ki zaten ikinci satırdan sonrası çekilir çile değil. iclal aydın'ın sevgi pıtırcığı şeklindeki yazılarından biri. bir diğer zırva için;
(bkz: uçak babama selam söyle)
(bkz: götünden element uydurmak)
aşk ya hani anafikri; bir yanda fuzuli den okuyorum mecnun u sonra açıyorum geothe den genç werther i okuyorum, acılarını. olmadı açıyorum balzac dan zambak ı okuyorum vadideki. sonra sözlükte bu başlığa takılıyor gözüm, okuyorum yazıyı, gülüyorum. senin yaşadığın aşksa be güzelim, fuzuli ye, balzac a ve daha nicelerine ne derim ben allasen? defol git kendine çok küfrettirmeden lütfen.
aynı, dizilerin 5 bilemedin 10 saniyelik final sahnelerinden önceki bitmek tükenmez reklam kuşağı tadında bir yazı. niyetin adama değersiz olduğunu söylemekse, bunun baska yolları mevcut. ha, eğer ününe ün katmak, aldatılan ezik kadını oynamaksa o rolü simdi basrole konan fakat bir zamanlar figüran olan kocasız ama bebekli yasemin kaptı, bildin mi?
klişe kelimeler. iç bayan tekarlamalar. devriğin alası cümleler. ağlamaklı sesi kulaklırımızı doldurtan berbat üslup. vay be ne güzel yazdım ayarında bir son. al sana ucuz edebiyat örneği.
çok güzel olduğunu düşündüğüm bir intikam yazısı... sen yok, ben yok ama biz varız.
fazla arabesk olabilir ama tam da arabesk olması gereken bir döneminde yazmış iclal aydın. başka nasıl anlatabilirdi ki derdini?
Doktora gitmeye karar veriyorum. Arkadaşlarıma soruyorum "Tanıdığınız iyi
bir kulak burun boğazcı var mı?" diye. "N'oldu ki?" diye soruyor
arkadaşlarım. "Kaşınıyor kulağım" diyorum. "Uyuyamıyorum geceleri, kulak
kaşınmasından!" Bir doktorun adını söylüyor bir tanesi. "Çok iyi
doktordur"
diyor. "Kimsenin çözemediğini çözer, iyileştiremediğini iyileştirir."
aldatılmıs bir kadının canının ne kadar yandıgının bir göstergesidir bu yazılar. fakat bu kadar da yüzgöz olmaya ne gerek be kardesim dedirtiyor. sonucta adam tercihini yapmıs. gitmis. bu laf sokma kaygısı halan neden?
al birini vur ötekine. gereksiz yere ortalıkta yer işgal eden iki tane yazar(mı yazmaz mı) ne olduğu belirsizin maceraları. bitmiş aşkın, sadece aşkını bitirdiğinle seni ilgilendirir. bana ne, bize ne, kime ne. bu kadar ayağa düşmek niye. bazı şeyler mahremdir öyle güzeldir. kime, ne anlatıyorum ben ya.
kadın acı çekmiş, edebiyat parçalamaya çalışmamış. o kadar içinden geldiği gibi yazmış. her ne kadar iclal aydının bu kadar kimsenin düşüncelerini gözönünde bulundurarak yazı yazabileceğine ihtimal vermesem de..
hayır.
içimde bir yerde bu kadının yazdıklarını, çok muhasebesini yapamadan yazdığını biliyorum. tıpkı yaşarken, yaşadıklarının muhasebesini yapmadığı gibi. yaşanmış bitmiş, gün sonu alıyor. son hesaplar, son yargılar, son kalem sallamalar.
yazdıklarını değil ama yazmak istediklerini alkışlarım bu kadının ben. aşkın karşısında boynum kıldan ince.
icerisindeki hissiyatı kucumsemeden sunu soyleyebilirim ki ayrılık sonrası herkesin yazabilecegi tarzda yazılmıs hic bir edebi degeri olmayan basit bir yazı. abartılcak bir hadise dedildir kanımca.