Bir gün zapumapu land'de sıçrıyordum. sıçradım sıçradım sıçradım. Ve zapumapuzoru gördüm. devamını istediğin gibi kurgulayabiliyorsun. Her bölüm sıçrarken önüne zapumapulu bir şeyler çıkıyordu. **
bir gün güzel ve çirkin birlikte bir nehirde yüzmek için buluşmuşlar. kıskanç çirkin güzeli nehirde kandırıp aniden karaya çıkmış ve güzelin elbiselerini giyip oradan kaçmış. bu durumu gören güzel de ne yapsın çirkinin kıyafetini giyip hayatına devam etmiş.
o gün bu gündür derler ki; insanlar güzelle çirkini ayırt edememektedirler.
eskiden bir ülke varmış ve bu ülkeyi bir padişah yönetirmiş.padişah,güzeller güzeli karısı sultan ve de onlara hizmet eden bir sürü hizmetçi çok büyük ve görkemli bir sarayda yaşıyorlarmış.bu sarayda padişaha hizmet eden ahmet adında biri varmış ve sultana hayranmış,özellikle de sultanın göğüslerini yalamak konusunda bir takıntısı varmış.zamanla bu takıntı bi hastalığa dönüşmüş ve gidip derdini haremağasına açmış.haremağası onun bu derdine çare bulacağını,ama sonra da 100 altın alacağını söylemiş.ahmet kabul etmiş bunu.
haremağası bir kocakarıdan özel bir ilaç almış,sultan banyodayken onun giysilerinin göğüs bölümüne iyice sürmüş.sultan banyodan çıktıktan sonra giysilerini giymiş ve göğüslerinde bir kaşıntı,bir yanmadır başlamış.saray doktoru birşey yapamamış durum karşısında,padişah çaresizmiş.haremağası padişaha şöyle demiş:
-efendim,bunun bir çaresi vardır.
-neymiş çaresi?
-sizin hizmetliniz ahmet'in tükürüğü her derde devadır.sultanın göğüslerini yalarsa kesin geçer.
-neee??
padişah önce olmaz demiş,ama karısının çektiği ızdıraba daha fazla kayıtsız kalamamış ve izin vermiş en sonunda.ahmet,sultanın odasında,sultanın göğüslerini doyasıya yalayarak amacına ulaşmış.ertesi gün haremağası ahmet'in yanına girmiş ve şöyle bir diyalog geçmiş aralarında:
-eee ahmet,amacına ulaştın.sultanın göğüslerini yaladın sayemde.artık şu 100 altını ver bakalım.
-altın maltın vermem.ne de olsa gidip padişaha şikayet edemezsin çünkü sen de bu işin içindesin.hadi bakalım uzaaa.
haremağası,bu cevap üzerine manyak öfkelenmiş.sonra da ,padişah banyo yaparken,aynı kocakarı ilacını padişahın donuna iyice sürmüş.
bir gün bir gün bir çocuk
eve de gelmiş kimse yok
açmış bakmış dolabı
şeker de sanmış ilacı
yemiş yemiş bitirmiş
akşama sancı başlamış
kıvrım kıvrım kıvranmış
yaptığından utanmış.
*o ilaçları yüksek bi yere koysana siktimin malı .
profesör elinde içi dolu bir bardak tutarak dersine başladı.
herkesin göreceği bir şekilde tutuyordu ve ardından sordu.
-"bu bardağın ağırlığı sizce ne kadardır?"
-50gm!' ... '100gm!' ... '125gm'..diye öğrenciler yanıtladı.
-"bardağı tartmadıkça gerçekten ben de bilemem, " dedi profösör, "ama, benim sorum şu ki :"bu bardağı böyle birkaç dakikalığına tutsaydım ne olurdu?"
-'hiçbir şey' diye yanıtladı öğrenciler.
-"tamam peki 1 saat boyunca tutsaydım ne olurdu?" diye sordu profesör bu kez.
-"kolunuz ağrımaya başlardı efendim" diye öğrencilerden biri yanıtladı
-"haklısın, peki şimdi ben 1 gün boyunca tutsam ne olurdu?"
-"kolunuz iyice ağrır, kas spazmı, batar vs gibi sorunlar yaşardınız ve hastaneye gitmek zorunda kalırdınız!".
tüm öğrenciler çeşitli yorumlar yaptı ve gülüştüler.
-"çok iyi. peki tüm bu sorunlar olurken bardağın ağırlığında bir değişme olur muydu?"diye sordu profesör.
-"hayır." diye yanıtladı herkes.
-peki o zaman kolun ağrımasına ve kas spazmına neden olan neydi?
öğrenciler bulmaca çözermişçesine düşünmeye başladılar.
-"acıdan ve ağrıdan kurtulmak için ne yapmam gerekir bu durumda?"diye tekrar profesör sordu.
-"bardağı bırakın düşsün!" diye öğrencilerden biri yanıt verdi.
-"kesinlikle! " dedi, profesör.
"hayatın problemleri de böyle bir şeydir. onları kafanda birkaç dakika tutarsın. bir sorun yokmuş gibi görünür. uzun bir süre düşünürsün. başınız ağrımaya başlar. daha uzun düşünün. artık seni bitirmeye ve hiçbir şey yapamamana neden olur. hayatınızdaki mücadeleleri ve problemleri düşünmek önemlidir, fakat daha önemli̇si̇ onları her günün sonunda, uyumadan önce yere bırakmaktır (bardak gibi). bu şekilde strese girmez, ve her gün taze bir beyin ile uyanır ve her konuyla ve yolunuza çıkan her mücadele ile başa çıkabilecek güçte olursunuz!
Bir palyaço varmış herkesi güldürürmüş bir gün bir adam yoğun ağlama şikayetiyle doktora başvurmuş. Doktor demişki git o palyaçoyu bul o seni güldürür. O da demiş ki o benim.
Zamanın birinde; adamın biri kasabanın tam ortasına bir çeşme yaptırmış... Üzerindeki mermere de şöyle bir yazı yazdırmış: Bu çeşmeden herkes su içebilir ama Müslümanlar asla!Müslümanlar şaşırmış... Çünkü çeşmeyi yaptıran bir Müslüman ama o yazıyı yazdıran da aynı Müslüman!
Çıkmış biri Kadı Efendinin huzuruna ve şikâyet etmiş adamı... Kadı hazretleri ertesi gün yaka-paça getirtmiş adamı: 'Be adam bu ne densizliktir! '
Adam: 'O yazıyı yazdırmamın bir sebebi var' demiş ve hikmetin anlaşılabilmesi için kendisine tutuklama yetkisi verilmesini istemiş. Hikaye bu ya... Kadı da merak etmiş işin nereye varacağını... Ve istenen yetkiyi vermiş.
Adam dönmüş kasabaya... Aldığı yetkiye dayanarak önce kasabadaki Haham ı tutuklamış!... Bütün Yahudiler ayağa kalkmış... Gürültü-patırtı tepki protesto derken varmışlar Kadı Efendi nin huzuruna: 'Hahamımızı isteriz!' Haber salmış Kadı Efendi kasabaya... Haham "serbest" bırakılmış. Birkaç gün sonra bu defa kilisenin Papazını tutuklamış çeşmeyi yaptıran adam. Bu defa Hıristiyanlar ayaklanmış... Doğruca Kadı Efendinin huzuruna: 'Papazımızı isteriz!'
Uzatmayalım... O da "serbest" bırakılmış. Çeşmeyi yaptıran adam bu defa kasabanın tek imamını tutuklayıp atmış zindana. Bir gün geçmiş iki gün geçmiş üç gün geçmiş.... Ne bağıran var ne çağıran!... Kadı Efendi beklemede... Ne gelen var ne giden!... Dayanamamış kendi düşmüş yollara... Gelmiş kasabaya. Gelirken de karşısına çıkan kasabalılara sormuş: 'Sizin bir imamınız vardı duydum ki tutuklanmış acaba suçu neydi? '
Dudak bükmüş kasabalı: 'Devlet tutuklamışsa vardır bir sebebi!... Zaten son günlerde ileri-geri lâflar ediyordu... Çeksin cezasını zindanda!!! '
Kadı Efendi aldığı bu cevaplardan sonra gitmiş çeşmeyi yaptıran adama... Kucaklamış onu: Haklıymışsın!... imamlarına bile sahip çıkmayan insanların o çeşmeden su içmeye hakları olamaz!...
O yazı bir ibret levhası olarak kalsın çeşmenin üzerinde!
sevgili güzin abla ben 17 yaşında bir kızım internette kendime yeni bir
erkek arkadaş edindim. onu çok seviyorum.
o da beni seviyormuş. bana seni ailemle tanştırıcam dedi. buna çok
sevindim. beni evlerine davet etti. ailesiyle tanştırmak için. evlerine
gittiğimde evde kimse yoktu. bana birazdan gelirler dedi. onları beklerken
birer kola içelim dedi. ben de olur dedim. odasına geçtik, kolamızı
içerken erkek arkadaşım birden uyumaya başladı. güzin abla sence
erkek arkadaşımın hastalığı ne ???
1951 yılının Temmuz ayında 17 arkadaşımla birlikte iTÜ Makine
Fakültesi'nden başarılı bir öğrenci olarak mezun oldum. O gün hayatımın
en mutlu günlerinden biriydi. Sınavlara hazırlanmaktan para getirebilecek
işleri altı aydır ihmal etmiştim. Parasızdım. Ancak Yüksek Mühendis
diplomasını kazanmış olmaktan dolayı mutluydum.. O sabah motor dersi
hocalarımız, ikisi de asistan olarak çalışan Prof. Necmettin Erbakan ve
Prof. Hakkı Öz'ün karşısında başarılı bir motor sınavı ile mezuniyete
hak kazanmıştım. Bu olayı kutlamak için bir arkadaşımla Moda'da yazın ilk
deniz banyosunu yapmayı ve kendimize bir ziyafet çekmeyi kararlaştırdık.
Mayolarımızı yanımıza almıştık. Arkadaşım Moda'ya gitmeden önce yeni inşa edilen Levent Mahallesi'nde otobüsle bir tur atıp Türkiye'de o gün için yepyeni bir olay olan bir uydu villa kenti gezip görmeyi teklif
etti. Merakla kabul ettim. Levent, alt yapısı tamamlanmış ve villaları
toparlar görünümdeydi. Yolları o zamanlar pek ender rastlanan bir şekilde tamamen asfalttı. Otobüsten inip merakla yürürken bir villanın kapısının önünde villa sahibi ile bir amelenin yüksek sesle tartışmalarına tanık olduk. Merakla yaklaştık. Bizi gören villa sahibi sanki içini dökmek ister gibi bize dönerek:
-Burada temizlenecek bir su deposu var. Tam yevmiye veriyorum
yapmıyor. Ne ister bilmem ki, diyordu. Amele ise;
-Bu iş geceye kadar sürer, kurtarmaz! Kahveye gidip yarına kadar uygun
iş ayarlarım, diyordu. Arkadaşı mla aynı şeyi düşünmüş gibi bakıştık. ikimiz
de parasız sayılırdık. Amele yevmiyesi ise 6 lira idi. Bizim o günkü
ihtiyacımızın hemen hemen iki misli. Villa sahibine bu işi yapmaya hazır
olduğumuzu söyleyince, amele homurdanarak
-Canınız çıksın da anlayın halimizi, diyerek uzaklaştı. Mayolarımızı
giydik. Deponun pırıl pırıl temizlenmesi bir saat sürmemişti. O sıcak yaz
gününde bahçede hortumla duşlandık. Havlu fabrikası sahibi olduğunu sonradan
öğrendiğimiz ev sahibi, kim olduğumuzu anladıktan sonra altışar lira ile
birer havlu hediye ederek ve birer gazoz ikram ederek uğurladı. Bu işte
kanımca tek kaybeden 'kurtarmaz!' diyen amele olsa gerek. Iş mi çoktu?
Insanlar mi tembeldi? Neyi 'kurtarmaz' idi?
Bu güne kadar da anlamiş değilim.
bugün başına bir şey gelmeyen hbbia'nın kopyala yapıştır yoluyla trollüğe devam etme çabalarıdır. ama olmamaktadır kendi klavyesinden çıkanların yeri dolmamaktadır.
birgün bir kuş soğuktan donar ve hızla yere düşer. tam soğuktan öleceğini düşünürken inegin biri üstüne sıçar. kuş küfrederken bokun sıcaklıgı ile kanatları ısınır. kuş sevinir fakat bokun içinden çıkamaz ötmeye başlar. o sırada bir kedi gelip onu çıkarır kuş tam teşekkür edecekken kedi onu yer!...
yani neymiiiş?
*her üstüne sıcanı düşman sanma!...
*seni her boktan çıkaranı dostun sanma!..
*bokun içinde mutluysan ses çıkarma*
kendini de bi bok sanma*