Çünkü insanların, başkalarının mükemmelliğini ve kendilerinden üstün olduklarını kabullenmeleri çok az görülecek bir durumdur.
insanı açlık öldürmez, alıştığı tokluk öldürür.
ilme yasak koyanlar veya insanları yalanla meşgul edenler, aklın ve insanlığın en büyük düşmanlarıdır.
Gayri memnunlar medeniyet kuramazlar.
Peygamberler bile, başkalarını yenmek için, kendileri gibi düşünen yol arkadaşları bulmak zorundadır.
Devletler de tıpkı insanlar gibi doğar, büyür, yaşlanır ve ölürler.
insanların, başkalarının mükemmelliğini ve kendilerinden üstün olduklarını kabullenmeleri çok az görülecek bir durumdur.
Zulüm, umranın harap oluşunun habercisidir.
Şehirlerin de bir ruhu vardır. Bir şehirde yaşayan insanlar zamanla yaşadığı şehrin ruhuyla karakteristik açıdan özdeşleşirler.
Bil ki mantık ilminde esas, ispat etmektir.
Öğretmenler, bilim sahibi olma yolunda öğrencilerine kitaplarını ezberletirler. Ancak bilimsel tartışmalarla ve münazaralarla, konuları ve sorunları zihinde yerleştirme suretiyle kestirilebileceğini unuturlar.
Durumdan duruma geçişler bütünüdür her şey. Bu değişmeler ve geçişler, kişilerde, sürelerde, kent ve kasabalarda olduğu gibi, tüm evrende, ülkelerde, kıtalarda, zamanlarda ve devletlerde de olur.
Bil ki kötü ve yerilmiş ahlaktan uzaklaşıp, üstün bir ahlaka ve kişiliğe sahip olmak, ancak kişinin kendisinde bir kemal ve yeterlilik vehmetmesiyle ve insanların kendisinin ilim ve sanatına muhtaç olduğunu hissetmesiyle gerçekleşir.
Aklın birçok mertebeleri var. Önce dış dünyanın idrakı: taakkul. Taakkul demek tasavvur demektir, buna akl-ı temyizi de derler. insan bu meleke ile faydalıyı zararlıdan ayırır.
Kentliler, kendilerini rahatlık ve kaygısızlığın döşeğine salıvermişler, mutluluk ve bolluğa gömülmüşler, mallarını ve kendilerini koruma işini, yönetenlerine, valilerine, yargıçlarına ve sürekli koruma görevlilerine bırakmışlardır. Ve çevrelerini kuşatan kale duvarlarının, önlerinde dönüp dolaşan bekçilerin ve nöbetçilerin sağladığı güvenceyle uykuya dalmışlardır. Hiçbir kaygı, uyarı heyecanlandırmaz onları. Ellerinden kaçabilecek avları da yoktur. Alabildiğine iyimserlerdir ve kendilerini güvenlik içinde bulurlar. Bu nedenle silahlarını bırakmışlardır.
prof.ahmet arslan'ın azerbaycan'da hazar üniversitesinde ibni haldun üzerine yaptığı konuşmanın tamamı değil ama güzel bir bölümü, izlemenizi tavsiye ederim. ahmet arslan bu konuda türkiyedeki gayet yetkin bir isim çünkü doktorasını ibni haldun üzerine yapmış biri, doktorası da kitap olarak bilgi üniversitesi yayınlarından çıkmaktadır.
ayrıca buaralar ahmet hocanın hayatını anlattığı ve çok güzel kitap ve akademisyen ismi öğrendiğim ''bir ömür düşünmek'' adlı söyleşi kitabı da 'eksi kitaplar' yayınlarından çıkmış olup okumanızı hararet ile öneririm. orada da ibni haldun üzerine konuşulan güzel bir bölüm mevcut.
ibn Haldun 14. yy. da yaşamış en büyük tarihçilerden biridir. Aynı zamanda da bir Tarih felsefecisi ve toplum bilimcisidir.
ibn Haldun 1332 yılında Tunus da doğdu. Fıkıh, Kur’an, Matematik, Mantık ve Kelam eğitimi alan ibn Haldun Tunus, Cezayir, Fas, Endülüs arasında dolaşmış toplum düzeni, insanların gelenek ve göreneklerini yaşayış biçimlerini incelemiş, toplumlar arasındaki ayrılıkları görmüş ve Tarih Felsefesine böyle gözlemci ve deneyci bir açıdan yaklaşmıştır.
Tarihsel bilginin yanlışlardan arınması amacıyla yaptığı toplumsal gözlemler sonucunda kurmuş olduğu ümran ilmiyle bugünkü sosyoloji ilminin temellerini atmıştır.Ömrünün büyük bir kısmı idari ve siyasi görevlerde geçmiştir.
1374 yılında Afrika da küçük bir kasabaya çekilerek meşhur “Mukaddime”sini yazmıştır.1383-1406 yılları arasında Mısırda kadılık yapmış 1406 yılında burada ölmüştür.
MUKADDiME
ibn Haldun’un arkasında bıraktığı en değerli eseri olan Mukaddime ibn Haldun’un el-iber adlı dünya tarihinin giriş kısmıdır. Gerek el-iber’den ve gerekse diğer yazmış olduğu eserlerden daha çok ilgi görmüş ve ayrı bir kitap olarak basılmıştır.
El-iber’in “Mukaddimesinde tarih ilminin önemine, tarih yazımında takip edilen usullerin araştırılmasına, tarihçilerin düştükleri hatalara, sahip oldukları asılsız kanaatlere ve bunların sebeplerine temas etmiş, tarih ilminin kapsamlı bir tarifini yaparak kendi tarih anlayışını ortaya koymuştur.
“Beşeri ümran ilmi” adını verdiği yeni ve özgü bir ilim dalı kurduğunu, kendisinden önce bu alanda hiç kimsenin çalışma yapmadığını ve bu ilmi kurarken kimseden faydalanmadığını belirten ibn Haldun, güttüğü amaç ve buna ulaşmak için izlediği yöntem hakkında da sağlıklı bilgiler verir.
iBN HALDUN’UN TARiH ANLAYIŞI
Eski zamanlarda tarihçilik, olayı tespit etmek veya abartı dolu bir destan name meydana getirmekten ibaretti. ibn Haldun bu yöntemi yıkmış, tarih araştırmalara için yeni bir çığır açmıştır.
ibn Haldun tarihi hükümdarların hayat hikâyelerini, maceralarını anlatmaktan ibaret görmemiş, tarihi böyle görenleri eleştirmiş, tarihi olayların doğuşuna ve gelişmesine tesir eden nedenleri tespit etmiştir. Bir felsefeci edasıyla bu işi yaparken şu iki esasa riayet etmiştir.
1. Tarihi Kaynakları Tenkit: Bu yöntem ile gerçeğe uygun olmayan asılsız rivayetler, doğru olanlardan ayırt edilmektedir. Bu hususu Mukaddime’sinde misallerle anlatmış, rivayetlerin doğruluğunu anlamanın yollarını, bizzat kendisinin kurduğu “ümran ilmi” yardımı ile göstermiştir.
2. Hadiseler arasındaki sebep- sonuç ilişkisinin tespiti: ibn Haldun’a göre tarihte esas kural, olayları sebep- sonuç bağı ile bir diğerine raptetmektedir. Bu demektir ki benzer hadiseleri benzer şartlar veya benzer şartları benzer hadiseler meydana getirmektedir.
ibn Haldun’a göre tarihin bir görünen yüzü ( zahir ) , bir de iç yüzü ( batın ) vardır ve önemli olan ikincisidir. Çünkü zahir tarihçilikte olaylar birbiriyle ilişki kurulmaksızın yüzeysel bir şekilde hikâye edilmekten ibarettir.
ibn Haldun zamanına kadar tarihçiler zahiri tarihçilik yapmışlardır. Dolayısıyla tarihçiler geçmişi eksik tanıtmış, hadiseler arasındaki sebep- sonuç ilişkisini kuramadıkları içinde olayları kopuk bir şekilde anlatmışlardır.
ibn Haldun tarihçilerin bu yanlışını görmüş, olayların görünen ( zahir ) sebeplerinden çok batın ( görünenin arkasındaki asıl soyut sebep) yönünü araştırmıştır.
• Ona göre tarihin en önemli yararı geçmişte yaşanmış olayların doğrultusunda içinde yaşanılan zamanı yönlendirmektir.
ibn Haldun’a göre ;”suyun suya benzemesinden çok hal maziye benzer.” Dolayısıyla hâlihazırda ortaya çıkan bir hadise hiçbir şekilde bağlı olduğu geçmişten ait olduğu sosyal hadiselerden ayrılamaz.
Sebebi bilmeden sonucu anlayamadığımız gibi geçmişi bilmeden de şimdiki cemiyeti bilmek imkânsızdır, “çünkü tarih hâlihazır durumun sebebi mesabesindedir”.