Hem fiili hem içsel olarak yapılması gerekendir. Ibadete insan muhtaçtır. Mide yemek istediği gibi, kalp ve ruh dahi maneviyatla beslenmek ister ve bunun yegane gıdası,; ibadettir.
O eski egemenlik tartışmalarının olmadığı günlerde nasıldı acaba? Anlıyorum karanlıkla, yalnızlıkla, tabiatın envai çeşit dürzülüğüyle baş edebilmek kolay değil. Yağmur yağar, fırtına olur birlikte ya da tek başına zordur bunu göğüslemesi ama nerden çıktı bu boyun eğme meselesi? Ve sonra kültürlenme, bu işi düzene bağlama ve tekrarlama işi nereden çıktı? O soruyu ilk soran çocuk iblis neden bu kadar ağır bir cezayla karşılaştı? Hepimiz tanrının evlatlarıysak acaba gerçekten bilmememiz gereken şeyler mi var? Yoksa bu zamanla evrime uğrayan bir davranış mı? Bin yıl önce piramit inşasında çalışmak da mı ibadet olarak yutturuldu insanlara ya da şimdi Tv izlemek, internete girmek, smartfonun başında saatler geçirmek ya da yeni firavunlar için daha dayanıklı, daha konforlu, daha gösterişli binalar inşa etmek de bir çeşit ibadet mi? Her koşulda bir araya gelip duygu patlamaları yaşamak istiyoruz, kendimizi anlatmak, saygı duyulan insanlar olmak istiyoruz. Bir şeyin yaşayan bir parçası olmak istiyoruz. Bununla başetmeyi öğrendik ama firavunun şcabına musa baktı, putperestliği, düşkünlüğü muhammet parçaladı. Şenlik havasıydı her yer. insanlar dediler ki allahtan başkasına eğilmeyiz. Peki şimdi ne oldu? Yani artık daha çok bir araya gelip bir şeylerin tadını paylaşmak günah mı oldu? Düşküne sahip çıkmak için daha kaç ocak yangın yerine dönecek? insan kardeşim demek için daha bize kaç firavun gerek?
bana kalırsa ki kalmaz ama insanın içinden gelerek yapması gereken kavramdır. örneğin namaza zorla gitmek yerine insanın hiçbir beklentisi olmadan sokak hayvanlarına yiyecek götürmesi bence daha uygundur. dinden mi çıktık lan acaba?
Yaratıcı varlıkla iletişim halidir, iyidir, güzeldir. Mutluluktur, günahlardan arınma kaynağıdır, acayip derecede huzur vericidir. Kişinin hangi dilde, ne şekilde yapıyor olursa olsun Yaratıcı varlık ile arasında olan bir şeydir. Kimse kimsenin ibadetine karışamaz efendim, isteyen yapar istemeyen yapmaz.
yaşamayı oyun eğlence ve bir anlamsızlıktan öte görmeyenlerin yüz çevirdiğidir.
--spoiler--
49. iNSAN, [hayatın] güzel [şeyler]ini isteyip aramaktan asla bıkmaz: kötü bir olayla karşılaşınca da endişeye kapılarak bütün ümitlerini kaybeder. (42)
50. Ama başına bir bela geldikten sonra kendisine rahmetimizden tattırırsak, emin bir şekilde "Bu zaten benim hakkımdır!" der; ve devam eder, "Son Saat'in geleceğini de sanmıyorum: (43) ama eğer [gelirse ve] ben Rabbime döndürülürsem, O'nun katında beni mutlak bir güzellik bekler!" (44) Fakat hakikati (45) inkara şartlanmış olanlara [Hesap Günü] yaptıkları her şeyi apaçık gösterecek ve onlara [bu şekilde] şiddetli bir azap tattıracağız. (46)
(43 - Yani insan, kural olarak, bu dünya sevgisi ile o kadar körleşmiştir ki onun bir gün sona ereceğini hiç aklına getirmez. Burada işaret edilen, ölümden sonraki hayatın gerçekten var olup olmadığı ve insanın mahşerde Allah tarafından gerçekten yargılanıp yargılanmayacağı konusundaki kuşkudur.
44 - insan kendi üstünlüğüne inandığından ("bu zaten benim hakkımdır" sözlerinde ifade edildiği gibi), ölümden sonra gerçekten bir hayat varsa kendisi hakkındaki abartılı görüşünün Allah tarafından teyid edileceğine emindir.
45 - Yani, yeniden dirilmeyi ve Allah tarafından yargılanmayı.
46 - Yani, hayatlarının tümünü kapsayan manevî körlüğün farkına varmaları, öteki dünyada bizâtihî bir azap kaynağı olacaktır: karş. 17:72 -"bu [dünya]da [kalben] kör olan, ahirette[de] kör olacaktır".)
--spoiler--
insanların bir şeyin önünde eğilme, tapınma, dua etme ihtiyaçlarını karşılamak için yapıp ettikleridir. yapmazlarsa cehennemde cayır cayır yanacaklarına inanırlar.
tüm hayatın gerçeği allah'ı bulma ve ibadet etmektir. ötesi yan unsurlardır, oyundur eğlencedir. inancıyla yaşayanın uyuması ibadettir, çalışması ibadettir. birde özel olarak dünya telaşı içerisinde unuttuğumuzda tekrar o'nu hatırlamak için yaptığımız türleri vardır en bilinen manasıyla. yaşam da ölüm de allah için! inancı olmayanın yaşaması ölmesi kendisi içindir özünde. ibadeti kavrayanın varlığı ibadettir.
bazı embesiller tapınmayı ayıp, ibadeti kutsal sayarlar. tapınak yerine ibadethane, tapınmak yerine ibadet etmek falan derler. bunlara biz kısaca "araplaşmış asimile yaratıklar" diyoruz.
ağaca tapan adamın yaptığı ile allaha tapan müslümanın yaptığı arasında hiç fark yoktur, ikisi de birkaç ondakikalık bir faaliyetten sonra; aynı boşluğu ve açlığı hissederler, bu huzur değildir, başka bir şeydir. hadi huzurdur diyelim ağaca tapanla allaha tapanın aynı şeyi hissedebildikleri bir süreç için hangisinin daha doğru olduğu söylenebilir ki.
huzurdur en önemlisi. çokça zaman aradığın ama bulamadığın bir huzur. sancısını çektiğin sevgiliye kavuşmaktır ibadet. ya da seni sevgiliye götürecek yegane yol. dudağına tebessümü düşer aşkın, kalbine coşkusu... ibadet dünyayı anlamaktır, yolu yarılamaktır. vuslattır.
çoğu kez sorulan "allah'ın benim ibadetime ne ihtiyacı var" sorusuna risale i nur'daki izahı insanı tam tatmin ediyor.
BiRiNCi SUAL: Çok tembellerden ve târikü's-salâtlardan* işitiyoruz. diyorlar ki: "Cenâb-ı Hakkın bizim ibadetimize ne ihtiyacı var ki, Kur'ân'da çok şiddet ve ısrarla, ibadeti terk edeni zecredip Cehennem gibi dehşetli bir cezayla tehdit ediyor? itidalli* ve istikametli ve adaletli olan ifade-i Kur'âniyeye nasıl yakışıyor ki, ehemmiyetsiz bir cüz'î hataya karşı nihayet şiddeti gösteriyor?"
Elcevap: Evet, Cenâb-ı Hak senin ibadetine, belki hiçbir şeye muhtaç değil. Fakat sen ibadete muhtaçsın; mânen hastasın. ibadet ise, mânevî yaralarına tiryaklar hükmünde olduğunu çok risalelerde ispat etmişiz. Acaba bir hasta, o hastalık hakkında, şefkatli bir hekimin ona nâfi* ilâçları içirmek hususunda ettiği ısrara mukabil, hekime dese: "Senin ne ihtiyacın var, bana böyle ısrar ediyorsun?" Ne kadar mânâsız olduğunu anlarsın.
Amma Kur'ân'ın, terk-i ibadet hakkında şiddetli tehdidâtı ve dehşetli cezaları ise: Nasıl ki bir padişah, raiyetinin hukukunu muhafaza etmek için, âdi bir adamın, raiyetinin hukukuna zarar veren bir hatasına göre, şiddetli cezaya çarpar. Öyle de, ibadeti ve namazı terk eden adam, Sultân-ı Ezel ve Ebedin raiyeti hükmünde olan mevcudatın hukukuna ehemmiyetli bir tecavüz ve mânevî bir zulüm eder. Çünkü, mevcudatın kemalleri, Sânie* müteveccih* yüzlerinde tesbih ve ibadetle tezahür eder*. ibadeti terk eden, mevcudatın ibadetini görmez ve göremez. Belki de inkâr eder. O vakit, ibadet ve tesbih noktasında yüksek makamda bulunan ve herbiri birer mektub-u Samedânî ve birer âyine-i esmâ-i Rabbâniye* olan mevcudatı âli makamlarından tenzil ettiğinden* ve ehemmiyetsiz, vazifesiz, câmid, perişan bir vaziyette telâkki ettiğinden*, mevcudatı tahkir eder*, kemâlâtını inkâr ve tecavüz eder.
Evet, herkes kâinatı kendi aynasıyla görür. Cenâb-ı Hak, insanı kâinat için bir mikyas*, bir mizan* suretinde yaratmıştır. Her insan için, bu âlemden hususî bir âlem vermiş; o âlemin rengini, o insanın itikad-ı kalbîsine* göre gösteriyor. Meselâ, gayet meyus ve matemli olarak ağlayan bir insan, mevcudatı ağlar ve meyus suretinde görür. Gayet sürurlu ve neşeli, müjdeli ve kemâl-i neşesinden gülen bir adam, kâinatı neşeli, güler gördüğü gibi; mütefekkirâne ve ciddî bir surette ibadet ve tesbih eden adam, mevcudatın hakikaten mevcut ve muhakkak olan ibadet ve tesbihatlarını bir derece keşfeder ve görür. Gafletle veya inkârla ibadeti terk eden adam, mevcudatı, hakikat-i kemâlâtına tamamıyla zıt ve muhalif ve hata bir surette tevehhüm eder* ve mânen onların hukukuna tecavüz eder.
ibadet iki kısımdır. Biri müsbet ibadettir ki, namaz, niyaz gibi malûm ibadetlerdir. Diğeri menfi ibadetlerdir ki, hastalıklar, musibetler vasıtasıyla musibetzede aczini, zaafını hisseder, Hâlık-ı Rahîmine iltica eder, yalvarır. Hâlis, riyâsız, mânevî bir ibadete mazhar olur.
Evet, hastalıkla geçen bir ömür, Allah'tan şekvâ etmemek şartıyla, mü'min için ibadet sayıldığına rivâyât-ı sahiha* vardır. Hattâ bazı sâbir* ve şâkir* hastaların bir dakikalık hastalığı, bir saat ibadet hükmüne geçtiği ve bazı kâmillerin bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçtiği, rivâyât-ı sahiha ve keşfiyat-ı sadıka ile sabittir.
Ne yoga yapacağım, huzur bulacağım diye oradan oraya koşuşturmaya; ne de stresten kurtulma yolları, beş dakikada evet dedirtin gibi kişisel gelişim kitaplarına saatler vermeye gerek vardır. O insan kalbini refaha, huzura erdirendir. Kısacası ibadettir. ***