hayal kırıklığının öteki adı olmaktan öteye geçememiş 2007 yapımı. sinemada izleyipte paranızı çarçur etmeyin derim zira ne görsel efektleri nede kendinden önce yapılmış aynı konulu klişe filmleri bile geçememiş yanlızca yapılan reklamları ve fragmanı sayesinde izleyici bulabilmiş vasat bir yapım.
finalini düsünmezsek, son derece basarılı bir film. birkere will smith tek basına oynayarak filmi götürüyor, kolay değil. köpek de izleyicinin sevgisini kazanıyor, öyle ki onun akıbeti de beklemediginiz kadar etkiliyor sizi. mantık hataları yok değil ama özellikle bitisiyle insanı hayal kırıklıgına ugratıyor. keske biraz düsünülseymis dedirtiyor. yine de izlediginize pisman olmayacagınız bir film.
beklentiden daha cok büyük bi merak ile izledigim ama 28 gün sonra serisini izlemis ve da hastasi olmus biri olarak hic bi tarafiyla beni kesemeyen film. illa olumlu biseyler söylemek gerekiyosa, filmin ilk 10-15 dakikasi sehirde adamin ve köpegin yalnizligini anlatis acisindan enterasandi diyebilirim. hatta söyle bile düsünmeye basladiydim "öyle köpegim olsun yeryüzünde tek kalmisim cok da tin". hele köpek isirildiktan sonra will smith'in kucaginda bi yatisi hatta sanki ona sarilircasina bir hali var ki insan o anda sadece kucaginda öylesine sarip sarmalayacagi bi köpegi olsun istiyo.
belli yerlerde niye böyle oldu dedirten ayrıntılar ve pek de anlamlandıramadığım bitişiyle eksi not alsa da fena olmayan film.izlenebilir ve sonradan niye izledim bunu dedirtmez.
konusuyla olsun akışıyla olsun sizi sizden alan, sürükleyen bir filmdir. etkisinde kalmamak elde değildir. o kadar ki sabah kalktığımda will smith in bacağına saplanan bıçağın acısını hissetmeme sebep olmuştur**.
sıkca koskoca metropollerin tanzanya havasına bürünmüş bir şekilde işlendiğini görmediğimizden olsa gerek girişi ile farklı bir hava berâberinde merak uyandıran will smith filmi. tee independence day'de de bence başarılı idi burada da. herif güçlü görünüyor ve başrol oyunculuğuna son derece yakışıyor. burada ise tek fark filmde doğru düzgün insan yok. will'imiz (sahiplendim çok sempatik)i, sâdık köpeği, filmin sonlarına doğru bir oğlan çocuğu ve "aha şimdi zikişicekler" diye düşünmemize neden olan oğlanın anası. alın size film kadrosu.
ilk başlarda ne olduğunu anlamaya çalışmakla birlikte (spoiler geliyo') olayın resident evil gibi ilerlediğini görüyoruz. zombiler neyin var. tıbbi bir felâket sonucu oluşmuşlar ve hepsi hasta. iğrenç şeyler. zâten insanın dönüştürülmüş hâli hep gerici olur.
ilerleyen dakikalarda kanser hastalığına çözüm olsun diye geliştirilen bir tekniğin beklenildiği gibi gitmediği, yeryüzündeki insanların çoğunun hastalanıp öldüğü, bir kısmının zombi olup karanlıkta yaşamaya devam ettiği, çok azının ise insan gibi kaldıkları anlaşılır. işte bu insan gibi kalanlar için hayat artık half life 2 oyunundaki gibi kale gibi çevrilmiş dar yerleşmelerde devam etmektedir.
will smith'in yalnızlık nedeniyle kafayı yiyip mankenlerle (hani şu yurdum insanının tecavüz ettiği, giyim dükkanlarında kullanılan cansız tipler) sohbet ettiği, her gün şehrin iskelesinde radyo yayını yapıp "yalnız değilsiniz gelin sizi doyurabilirim" falan demesi izleyicinin içine dokunmakta, psikolojik göndermeler yapmakta.
filmin sonu ise bi' acayip. resmen film yandı falan zannettim. öyle bir anda bitiyor ki seyreden filme 2. bir ara girdi sanıyor. çat diye bir son, yani olaylar çözüme kavuşmuyor sadece will'in bulunduğu mekan üzerine işlenmiş senaryo. yâni ne zombilere çözüm bulunuyor ne de dünya'ya.
izlenir ama, hayvani boyutlarda kötü eleştiriler gördüysem de izlenir diyorum.
ayrıca aynı isimli bir de arch enemy şarkısı vardır, pek güzel.
garip bir şekilde dişi ve erkek yaratıkların hepsinin aynı yüze sahip olduğu filmdir. tam üç kere izledim ve flashbackler yerli yerinde ve hikaye freytag üçgenine tam uygun olmasa da oturmuş diyebilirim.
bir ara yükselen distopik film halkasına eklenmiş yeni bir adım. çok bilinen bir iki konuyu bir araya getirip bize yeni gibi dayıyorlar. artık distopik film çekmenin öncü koşulu insan ırkını yok etme klişesine dayandı. biraz geliştirin şu senaryoları.
nolu entry yi yönetmene yollamamdan sonra yönetmenin ellerinden öperim abi cevabı ile bu hatamı telafi edeceğim mektubu beni umutlandırmıştı. ve alternative ending i ile kendisine verdiğim ayarın bir neticesini almış olmanın dayanılmaz hafifliğini yaşamaktayım.
şaka bir yana bu kadar güzel bir filme bu kadar s2ndirik bir son yakışmamıştı. alternative ending li versiyonunu indirdim ilk fırsatta izleyeceğim bakalım nasıl bir ayar almış sevgili Francis Lawrence .
orijinallik aranan bir film, ancak şöyle bir durum var, bu filmlerin babası zaten bu senaryo. i am legend richard mathenson tarafından yazılmış bir bilimkurgu kitabı, ve daha önce the last man on earth(1964) ve omega man(1971) olarak iki kez sinemaya aktarıldı bu kitap, bu üçüncü çevirim. orijinalliğe sahip olan filmler bunlardır, diğer filmler benzeri konularıyla bu senaryodan esinlenmişler, vampirli kurtadamlı zombili enteresan bi yığın şey çıkarmışlardır.
ha derseniz ki film güzel midir? yani, işte, ehh, der geçerim, izlediğim vakte yazık olmadı en azından. bu arada bana göre alternatif sonu daha başarılı.
ekleme bir film olmuş resmen. will smith bob marley felsefesini, shrek severliğini, bi yerde william wallace ifadesini her ne kadar filme yaymaya çalışsa da. -işte böyle diyosun, kaç milyon dolarlık filmi iki dakikada harcıyorsun adamım.- mesaj kaygısı güdülmüş, bu yüzden ekleme olmuş. filme tam anlamıyla bu mesajlar yedirilmemiş, bu yüzden ekleme olmuş. hani olacak o kadar mesaj sekansı bile daha faydalıdır, o denli. bu tür filmleri de ısıtıp ısıtıp önümüze koyuyorlar ya, olmuyor işte. hele de obez bir toplumu o denli atletik yaptılar, zeki ve kıvrak hareketler eklediler ya, kendi içinde harmanlayacaksın ki zevk alabilesin filmden.
şimdi filmi bu zombi-vampir karışımı lain ırkın virüsle ileri yönde bir mutasyona uğradığı ön kabulüyle izleseydik, hatta yanımızda bir adet panik atak kız olsaydı olaylara bakış açımız değişirdi. ailesini kaybetmenin verdiği bir intikam duygusu, yalnız yaşayıp da bir anda onu kurtaran ablaya ilk çıkışları falan, bir de çekmecede her ihtimale karşı bir el bombası bulundurması gibi kurgular artık izleyiciyi sarmıyor. insanlar istiyor ki, resident evil misali gerizekalı zombilerle savaşılsın, aptal aptal dövüş teknikleri sergilensin, feminist damarlar şişirilsin falan.
bir de şu tecrübeyle sabittir ki; bir filmi türkiyeye gelmeden altı ay önce falan izlemeyeceksin. ulan millet onu konuşuyor, sen "sizin keşfettikleriniz benim terkettiklerimdir" havasıyla yürüyorsun caddelerde; senkronizasyonu tutturmak elzem. yorumun da filmin gelişiyle gelmeli ki izleyen de izlendikten sonra açıp yoruma baktığında "aha ben dediydim" diyebilsin...
ha bir de 28 gün/hafta sonra gibi bağıl olmayan filmler -karakter bakımından- göz önüne alındığında bu filmin de serisi yapılır diye de demeden edemiyor insan...
yine virüs, yine zombi, yine insansız bir dünya... bence filmin tek artısı, doğanın insansız topraklarda yeniden yeşermesiydi. bunun dışında bildik sahneler.