dalgın dalgın yürüyordum. tam kahvehanenin önüne yaklaştığımda iki küçük ayakkabı boyacısı yaklaştı. biri bir bacağımı, diğeri ötekini sımsıkı yakaladı. ikisi de ayakkabılarımı kendisinin daha iyi boyayacağını iddia edip yalvarıyorlardı. belli ki ikisi de çok fakirdi. ben, işi hangisine yaptırsam diye düşünürken onlar, rekabete düşmüş iki otobüs çığırtkanı gibi çırpınıp duruyor, adeta birbirini yiyordu.
biri, "önce ben gördüm" diyor, öbürü, aksini iddia ediyordu. tabii bu arada hakemlik görevi de bana düştü.
hüseyin on üç yaşındaydı, orta bire gidiyordu. dersleri hayli kötüydü..
murat, on bir yaşında olmasına rağmen daha ilkokul üçteydi. belli ki ekonomik nedenler yüzünden okula geç gönderilmişti. ikisi de soğuktan üşümüştü. benimle konuşurken küçücük ellerini ceplerine sokuyorlardı.
karar vermek için sormaya devam ettim. "kaç para kazandınız, bugün?." murat: "yirmi beş bin lira kazandım. otuz bin liram olsun be ağbi. hüseyin: "ben de yirmi beş bin lira kazandım ama on bin lirasını ağbime vercem." kararsızlık içindeydim, hâlâ. yazı turaya karşıyım ya..
bu işe şans girmemeli. birinin eksik tarafını bulmalıydım ki ona boyatayım ayakkabılarımı.
ekonomik ve sosyal yaşantılarını incelemeye devam ettim.. ikisinin de tezgâhı derme çatma birer küçük tahta kutuydu. boya sandığıyla alakası yoktu. muratlar dokuz kardeşti, hüseyinler üç.. muratların iki katlı evi vardı, hüseyinler kirada.. murat'ın babası terlik satıyor, annesi çalışmıyordu. hüseyin'in anne ve babası ayrı ayrı fabrikalarda işçiydi.. çocukların artı ve eksileri denkti.. olmuyor, bir açık bulamıyordum. paraları ne yapacaklarını sordum, son bir gayretle.. murat: "anneme vercem, bayramlık alcaz!.." hüseyin: "defter alcam." ikisi de bıkmadan ve sıkılmadan benim bu tatlı oyunumu sürdürüyordu.
ne yapacağımı şaşırmıştım. ben düşünürken, "birini ben, öbürünü murat boyasın" dedi hüseyin.. kendileri anlaştıkları için hemen kabul ettim. benden iki bin beşer yüz lira alacaklarını söylediler. küçüğü burnunu sık sık çekiyordu. büyüğün üzerinde mont yoktu. çok üşüdükleri her hallerinden belliydi.
kahveciye iki çay söyledim. onlar kafalarını kaldırmıyorlardı bile işlerinden.. boya, fırça derken çaylar geldi. daha fazla dayanamadım. "haydi bakalım çay molası!." çocuklar neye uğradıklarını şaşırdılar. ilk defa çay molası vereceklerdi. sanki onlara milli piyangodan ikramiye çıktığının haberini vermişim gibi şaşkın bir sevinç yaşadılar..
"boya bitsin ondan sonra ağbi" dediler. kabul etmedim. nazik ve utangaç bir tavırla aldılar çaylarını. murat: "oh!. çok sıcak lan. dilim yandı" dedi.
hüseyin sabırsızlıkla: "valla ne iyi geldi. içim ısındı be" diye sevinç çığlığı attı. çaylarını içince, hemen bitirdiler boyamayı. garajda elli bin liraya ayakkabı boyayan adamlardan daha güzel boyadılar ayakkabılarımı. çünkü kalpleri öylesine temizdi ki.. kendilerine uzatılan sıcak bir el onları coşturmuştu. az önce işi kapma rekabeti içinde birbirlerine yüklenen bu iki yumurcak süngerlerini, boyalarını, fırçalarını ve kadife bezlerini paylaşmışlardı, şimdi.
paralarını uzattım.. "yok ağbi olur mu öyle şey" dediler. uğruna kapıştıkları parayı da geri çevirerek.. donakaldım.. gözlerim buğulandı. öyle tatlı bir ortam doğmuştu ki.. "alın şunları bakayım, yoksa çekerim kulaklarınızı" dedim. çekeceğime inandılar. "sağol ağbi" deyip aldılar. "bakın geç oldu. hava da iyice soğudu, hemen evlerinize gidin çocuklar" dedim. keyifle fırladılar yerlerinden.. arkalarından bakarken, düşündüm..
"kaynaşmamız ve paylaşma duygusunu yaşamamız için ille de bir iç savaşın çıkmasını beklememiz ne kadar anlamsız.
birazcık iyi niyet, bir sıcak yaklaşım, mucize olmasa da, bir şeyler yaratıyor işte.."
Çocuk mendil satarak kazandığı son para ile dondurma almıştır, aldığı dondurmayı keyif ile yerken eli külaha takılır ve dondurma yere düşer. Çocuk üzülür ve dondurmasının yerden alır, üstünü sıyırdıktan sonra yemeye devam eder.
içki ,sigara, alkol, kadın ve birtakım otlar düzgün beşgeninin ağırlık merkezinde gecmiş bir ömrün kısır döngüsü ve yorgunluğuyla enteresan sebepler kapılarından gecip yolum kabeye düşmüştü...
Enteresan bir enerjisi olan bu coğrafyada günahlarımın ağırlıgıyla daha bir mahcubiyet, buyuk bir pişmanlık girdabı ićimde hortum yaparken,bende dönerken buldum kendimi kabe etrafında...
Hiçlikle varlık arasında diğerlerini taklit ederek namaz kılmaya çalıstım. Bildigim tek bir süre yoktu..söyleyecek sözümde yoktu..sessiz gözyaşları vardı..
Birgün o kalabalığin icinde kücük bir çocuk babasını kaybetmiş feryad ediyor kendi etrafında deliler gibi dönüyordu.. birden insanoglu nezdinde kendi halimi hissettim..dünyanın ićinde bir o yana bir bu yana doğruyu ararken yanlız ve çaresiz hissettim kendimi...sonra bir kelime içimden arşı titretir gibi sessizce dudaklarımdan döküldü..
'Allah'
oldum olası vücutlarında akrobasik hareketler yapan elemanlara bakamam. içim kamaşır. bi gün dersteykene elemanın biri kalemle akrobasik hareketler yapmaya başladı. dedimkine elini düzelt evladım. eleman kıpkırırmızı oldu gömleğinin kolunu çekti. meğerrrr tek elinde problem varmış bikaç parmağı yok olanı da yapışık. ulaaaaaaaaaaaaaaaa öleydim daaaa iyiydiii. tüm sınıf sessizliği bnm kırmızılığım dikkate şayandı. ben diğer elinde kalemle yaptığı harekete demiştim ama sonuçta o nasıl anladı ve kendini rezil olmuşl hissetti. ve ben tekrar konu açılmasın daha çok üzülmasin diye özür bilem dileyemedim.
tanıdğım yaşlı bi teyzem vardı. eşi ölmeden önceki gece saçlarını örmüş. kadıncağızda aylar boyunca saçlarına kimseyi dokundurtmamış, yıkamamış. eşinin ördüğü o örgüler kalmış saçlarında.