Tek kelimeyle muhteşem çünkü muhteşem anlamına gelen diğer kelimeler bunu bu kadar iyi anlatamazdı muhteşem Zülfü livaneli herzaman beklentimin çok çok üzerinde eserler veriyor diğer yazar ve sanatçıların aksine eskimiyor tekrara düşmüyor bizde Tabiki değerini biliyoruz. Muhteşem.
Zülfü livaneli'nin son kitabı.kısa ve akıcı bir kitap.hikaye sürükleyici.bi çırpıda bitiyor.bazı bölümlerde dialoglar çok kısa.zilan'ın öyküsü kahredici derecede ızdıraplı.o bölümde ciddi anlamda huzursuzluk yaşadım.ezidilerin yaşadığı sıkıntıları tarih adına not düşmek için okunmalı.
Gece. koca bir anlamsızlık. açık pencere ve o pencereden giren rüzgardan bulmaya çalıştığın huzur. hiçlik. kurgular. tükenmişlik ve her şeyin son bulması isteği. gözleri kaparken tedirgin olmak. düşüncelerden kurtulamamak. Huzursuzluk Derin bir karanlıktır. bedeninizi bırakıp kaçıp gitme isteği uyandırır.
"Harese nedir bilir misin oğlum? Arapça eski bir kelimedir. Bildiğin o hırs, haris, ihtiras, muhteris sözleri buradan türemiştir. Harese şudur evladım: Develere çöl gemileri derler bilirsin, bu mübarek hayvan üç hafta yemeden içmeden, aç susuz çölde yürür de yürür; o kadar dayanıklıdır yani. Ama bunların çölde çok sevdikleri bir diken vardır. Gördükleri yerde o dikeni koparır çiğnemeye başlarlar. Keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. Tuzlu kan dikenle karışınca bu tad devenin daha çok hoşuna gider. Böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunmazsa kan kaybından ölür deve. Bunun adı haresedir. Demin de söyledim, hırs, ihtiras, haris gibi kelimeler buradan gelir. Bütün Ortadoğu’nun âdeti budur oğlum, tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kanının tadından sarhoş olur.
Ne diyorsun, kulaklarım eskisi kadar işitmiyor artık, biraz yüksek sesle konuş. Evet, evet IŞiD denilen bela da bu işte. Kanlı toprakların, kanlı teşkilatı. Hüseyin’i de onlar vurdu zaten. Heyecanlanma, hepsini anlatacağım sana ama yavaş yavaş. Acele yok. Erişir menzili maksuda aheste giden, evladım. Mehmet’in arkadaşlarından kimi talihsiz çıktı, Raif gibi, Hüseyin gibi. Kimisi de senin gibi büyük adam oldu. Kader işte. Bütün Mardin iftihar ederiz seninle, Hüseyin’le de iftihar ediyorduk ama harese kurbanı oldu çocukcağız. Sen iyi ki istanbul’a gidip kurtardın kendini evladım. Annen baban erken vefat etti, Allah hepsine gani gani rahmet eylesin, ama sen kendini yetiştirdin, büyük işler başardın.
Evet oğlum, neyi merak ettiğini biliyorum. Hüseyin’in başına bu işleri açan kızı öğrenmek istiyorsun. Yani Yezidileri, şeytana tapanları.
Bak oğlum, bir kere Yezidi sözünden başlayalım. Bu insanlar Yezidi değil Ezidi’dir. Altı bin yıllık bir dinleri vardır, Yahudilikten de öncedirler, Hıristiyanlıktan da, Müslümanlıktan da. Bu konuda bende çok ciddi kitaplar var ama Arapça yazı okuyabiliyor musun? Tahmin etmiştim, Mehmet de öyle. Sizin nesil pratik Arapça konuşuyor ama okuma yazma diliniz Türkçe. Neyse, sana anlatayım. Ezidiler, günde üç kere güneşe dönüp dua ederler. Bazıları köklerinin eski güneş dinine dayandığını söylüyor. O kadar eski bir din ki herkes başlangıcını unutmuş. Bizim burada Süryani manastırları var ya, Deyrulzaferan’ın altında bir Güneş Tapınağı vardır, dört bin yıl önce yapılmış, oraya da dua etmeye giderler. Bunların inancına göre Tanrı ve yedi melek vardır. Başmelek de Melek Tavus’tur yani onların söyleyişiyle Tavusê Melek. Evet, tavuskuşu biçiminde bir melek. Başmelek, Tanrı insanı yaratıp da ona secde etmesini istediği zaman bunu reddetmiş, ben ateşten yaratıldım, o topraktan; ona secde etmem, o bana secde etsin, dediği için cennetten kovulmuş. işte şeytan lafı buradan çıkıyor. Daha sonra gelen dinlerde şeytan da cennetten kovulduğu için Melek Tavus’un şeytan olduğunu sanmışlar. Bunları da şeytana tapar ilan etmişler. Oysa Melek Tavus cennetten kovulduktan sonra yaptıklarına pişman olmuş, yedi bin sene gözyaşı dökmüş, dünyadaki bütün ateşleri söndürüp bütün denizleri doldurmuş. Bunun üzerine de Tanrı yani Ezd onu affedip, tekrar yanına almış, başmelek yapmış. Ezidilerin inancı böyle oğlum. Melek Tavus’u kutsal sayarlar, şeytan sözünü ağızlarına almazlar. Melek Tavus’un iyi mi kötü mü olduğunu sorarsan, hem iyi hem kötüdür cevabını alırsın, yani hem iyiliğin, hem kötülüğün meleği. iyi insanlardır ama şeytana taptıkları sanıldığı için tarih boyunca zulüm görmüşler, bir türlü iflah olmamışlardır, soyları azalmıştır. insanlık ağacının kırılmış dallarıdır bu zavallılar. Kendileri de öyle söylerler zaten, “insanlık ağacının kırılmış dalıyız” derler. IŞiD geldikten sonra yeni bir katliam başladı. Onların köylerini bastılar, erkeklerini öldürdüler, kafalarını kestiler, yaktılar; kızları, genç kadınları alıp cariye yaptılar, tecavüz ettiler, çocuklarını da Ezidi düşmanı olarak yetiştirmeye başladılar. Çok zulüm oldu oğlum, çok. Kaçabilenler, mukaddes dağları Şengal’e kaçtı, sonra da sınırdan geçip Türkiye’ye girdi. Ayrı kamplarda kalırlar. Zavallılar, zavallı insanlar, çektiklerini görsen için hun olur.
Gelelim senin en çok merak ettiğin şeye, yani Hüseyin’e ve Meleknaz adlı o kıza. Hüseyin’i çağırdım buraya, konuştum, nasihat ettim. Bu Ezidi kızla evlenemeyeceğini, bunun hem Müslümanlar, hem öteki dinler, hem de bizzat Ezidiler tarafından yasaklanmış olduğunu anlattım. Ama onlar çok iyi insanlar Fuat Amca dedi, yürekleri çok temiz; Meleknaz’ı görsen…
Biliyorum oğlum dedim, şeytana tapma hikâyesinin saçma olduğunu da biliyorum, iyi insanlar olduklarını da ama gelenek böyle, ben seni Mardin’den korumaya çalışıyorum, seni de o zavallı kızcağızı da, kör doğmuş bebesini de. Biliyorsun burada çok IŞiD’çi var, seni de kızı da yaşatmazlar."
Fazlasıyla huzursuzum. içim nedense bir türlü rahat etmiyor. Sanırım olsun diye çırpındığım şey benim için hayırlı değil. Uzun zamandır kendimi hiç bu kadar huzursuz hissetmemiştim.
Hayatta her şeyin bir sebebi olduğuna inanırım. Acaba yanlış mı yapıyorum korkusu sarmaya başladı.
Geçsin ve bitsin. Sonu ne olucak bilmiyorum ama umarım verdiğim kararlar doğrudur.
uyutmuyor anasını satayım. huzursuzluk yaratacak o kadar çok şey var ki. en yakında olduğu için "final haftası" mesela.
sonra aileden birinin hastalığı. evin kirliliği ve temizlemeye mecalinin olmaması var. kendini hiç unutturmayan eski sevgilinin özledim mesajı gibi arada sırada akla gelip geren "gss prim borcu" var. bilakis eski sevgiliden gelen özledim mesajı var, diğer yandan gelen bi' "özledim" mesajı yok. boşluk var, kimsesizlik gibi. sanırım ailem hayatta olmasa, benim hayatta olduğumu sikine takacak bir insan yok. yani ailemle konuştuktan sonra gün boyunca telefonumu kaybetsem yada koyduğum yerden kaldırmasam kaybettiğim bi' şey olmuyo. 26 aralık bugün, ben 20 haziran civarı bi' ara başlayacağım işte, otelin şartları ne olacak, kimlerle çalışacağım diye kendimi gerebiliyorum. sonra bir de "senden başka herkesin sevişiyo olması" düşüncesi var. en terleteni de eski sevgilinin sevişiyo, seviliyo olması. yeni insanlarla tanışmaya gram isteğinin olmaması var. yıllarca babanın haline, tavırlarına küfür edip, yıllar sonra adamın birebir aynısı, suratsız bi' herife dönüşmüş olmak var. benim gibi insanları hayata döndürmek, bi' şeylerden zevk almasını sağlamak o kadar zor ki. en hayat dolu olanınıza bile " yeter lan ne bok yersen ye" dedirttiğimi bilirim. suratına bakılmayacak bir tipim yok, hatta türkiye koşullarında inceden yakışıklı bile sayılabilirim. * ama hiç bir insanı terketmedim aksine hep terkedilen ben oldum. bunu da tipime değil suratsızlığıma ve ruhsuzluğuma bağlıyorum, yersen. bu durum bile bi' huzursuzluk benim için. her şey senin elinde değiştirmek için diyolla, elimde belki eyvallah da, içimde gram istek yok.
tekrar başa dönersek okulun ne zaman biteceği ve bittiğini düşününce oluşan belirsizlik var. tüm bunları düşününce sanırım bunların hepsinin tek kaynağı, ana konumuz "final haftası". yani bütün bu huzursuzluk sebeplerini düşünüyo olmam final haftasının yarattığı gerginlikten. bakarsan bir aya kalmadan dayı olucam, ne güzel bi' şey değil mi ?
bakamıyorum işte. böyle de kahpe çocuğudur final haftası.
idealist hezeyanıdır.
tüm şeylerden önce olanın en mükemmel olduğu fikri yeniden ona kavuşma beklentisiyle birleşince hiçbir şey güven vermez olur, kendini zavallı gibi hissetmek ise kaçınılmazlaşır. en huzursuz insanların dindarlar arasından çıkması bundandır, en ufak inanç bile insanı o meşhur boşluğun içine atar; üstesinden gelmek için çeşit çeşit zaman geçirme taktiklerini ise din onlara öğretir. dinleri bir dakikalarını olsun boş bırakmaz ki içine düştükleri çukur akıllarına gelmesin. bunun içindir ki dindarlar "hayatımı din düzenlesin" diye ağlarlar, çok sevdiklerinden değil başka çareleri olmadığından.
materyalistler ise her şeyin maddi olduğu temelinden hareketle her şeyin her an değişmekte olduğunu bilirler ve değişmez evrenin yaydığı huzursuzluktan etkilenmezler, sürekli değişen bir halde insanın canı sıkılmaz ki kendini oyalamak için içten içe talep duysunlar; çok fazla heyecan vardır zaten hayatlarında, yaşamak bile yeterlidir coşmak için.
hasılı huzursuzlar kendi kendilerine yarattıkları tatminsiz halden o kadar şikayetçilerdir ki bunu her şekilde yok saymakta, materyalistlerin içlerindeki boşlukta kaybolduğunu iddia etmektedirler.
gerçekten çok komik öyle değil mi?