Gece. koca bir anlamsızlık. açık pencere ve o pencereden giren rüzgardan bulmaya çalıştığın huzur. hiçlik. kurgular. tükenmişlik ve her şeyin son bulması isteği. gözleri kaparken tedirgin olmak. düşüncelerden kurtulamamak. Huzursuzluk Derin bir karanlıktır. bedeninizi bırakıp kaçıp gitme isteği uyandırır.
"Bu dünya bir penceredir. Her gelen baktı geçti." diye tekrarlıyorum durmadan. Felsefe bundan başka nedir ki diyorum; raf çökerten onca kitap, onca üniversite, anlı şanlı felsefe profesörleri, sözümona varlığı sorgulayanlar bundan başka bir şey söyleyebilirler mi?
uyutmuyor anasını satayım. huzursuzluk yaratacak o kadar çok şey var ki. en yakında olduğu için "final haftası" mesela.
sonra aileden birinin hastalığı. evin kirliliği ve temizlemeye mecalinin olmaması var. kendini hiç unutturmayan eski sevgilinin özledim mesajı gibi arada sırada akla gelip geren "gss prim borcu" var. bilakis eski sevgiliden gelen özledim mesajı var, diğer yandan gelen bi' "özledim" mesajı yok. boşluk var, kimsesizlik gibi. sanırım ailem hayatta olmasa, benim hayatta olduğumu sikine takacak bir insan yok. yani ailemle konuştuktan sonra gün boyunca telefonumu kaybetsem yada koyduğum yerden kaldırmasam kaybettiğim bi' şey olmuyo. 26 aralık bugün, ben 20 haziran civarı bi' ara başlayacağım işte, otelin şartları ne olacak, kimlerle çalışacağım diye kendimi gerebiliyorum. sonra bir de "senden başka herkesin sevişiyo olması" düşüncesi var. en terleteni de eski sevgilinin sevişiyo, seviliyo olması. yeni insanlarla tanışmaya gram isteğinin olmaması var. yıllarca babanın haline, tavırlarına küfür edip, yıllar sonra adamın birebir aynısı, suratsız bi' herife dönüşmüş olmak var. benim gibi insanları hayata döndürmek, bi' şeylerden zevk almasını sağlamak o kadar zor ki. en hayat dolu olanınıza bile " yeter lan ne bok yersen ye" dedirttiğimi bilirim. suratına bakılmayacak bir tipim yok, hatta türkiye koşullarında inceden yakışıklı bile sayılabilirim. * ama hiç bir insanı terketmedim aksine hep terkedilen ben oldum. bunu da tipime değil suratsızlığıma ve ruhsuzluğuma bağlıyorum, yersen. bu durum bile bi' huzursuzluk benim için. her şey senin elinde değiştirmek için diyolla, elimde belki eyvallah da, içimde gram istek yok.
tekrar başa dönersek okulun ne zaman biteceği ve bittiğini düşününce oluşan belirsizlik var. tüm bunları düşününce sanırım bunların hepsinin tek kaynağı, ana konumuz "final haftası". yani bütün bu huzursuzluk sebeplerini düşünüyo olmam final haftasının yarattığı gerginlikten. bakarsan bir aya kalmadan dayı olucam, ne güzel bi' şey değil mi ?
bakamıyorum işte. böyle de kahpe çocuğudur final haftası.
zülfü livaneli' nin son kitabı. çocukluğu mardin' de geçen bir gazetecinin , çocukluk arkadaşının ölümü üzerine mardin’ e gidişini, çocukluk anılarını, eski ve yeni mardin' i anlatan duygusal bir hikaye. tüm zülfü livaneli kitapları gibi çok güzel.
Zülfü livaneli çok sevdiğim bir kitap olan "huzursuzluğun kitabı" yazarı pessoa'ın bir sözüyle başlar:
Şu küçücük dünyada herkes incitilmiş, isimsiz, herkes yanlış yerde.
Kitap kendine hızlıca sarıyor fakat okunması şart değil. Yezidilerle ilgili bilgi sahibi oluyorsunuz, mültecilerle, can pazarıyla, yoksullukla.
"harese nedir bilir misin oğlum? arapça eski bir kelimedir. bildiğin o hırs, haris, ihtiras, muhteris sözleri buradan türemiştir. harese şudur evladım: develere çöl gemileri derler bilirsin, bu mübarek hayvan üç hafta yemeden içmeden, aç susuz çölde yürür de yürür; o kadar dayanıklıdır yani. ama bunların çölde çok sevdikleri bir diken vardır. gördükleri yerde o dikeni koparır çiğnemeye başlarlar. keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. tuzlu kan dikenle karışınca bu tat devenin daha çok hoşuna gider. böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunmazsa kan kaybından ölür deve. bunun adı haresedir. demin de söyledim, hırs, ihtiras, haris gibi kelimeler buradan gelir. bütün ortadoğu’nun âdeti budur oğlum, tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kanının tadından sarhoş olur."