Aradığın yeri bildiğinde aslında onu bulmak çok kolaydır. Bazen bir çay yudumu , bazen üflediğin bir sigara dumanı , bazen ise kulağına gelen mutlu bir melodi. Büyük sıkıntıları aşarak ona ulaşmak zordur ama bunu başarmak azimle gerçekleşir. Önemli olan yalın ayak geçtiğin bu yoldan ayağına çamur bulaşmamasıdır ya da kalıcı olmaması , temizlenmesi. Yolda yürürken hiç bir şeyi es geçmeyin , içinizde kuşku olmasına izin vermeyin. Sorunlar kanser hücreleri gibidir. Biraz bile kalsa çoğalır ve büyürler. Tamamını sindirirsen sorunların , hazımsızlık yapmaz. Huzura ulaşmak için ufak şeylere bağlanırsın sonra. Huzur ekmeğini kırdığında sofra bezi üzerine düşenler mutluluk kırıntılarıdır. En önemlisi huzur kendini bilmektir. Ne olduğunu ve nerden geldiğini bilmek . En büyük huzursa tek olana hayırlı bir kul olabilmektir
Ahmet hamdi tanpınarın içinde ağır psikolojik tahliller içeren fakat okurken bir o kadar da keyif veren romanı. başka bir ifadeyle huzursuzluğun romanı. türk edebiyatının baş yapıtlarından kabul edilir ki bence de öyledir. olay akmaz sürüklemez ama sizi hikayenin içine çekip alır.
şüphesiz kılınan namaz, yapılan herhangi bir ibadet yada iyiliğin hemen akabinde sahip olunandır. ha bir de omuzdur tabi.
p.s: çok çeliştim farkındayım.
saatleri ayarlama enstitüsü gibi ( kadarı değil ) "insan"ı ve etrafını, etrafını algılayışını, hayatı sorgulayan muazzam bir ahmet hamdi tanpınar romanı.
romandan inciler:
ilk kısmı benden decartes'a gitsin..
"insanoğlunun ıstırabı kadar tabii ne vardı!şuurla var olmayı, gerçekten var olmayı ödüryordu. fakat insanoğlu bununla kalmıyor, bu büyük, değişmez zaruretin yanında kendi de yeni baştan talihler icat ediyordu. yaşıyorum diye başka ölümler yaratıyordu. hakikatte bunlar hep o varlık vehminin çocuklarıydı. çünkü hakiki ölüm ıstırap değildi, kurtuluştu; hepsini, hepsini bırakıyorum, sonsuzluğa karışıyorum. aklın bittiği yerde parlayan büyük incinin kendisi oldum;ondan bir zerre değil, kendisi. aklın serhaddinde hiçbir aydınlığın gölgelemediği yerde kendi içinde aydınlık, pırıl pırıl tutuşan bir su nergisiyim. fakat hayır, o bunu diyeceği yerde " madem ki düşünüyorum. o halde varım, madem ki duyuyorum o halde varım, madem ki harp ediyorum o halde varım, madem ki ıstırap çekiyorum, o halde varım, sefilim varım, budalayım varım!" diyordu "
" insanoğlu doğduğu günden itibaren mağluptur, şefkate muhtaçtır"
aklınızdaki soru işaretlerinin uçup gittiği an ile vuku bulur. hani hep sorunu kendinizde ararsınız, kendinizi suçlarsınız, kendinize kahredersiniz de aslında sorunun sizde olmadığını anladığınızda kuş kadar özgür olursunuz; işte bu huzurdur. bundan sonrası şükür; kurtulduğunuz için.
arapçadaki "hudûr" kökünden gelir. KÖkensel manası hazır olma, mevcut olma, şimdi ve burada olmadır. Dolayısıyla huzurlu olmak ta bulunduğumuz ana odaklanıp onun keyfini çıkarabilme derecesine bağlıdır. Ancak araya geçmişten ve gelecekten gelen parazitli sesler girdiği için huzurlu olunamamaktadır.
Bir ankete cevap yazdığım zaman o an dünyanın en mutlu en huzurlu insanı oluyorum. kızgın kumlardan serin sulara atlar gibi, ekmeği tuza banıp yer gibi.