hutbe-i şâmiye bediüzzaman hazretlerinin 1911de şamda emeviye camiinde ulemanın ısrarı üzerine yüz ehl-i ilim ve yaklaşık on bine yakın cemaat karşısında îrad ettiği bir hutbedir. arapça irad edilen bu hutbe, şamda peş peşe iki defa basılmış, bilâhare 1922de istanbulda üçüncü defa basılmış; daha sonraki yıllarda üstadın bizzat kendisi tarafından türkçeye yapılan tercümesi binlerce defa basılmıştır.
bu hutbede bediüzzaman, islâmiyetin maddî-manevî üstünlüğünü önemle vurgular ve islâmiyetin geçmişte de, günümüzde de, gelecekte de bütün hâdiselere mutlak sûrette hâkim olduğunu ispat eder. bediüzzamana göre; avrupalılar ve ecnebiler yükseldikleri halde, müslümanların maddî cihette orta çağda durmaları altı hastalıktan kaynaklanmaktadır. bunlar şunlardır: 1- ümitsizlik, 2- doğruluğun ölmesi, 3-adavete muhabbet, 4- ehl-i imanı birbirine bağlayan nurânî bağları bilmemek, 5- istibdat, 6- şahsî menfaat düşkünlüğüdür.
bu altı hastalığa, altı maddede çareler sunar said nursî hazretleri: ümitsizliğin çaresi emeldir. yani allahın rahmetinden ümit kesilmemelidir. doğruluğu sosyal hayatımızda ihyâ etmeliyiz. muhabbete mutlak sûrette muhabbet duyulmalı; adavete adavet beslenmelidir. müslümana adavet asla beslenmemelidir. millet ve memleket menfaati mutlak sûrette şahsî menfaatin önünde tutulmalıdır. meşveret, şûrâ ve hürriyet muhakkak tesis edilmelidir.
bu altı maddelik reçeteyi ayrı ayrı izah eder bediüzzaman. en fazla emel üzerinde durur ve müslümanların, üzerlerindeki ümitsizlik ve yeis tozlarını silkmelerini ister.
islâmiyet gibi cihan-şümûl bir dînin mensupları aslâ ümitsizlik içine girmemelidirler. ümitsizlik islâmiyetin özü ve ruhu ile taban tabana zıttır. allahın rahmetinden nasıl ümit kesilebilir? islâmiyetin hem mânen, hem de maddeten terakkî etmeğe istidadı ve kabiliyeti mükemmel derecededir.
üstad hazretleri buraya daha sonra koyduğu haşiyede, ilginç bir şekilde, kuzey avrupa devletlerinden isveç, norveç ve finlandiyanın dinsizliğe karşı sed olmak üzere kurânı kabul ettiğini; ingilizlerin kurâna ilgi duyduklarını; amerikanın da dinî hakikatlere taraftar olduğunu nazara verir. 2000li yıllarda bugün avrupaya ve amerikaya baktığımızda aynı istikametin devam ettiğini, hayra, hukuka ve kemâle doğru kararlı bir yükselişin kesintisiz sürdüğünü görmek, elli sene önce yapılan o tesbitlerin ne kadar isabetli olduğunu göstermektedir.
bir özeleştiri yapar bediüzzaman kitabın devamında. bizim, islâm ahlâkını ve iman hakikatlerinin kemâlâtını fiillerimizle izhar etmemiz hâlinde, sair dünya milletlerinin cemaatlerle islâmiyete gireceklerini hem müjdeler, hem de bize yükümlülüğümüzü hatırlatır.
sürekli akla ve ilme vurgu yapan ve değer veren kurânın, aklın, ilmin ve fennin hükmettiği istikbalde söz sahibi olacağını, doksan yıl önceki hutbesinde müjdeler.
geçmişte islâmiyetin bütün dünyaca anlaşılmasını önleyen mânialar olduğunu belirten said nursî hazretleri, ecnebilerin cehaleti ve dinlerine taassubu ile papazların tahakkümünü bunların başında sayar. ve beşerde uyanan fikir hürriyeti ile hakikati arama meylinin bu mâniaları kırdığını kaydeder. bizdeki engellerin ise istibdat ve kötü ahlâkımız ile yeni fenlere islâmiyetin muhalif zannedilmesi olduğunu esefle beyan eder. bu mâniaların da hakiki marifetle aşılacağını ve islâmiyetin dünya medeniyetinde lâyık olduğu yere geleceğini müjdeler.
keza kurânın yer verdiği peygamber kıssalarını yeni bir yorumla ele alan bediüzzaman, bu kıssaların insanoğluna maddî terakkî kapısını ardına kadar açtığını örneklerle izah eder. kurânda, peygamberlerin manevî noktadan olduğu gibi, maddî noktadan da beşeriyetin birer kılavuzu olduklarının vurgulandığını söyler. başka bir ifadeyle, kurânın peygamber mucizelerinden bahsedişinin bir hikmeti de, beşeri bu mucizelerin benzerlerini yapmaya teşvik etmektir, beşere terakkî kapısını açmaktır.
meselâ, hazret-i süleymanın (as) iki aylık yolu bir günde rüzgâr üzerinde almasından bahseden kurân, insanoğluna havada uçmanın mümkün olduğunu hatırlatır ve uçmaya teşvik eder. meselâ, hazret-i isanın (as) en dehşetli hastalıkları tedavi ettiğini ifade eden kurân, insanoğluna tıp açısından eşsiz bir ufuk açar. kurân tıbba destek verir. meselâ, hazret-i musanın (as), asası ile taşlardan on iki gözlü su fışkırttığını zikreden kurân, beşere yerin altındaki eşsiz hazineleri gösterir ve bu hazinelerin çıkarılmasını ve istifade edilmesini teşvik eder...
netice itibarîyle, beşere terakki kapısının bizzat kurân tarafından açılmış olduğunu önemle vurgulayan said nursî hazretleri, böyle bir kitabın, bütün gözlerini ilerlemeye ve yükselmeye dikmiş olan beşerin istikbaline hükmetmeye hakkı ve kabiliyeti bulunduğunu, beşerin de hakikati araştırma meyli ile bunu muhakkak teslim edeceğini ve kurânın dünya medeniyetince kabul göreceğini müjdeler.