Bir tablonun ortasından başlarsınız yaşamaya eserin başlangıcında. geçmişiniz yoktur; hippocampusunuzdan silinmiş gibidir her şey. Yaşamaya başladığınız -daha doğrusu atladığınız- şey, bir dalgayı görmeniz olur. Arkanızdan bir dalga yaklaşır, o rüyada kaçmak isteyip kaçamadığınız şey gibi, içinizden geçer sizin. Adımlar vardır eserde belirgince. tok, sert ve kendinden emin; ama sadece adımların özellikleri bunlar. Adımların sahibini kim bilir ne evhamlar, ne buhranlar alıp götürmüştür... Onların da yeri var izleyen bölümlerde. -Şayet ki çalabiliyorsanız- çaldığınızda kullanacağınız Alman stilinin parmaklarınızı nasıl yorduğuna tanık olursunuz. Liszt'in eserlerinde bir karakteristik özellik bulunur metafor olarak: üçüncü el. işte o üçüncü elin en çok ortaya çıktığı eser, bu. Sizi, eğer ki iyi bir piyano dinleyicisiyseniz, kimse bu eserin iki elle çalındığına ikna edemez. Üçüncü bir el gerekir. Ama Liszt yapar. Parmaklarınızın yorgunluğu da, adamın sert ve tok adımlarının bedelidir. Ortalarında, besbelli bir duygu seli alır götürür notaları; biçimden uzaklaşılmıştır, tema yutmuştur artık biçimi. merdivenler inersiniz kaçmak için temadan! Vahşi bir temadan kaçmak çok zordur. Ancak Liszt gibi bir koruyucunuz varsa, hiçlikten, boşluktan bir biçim çıkarabilir size. Yaşadıklarınızı geriye doğru yaşadığınızı farz ederseniz, "buraları hatırlıyorum!" dersiniz; merdivenleri tırmanırken, yine bu hisse kapılırsınız. Sanki eseri dinleyeli 500 sene olmuş gibidir. ezer bir güzel o vahşi temayı Liszt ince tonlarda. Ve yanınıza gelir yeniden. yepyeni bir tema yaratmıştır artık. Gözlerinizi, 17. yüzyıl'ın bir Prusya kasabasında açarsınız. Burnunuza taze üzüm kokuları vurur. bağda koşuşturan çocukların neşeli çığlıklarını işitirsiniz. 300 yıl gençleşirsiniz böylece, üzüm tanesinde benlik bulursunuz.