aşk işte. o yüce sevgiyi hak etmeyen sevgili eskisi gibi değildir, yürek durmuştur.
"yureğim durdu.
ne de heyecanla çarpardı
sana dokunurken ellerim,
tenin beni örterken sevgiyle."
gereken fazlasıyla yapılmıştır, ama boşadır.
"zamanım doldu.
hep bir şeyler vermeye çalıştım sana."
umut dolu, saf, masum sevgisinden herkese vermeye hazır tertemiz bir çocuğun, yeni yeni aklının fikrinin yerleşmeye başladığını, hayatı yeni yeni anlamaya başladığını düşünün. ellerini, küçücük avuçlarını açıp gökyüzüne baktığını hayal edin. avuçlarını açıp "nerde?" dediğini, sonra dayanamayıp, yüzünü buruşturup, hıçkıra hıçkıra ağladığını.
"nerede mavi mutluluklar?
nerede sevdamiz ve yarin umutlarimiz?" diye o ince, çocuk sesiyle bağırdığını.
sonra büyüyüp, neyin ne olduğunu görüp, hayatın, çok güvendiği, sevmek için direndiği o insanların bunu çok da hak etmediğini fark edip,
"bir ömrümü yalnızca sevgi vererek geçirebilirdim,
ama sizin vermeye pek degil hic vaktiniz olmadi" dediğini.
aranılanın bulunamadığının masum göstergesidir bu şarkıyı oluşturan satırlar, gece gece de insanı bir garip eder, plansız melankolilere sürükler...
(kurtulmak istenirse huzun kovan kusu tam tersi bir etkiye sahiptir.)
elveda'nın bir alt seviyesi. aynı lacivert aslında.
"mavi adamı nihayet giymişti üstüne ama uymamıştı ruhları birbirine. aynı dünyaların insanları değillerdi, ayrı ruhların insanlarıydılar ve sevgi anlayışları birbirinden o kadar farklı.
deniz kızı bir türlü hoşça kal diyemiyordu mavi adamına. bir dese, bir diyebilse. onu yıllar önce o yurt cafesinde bıraksa. o sesi hiç duymamış olsa. hiç sevmemiş olsa.
hoşça kal diyemedi deniz kızı.
mavi adam ise değil hoşça kal elveda demişti sarılmadan.
deniz kızı ömrüne baktı en değerli varlığına.
ben sana nasıl elveda derim dedi içimdeki seni nasıl yok ederim.
gidene söylenen ya da giderken söylenen, aslında söyleyeni söyletenden daha çok kıran,yıkan,inciten ama yine de söylenmesi zorunlu bir kelime.
giden uzaklaşırken kendisiyle birlikte her şeyi götürmektedir çünkü.tüm acıları,tüm anıları,tüm sevinçleri,tüm sancıları,tüm sanrıları,tüm hayal kırıklıklarını,yaşanmış ve yaşanabilecek her şeyi valizine koyar ve uzaklaşır...
ve böyle bir gitmeye ancak böyle bir söz yakışır...
--spoiler--
Sözlerin artık ikna etmediği bu yaşımda, ağlamak da artık zor geliyor, zoruma gidiyor.
Benden sana, söylemesi zor, yazması kolay bir kelime;
Hoşça kal.
Aldatıldığımı bildiğim bu geceden sana son bir yazı, son bir hatıra.
Seni her çağırdığımda, artık yüreğime yumruk atamayacaksın.
Ben de bir başkasının yasak bahçesine uğramayacağım.
Artık ne gelmeni isteyeceğim, ne de kalmanı.
Bu akşam masamdaki tek bir mumu kendim için yaktım.
Senin oturduğun iskemle boş, ev boş.
ihanetin resmi boşlukta çizili.
Şimdi sen bir başka masada başka gözlerlesin.
Yüreğindeki pembe yalanlar büyüdükçe büyüyor.
Karaya çalan pembeler.
Kim, kimi kandırıyor bu alemde?
Kumdan kalelerimiz her dalgada yıkılıyor.
Kimseyi yolundan döndürecek gücüm yok artık.
Dayanıksızım, dayanaksızım.
Olduğun yerde kal,
Hoşça kal.
--spoiler--
bazen iyi dilekler içeren, bazense hüzün ihtiva eden veda cümlesidir. o anki duruma bağlı olarak, hangi anlamda kullanıldığı hakkında fikir yürütülebilir.
elvedayla kıyaslanamayacak kadar güzel bir veda.
hoş kal, ben yokmuş gibi davranıp hayatında olacağım manasına geliyor. sıfat değişir o ayrı.
ha bir de şebnem ferah şarkısı var ki:
hüzünlü söylendiğinde altında pek çok anlam barındırabilir. kimi zaman bunu duyup gidersiniz, kimi zaman da hiç kimseden duymadan, sessiz sedasız... gittiğin yerde hoşça kalır mısın, orası meçhul...