küçükken babamın süper man'i bilek güreşinde yenebileceğini düşündüğüm yaşlardaydım.
henüz çok küçüktüm...
saçı her amerikan traşı kesilmiş ufak çocuk gibi benim de minik kalbimin daha hızlı atmasına vesile olan, rüyalarımda ayıp şeyler görmemi daha da sıklaştıran, şeker kız candy'i bile artık bana itici kıldıran karşılıksiz bir aşka sahiptim.
yaşıtlarım mahalle maçlarında attıkları gölleri sayarken ben o'nun yüzündeki çilleri saymaya çalışıyordum.
adı dilara idi..
en çokta ağlayışını severdim. hiç unutmam; bir keresinde yeni aldığım basket topumu kafasına degaj dikmiştim. o kadar masum ve içten ağlıyordu ki, yüz üstü yere uzanıp ellerimi yanaklarıma koyarak uzun uzun ağlayışını seyretmiştim.
evet , ben o'na aşıktım..
okula giderken hep çantasını ben taşırdım. ama o'na aşık olduğumu anlamasın diye de taşıma parasını alırdım.
aşkım o kadar karşıksızdı ki...
o'nunla ip atlamaya, sek sek oynamaya razı bile olsam o hep başka erkeklerle, erkeksi oyunlar oynardı. atatürk büstünün altındaki merdivenlere umarsızca otururdum ve uzun eşşek oynadığı sırada erkeklerin o'nun üzerine atlamasını dolu gözlerle seyrederdim.
rüyamda bulutların arkasından bana gülümseyen dedenin allah olduğunu sanarak her gece dualar ederdim. ' allah baba, dilara beni sevsin amin. ayrıca o'na asılan müfit ve soner'i de öldür amin.'
dilara o kadar güzeldi ki..
o bahçede arkadaşlarıyla oynarken, daha önceden organize edip 5'er taso ile maaşa bağladığım mahallenin çocuklarını o'nun gözleri önünde döverek havama hava katıyordum. kimi zaman, 'konuştuğumuzdan hızlı vurdun! 2 taso daha isteriz' baskılarına karşın zarar etsem de her şeyin dilara için olduğunu kendime hatırlatıyordum.
yeni aldığım ışıklı ayakkabılar ile mahallenin en karanlık ve ölü noktası olan, o'nların evinin balkonunu tam cepheden gören kaldırımda tam da akşam yemeklerini yedikleri sırada depar atarak geçiyordum. karanlığın içinden süzülen bir lazer güdümlü füzeydim adeta...
tüm bu stratejik oyunlarımla o'nu etkilemeye başarıyordum artık. dilara artık atari oynarken takım arkadaşı olmama göz yumuyor, yanında pırtlatmama gülümsüyordu.. sanırım o da benden hoşlanıyordu artık.
bir gün ailemiz geleneksel piknik partilerini yeniden hayata geçirmiş ve hafta sonuna plan yapmışlardı.
tüm hafta, hafta sonunu sabırsızlıkla bekleyerek o'na ilanı aşk etmeyi planlıyordum.
ve hafta sonu gelmişti. deniz kenarında, çam ağaçlarının gölgesinde babalarımız hunharca mangalın ateşini körüklüyorlardı. annelerimiz ise sırıtan suratları ile salata hazırlıyor ve bize göz kulak oluyorlardı. tüm bu mutlu aile tablosu bir yana, aşkımı ilan edeceğim anın derdindeydim ben. derken dilara bir anda gözden kaybolmuştu. tüm ormanı altına üstüne getirmiştim ama yine de yoktu! bu sırada denizden gelen gülme sesleri dikkatimi çekmişti. bu dilara'nın gülücüğüydü. yavrusunu gıdıklayan kedi gibi tatlı bir sesi vardı. yerim len ben o'nu <3 ..
velhasılı hızlı adımlarla denize doğru ilerliyordum. ama karşımda gördüğüm tablo jetgiller'in sezon finali yapmasından bile fazla üzmüştü beni. dilara kolluklarını takmış ve deniz simitinin içinde yüzmeye çalışıyordu. hemen yanında da tek kolluk takmış bir oğlan! dilara'nın ellerini tutmuş ve o'na yüzmeyi öğretiyordu. koşup hemen yanına gidip bu rezalete bi son vermeliydim ama ben de yüzme bilmiyordum. olan biteni karadan çaresizce izleyerek kahroluyordum. ve artık daha fazla dayanamazdım, 'dilara! koş yemek hazırmış. annen gil çağırıyor.'
dilara heyecan içinde yeni doğmuş köpek yavrusu gibi karaya yüzmeye çalışıyordu. o'nu etkilediği her halinden belli olan tek kolluklu o karizmatik oğlan da ileride kalmıştı.
artık bir şeyler yapmalıydım. dilara karaya yaklaşmıştı ve bana gülümsüyordu. bu gülücüğü görmezden gelerek o'nun kollarından tuttum ve boyumun yetebileceği derinliğe kadar sürükledim. o bayıldığım ağlama sesi bile artık vız geliyordu. hemen kafasındaki pembe panter'li şapkayı çıkardım ve karaya fırlattım. gözlerimi kırpmadan hayatımın aşkını denizin içine doğru basmıştım. tek elimle kafasını suyun içinde tutarken, diğer elimle de şaşkınlıkla beni izleyen turistlere 'ok' işareti yaparak sadece bunun bir oyun olduğunu ima edermişcesine sırıtıyordum...
ve bugün aradan tam 16 sene geçti dilara. ve ben yine mezarının başındaydım. ailen tüm olan biteni o tek kolluklu karizmatik oğlandan sorumlu tuttu. seni boğdumu sadece o turist amcalar görmüştü fakat senin öldüğün anlaşılana kadar çoktan gitmişlerdi bile. öldüğün günden itibaren baban hangi işe el attıysa batırdı. duyduğuma göre annen de 16 sene geçmesine karşın hala kabullenememiş. ben mi?
hiç pişman değilim. ben seni masumane mahallemizin kirli duvarları üzerinde sevmiştim, şimdi ise kirli kalbimin içindeki, bembeyaz mezarın içinde yatan o masum kıza sesleniyorum; aslında yüzme biliyordum len. :(