belçika ile olan sınırı insanı şaşırtan ülke. insana tebessüm ettirirken bir yandan da medeniyetin nasıl bir şey olduğunu göze sokuyor adeta. ne bir sınır çiti ne de polis var.
ayak bastığım ilk avrupa birliği ülkesi.arif sağ'ın başına gelenler dolayısıyla, hakkında daha önce etmek isteyip de edemediğim bir kaç kelamı, sırası gelmişken etmek isterim.yeşil pasaportumu aldıktan sonra bir arkadaşımın da gazıyla internetten gerekli rezervasyonu yapıp amsterdam ve paris'e iki kişilik bir gezi düzenledik.ikimizin de ingilizcesi pek parlak sayılmaz, uçaktan indik, yanımdaki arkadaşım daha önce yeşil pasaportuyla muhtelif avrupa ülkelerine giriş çıkış yapmıştı, belki bu yüzden pasaport polisini rahatça geçti.sıra bana geldiğinde polis geliş nedeni, otel rezervasyonu, uçak dönüş bileti gibi sorgu suallerde bulundu.ben de bütün belgeleri sırt çantamdan çıkarıp tek tek eline verdim.bir ara paris'i telaffuz ederken türkçede olduğu gibi telaffuz ettim alışkanlıkla, pasaport polisi telaffuzumu düzeltti.bu iletişim sırasında ne bir gülümseme, ne insani bir mimik, hani bunlar olsa telaffuzu düzeltişinde art niyet aramayacağım ama hepsi bir araya geldiğinde basbayağı kaba davranıyor sonucu çıkıyor ortaya ama ingilizcem duyduğum rahatsızlığı belirtecek kadar iyi değil...artık bu ülkeye girişteki nahoş başlangıç yüzünden midir nedir amsterdam'da genel olarak kendimi rahatsız hissettim, truman show'daymışım gibi, sanki her şey sahteydi, öyle ki beğenmediğimiz fransızların başkenti bile bana sıcak ve insani geldi amsterdam'dan sonra...ben bu ülkeye gidip 3. dünya ülkeliliğimin duvarlarına tosladım.şimdi avrupada yaşayan gurbetçilerin başarı öykülerini de, içe kapanıp radikalizme kaymalarını da anlıyorum.benim buradan kendimce çıkardığım hisse beğensek de beğenmesek de türkiye'ye vatandaşlık bağlarıyla bağlıyız.insan hak ve özgürlüklerine ve dahi hayvan haklarına, demokrasi kültürüne sahip olmak için çalışmalıyız, talep etmeliyiz bu yolda her muhalif duruşu desteklemeliyiz.avrupa'yı sevmeyebiliriz ama öyle ya da böyle bir takım evrensel değerlerin oluşumuna katkıda bulunan bir medeniyet olduğu gerçeğini değiştirmiyor bu durum.elin oğlunun bize reva gördüğü muamele şekli bu, bir düşünelim niye böyle ? diyerek didaktik bir sonla entrymi bitiriyorum.
gurbetçi türkler arasında bir araştırma yapılsa halinden en memnun olanlar bu ülkeden çıkar, demis bir yazar.
Euro ciktigindan beri mutsuzlugun dibine vuran gurbetci Turkler Hollandada yasiyordur.
Mutlu olanlar Almanya/ Belcika ve Fransada olanlardir.
Geçen kış gittiğim ayrıca lalesi, inekleri ve çikolatasıyla ünlü oldukça soğuk bir ülke. Başkenti olan amsterdam içinse söylenecek sözler pek azdır. Tek kelimeyle harika denilebilir. Adım başı bisiklete rastlamak kesinlikle mümkündür. öğrenciler okula bile giderken bisiklet tercih ederler.
uzun soluklu ikamet etme durumunda, güne "günaydın" diye başlayan memleketim insanını psikolojik buhranlara sokacak kadar bulutlu ve yağmurlu memleket.
En yüksek yer şeklinin 300 metre dolaylarında olduğu söylenen.
Deniz'in altında olması sebebiyle topraklarını, olası yaşanacak su basınları ve sel tehlikesine karşı mühendislik harikası su tahliye projesiyle garantiye alan
çok meşhur bir süs eşyası olan tahta ayakkabılar hasebiyle çocukken sürekli olarak gitmek istediğim biricik ülkem.
Hala bilinçaltımda burasının bir masallar ülkesi olduğu yönde. Şatolar yel değirmenleri laleler ve envai çeşit bitkilerle Hollanda her zaman ilği çekici bir diyar olmuştur.
ilişkilerimizin 400.yılında türk tarihinden çeşitli bilgilerin meydanlarda ve sergi salonlarında görülebilceceği güzel ve soğuk ülkedir,kuru soğuk var bildiğin dötün donar yani.
cibiliyetsiz bir ülkedir efendim. nüfus artışının çok az olmasından mütevellit göçmen ailelerinin çocuklarını çeşitli bahanelerle ailelerinden koparıp devşirmektedir aileler özellikle türk ailelerdir bu insanlık suçudur devletimizin bu duruma bir an evvel el atması gerekmektedir.