pasla siyahını örten demir parmaklıklı kapıyı açarken, mezarlığın girişinde altın harflerle yazıyordu. sırrı bozulan ayna gibi altın renkleri yer yer silinmiş, okunaksız bir gölgenin yazısıydı. mezarlıktaki haçlar ölü dudaklarının mavisiyle yosun tutmuştu. havada yoğun bir küf kokusu çürümüş otların ıslak kokusuna karışıyor, çıplak ağaçların unutkanlığıyla kuşları kaçırıyordu.
bir müddet gözlerimi tam karşımdaki melek heykeline diktim, o ise suretlerin sarsılmaz beyaz imgesiyle başını yana eğmiş gözyaşı döküyordu. bir meleği gözyaşına mahkum etmek için gözyaşlarımızın hızlı kuruması gerekirdi elbet. yoksa kim ölümlü olduğunu unutabilir?