önceleri bilmezsin.
her gittiğin yerde neden önce saatlere bakarsın,
en eğlendiğin vakitlerde neden tası tarağı toplar evine gitmek istersin,
özledim dediğin arkadaşlarınla neden buluşmayı hep ertelersin.
anlam veremezsin.
önceleri anlamazsın.
birine bağlanmaya çalıştıkça ondan uzaklaştığını farkedersin,
sevmeye başladıkça inkar eder,
etrafın kalabalıklaştıkça belki daha çok yalnızlaşırsın.
ama kafaya takmazsın.
önceleri umursamazsın.
herkes çevrendedir nasılsa. bir telefon etsen yeterdir.
istediğinde çalarsın kapılarını.
severler seni bilirsin.
sende onları seversin.
bir sevgilin olur sonra.
sen "aşık oldum" dersin.
ama tanıdıkça yabancılaşırsın, aslında öyle iyidir ki o.
kendi vicdanın kırbaçlar sırtını senin,
terkettiğine üzülürsün.
ama hiçbir zaman geri dönmezsin.
ailenle vakit geçirirsin sonra.
karşılıksız bir sevgidir bu.
gene de düşlerini süsleyen, uzak şehirlere kaçma isteğidir.
uzak şehirlere gidersin sonra.
ya da başka ülkelere, başka kıtalara.
haritada gördüğün yerler ayak bastığın yerler olur belki.
duramazsın oralarda.
bir gece vakti alırsın ülkene dönüş biletini.
duramazsın işte hiçbir yerde. barınamazsın, dar gelir her yer sana.
sıkılmana luzum yok. en eğlendiğin vakitlerdir bazen, kendini en çok yalnız hissettiğin anlar.
sen her yere aitsindir ama görünüşte. her ortama ayak uydurursun. seni tanıyanlar belki böyle derler arkandan. bir gün orada bir gün burada, her yere ve herkese yetişirsin.
ama içten içe bilirsin sen aslında hiçbir yere ait değilsin.
aynada gördüğün tanıdık yüz
aslında bir yabancı.
yaşadığın ev belki kaçmak istediğin,
kaçınca dönmek istediğin...
kendine bile itiraf edemesen de bilirsin sen, hiçbir yere ait olmadığını ama en çok;
sahiplendin sandıklarından kolayca vazgeçebildiğini gördüğünde anlarsın bunu.
fırtınalara çıkamayacak kadar korkak; dingin sularda duramayacak kadar heyecanlı olmaktır...
ne güneşe çıkabilir-gözlerini alır- ne de gölgede kalabilir -üşütür-...
hayatın; arada kalmışlık hal ekini yaşar...
insandır en nihayetinde;
superman değildir ki asla olduğunu iddia etmemiştir...
yani; o da bir düzen ister aslında...
hayal kurmayı dener; depremde yıkılan onca hayaline rağmen, dilek tutamadan kayan yıldızlarına rağmen...
kurar da; iskambil kağıtlarıyla yapılan evler gibi de olsa; ruhsatsız da olsa düşleri vardır...
rutsatsız düş taşımak yasaktır, yakalatır!
gitmekle gitmemek, kalmakla kalmamak arasındaki çizgiler çok kalındır;
bir tarafa geçmeye çabalarken -ki kendisi yorgundur oldukça- diğer taraf aklını çeler...
tekrar en başa dön...
işte hep o ibne çizgiler yüzünden! ne olurdu biraz daha ince olsaydı da, bir tarafına geçebilseydim diyip;
yaşananların faturasını kesmeye çalışır yine bir başka şeye!
sevmek belki değil ama sevilmek bir ihtiyaçtır diyip;
yalanlar söyler ve bu yalanlar kendisinedir çünkü bilir ki kendisini kandırmak çok kolaydır...
başta kendi iyiliği içindir; korkak ya bu...
mutsuzluktan korkar...
mutlu olabilmek için...
ama bir bakar; üzerinde, altta kalanın canı çıksın oynanmış ama canı çıkmamış birkaç iyi duygu parçası vardır içinde;
mutluyken, mutsuz etmekten de korkar sonra...
yine yalan girer devreye; bu sefer karşıdakinin mutluluğu için...
ne bir şeyi sahiplenir; ne de sahiplenilir...
ne tam olarak anlayabilirsin; ne de ben hiçbir şey anlamadım diyebilirsin...
ama anlasaydın; emin ol hak verirdin...
çünkü o sadece sana değil; hiçkimseye ait değil...
gidişler hiç bitmedi hayata asılı kalma savaşında.
çıkarken bir bilinmezliğine daha, sana kalan birkaç sahne sığdırdığın kadar.
zorlama nafile, olamazsın hiçbir yerin yerlisi.
geçiştirirken bir yerlerden, üzerine yapıştırdığın paçavralar değil seni yerli kılan.
her seferde kaçmak için vursanda kendini yollara, taşırsın geride bırakamadıklarını.
özgür ruhların sıkıntısı.
ne çok insan tanıdım en büyük hayali öğretmen olmak olup, evlenmek, yuva kurmak isteyen...
şimdiden ait gelecekteki yuvasına, eşine, çocuklarına...
hayallerine ait.
ait olamayanlara zaman zaman bir hapishane, bir hücre olmaz mı o yuva...
"ne kadar eğlenmiştik o gün"
yıllar sonra karşılaştığın arkadaşın kurar bu cümleyi.
evet, eğleniyordum gerçekten
ama ben saatime bakıyordum gülerken
size çaktırmamaya çalışırken...
diğer parçalarım başka yerlerdeydi, zaman ilerledikçe ki huysuzluğum da bu yüzdendi...
ama başka yerde olsaydım inan,
bi parçamda sizde kalacaktı.
ait olamadığın bir sürü yerden vazgeçip, yeni ait olamayacağın yerlere gitmekle geçecek ömrün.
kimi zaman belki ait olurum buraya diyerek...
kimi zaman da içteniçe ait olamayacağını bilerek.
ama hep giderek.
-bir gün gözlerinizi dünyaya gözyaşıyla açmışsınızdır,
ve bilmezsiniz ki o gözyaşı tıpkı yalnızlığınız gibi hiç peşinizi bırakmayacaktır!-
eğer bir memur çocuğuysanız küçük yaşlarda tanışırsınız ait olamama hissiyle...
her üç sene de bir adeta bir göçebeymişçesine yaşarsınız hayatı,
hep yeni insanlar tanır, hep yeni yerler görür, hep yeni insanlara hep yeni yerlere alışmak zorunda kalırsınız...
ve tam bir şehre ve insanlara alışmışken,
gene arkanızda bırakmak zorunda kalırsınız, tüm sevdiklerinizi,özlediklerinizi ve size ait olabilecek şehri...
ve eğer küçük yaşlarda alıştıysanız bu duyguya,
yine yeni taşındığınız şehirde,
yeni alışmaya başladığınız hayatınızda,
kim bilir belkide yeni tuttuğunuz ellerde,
hep eksik bir şeyler hisseder ve bir türlü ait olmasını başaramazsınız hiçbiryere ve hiçkimseye...
kimileri köklerini bir şehre salıp, aile ve gelecek planları yaparken,
siz aynadaki görüntünüze bakıp, kendinizi garipsersiniz böyle hayalleri gerçekleştiremeyeceğinizi bildiğiniz için...
kimbilir belkide korkulacak bir şey yoktur;
doğanızdaysa bu duygu,
bitmek bilmeyen hayat serüveninde siz hep kendi içinizde yolculuk eder,
kendinizi hep en iyi siz anlar,
hep kendinizleyken mutlu ve huzurlu olursunuz,
her gün yeni ve farklı oyunlarla size gelen hayat sahnesinde siz yalnızlığı seçmişsinizdir ve bilirsiniz tıpkı hiç bir yere ait olamadığınız gibi yalnızlık sizin alın yazınızdır.