Bulunmak istemediğim yere gittiğimde veya uzun süredir bulunduğum yerden ayrılınca oluşan histir,şu aralar insanlarla iletişim içinde olduğum için oldukça azalmış duygudur.
insanın iç hesaplaşmalarının esiri olduğu zamanlarda çokça hissedilir. hiç kimseyi görmek istemez kendini yalnız hisseder bu dünyada tek başına kalmıştır sanki insan bu anlarda suçu başkalarına atar hep suçlu başkalarıdır oysa irade bizim irademizdir ama suçu hayata atmak birazda olsa rahatlatır insanı aslında başkalarını suçlarken de kendimizden kaçarız hep, böyle şeylerin ilacı kabul galiba kabul etmek her ne kadar zor olsada.
hayatı ıskalamanın diğer adıdır bence.hiçbir yerin sizin kabul etmemesi olarak da düşünülebilir.tavsiye etmem kendinize bir çevre edinin ileride hatıra sıkıntısı çekmeyin derim.
Aidiyet duygusunu yaşamak için, neye, ne kadar emek verdiğiniz önemlidir.
Bir yerlere ait olmak, kendiliğinden oluşan bir kavram değil aksine, çaba ve emek gerektiren bir konudur.
Hiçbir yere ait değilseniz, kendinizi ve hayatınızı sorgulamalısınız. Acilen.
anne ve babam ben 8 yaşındayken boşandılar. daha doğrusu babam 15 gün sonra döneceğim diye evden çıktı; 19-20 sene oldu hala dönecek amk. velhasıl annem durumu çakınca gidişinden 1 sene sonra boşanmışlardı...
babam gittiği günden sonra göçebe hayatım başladı benim de. okul dönemi izmir'deyim, tatillerde babamın yanında, antalya'da... 8 yaşında çocuğu şoföre, muavine emanet edip otobüse bindirerek uzun yola gönderiyorlardı amk. neyse ki aptal bir çocuk olmadığım için tüm bunlarla başa çıktım.
sonra lise dönemi geldi. bi bok kazanamadım. beni annemden koparmak için fırsat kollayan babam 'koleje göndereyim' gibi parlak bir fikir attı ortaya kendince. annem de sırf benim istikbalim için kabul etti ve antalya'ya, babamın yanına taşındım. 1.5 sene sonra kolejden atıldım, o başka bir başlığın konusu tabi ki. ancak bu sefer de tatillerde annenin yanına gidip gelme mevzusu başladı. onu da bir şekilde atlattık, mezun olduk. iki taraf da kafamı attırınca ta anasının amında bi karadeniz üniversitesi yazdım, siktir olup gittim, okudum 2 sene. yine göçebeliğe devam tabi... sonra istanbul'a gidip televizyonlarda çalıştım falan filan, göçebeliğe devam... sonra ege üniversitesi'ne girdim, orada annemle biraz hasret giderdim, babamla o dönem konuşmuyoruz. velhasıl 2011-2015 arası izmir'de kalıp, 2015'te tekrar antalya'ya geçtim. şimdi de izmir'e gidip gelmece yapıyorum annem için.
yarın akşam antalya'ya geri döneceğim mesela, öyle biraz vakit geçirmek için geldim izmir'e... bu göçebe hayatı neden anlattım? 19-20 senedir oradan oraya göçmekle tüm düzenim o denli sikildi ki; kendimi hiçbir yere ait hissetmiyorum. ne annemin evinde ne de babamın evinde 'bu ev benim evim' duygusu taşıyamıyorum. ikisi de evlendi zaten, o da başka bir konu. daha kötü olanı nedir biliyor musunuz? bu yaşam tarzı yüzünden hangi şehirde 1 ay kadar kalsam sıkıntı basıyor, daralıyorum, gitmek istiyorum. çoğu zaman gidiyorum da.
özetle; düşmanımın başına gelmesin diyeceğim kötü bir durum.
Kendimi bildim bileli yasadigim histir.
Çocuksun, anne baba farkli sehirlerde, bir ona git bir digerine. Ee ikisi de calisiyor, bir dedenin evine git bir ebeveyninin evine.
ilkokulu bir sehirde oku liseyi baska bir sehirde. Universitede artik ikisinden de ayrisin, bayram seyran hangisine gideceksin.
5 senedir universitedeyim,kendi evim var bir sekilde ama bu duygu beni o kadar ele gecirmis ki en uzun kaldigim yerde 6 ay kalabildim. Bir ay once 5 senedeki 14. Evime gectim. Tasinma ve ev bulma konusunda ordinaryus seviyesine ulastim ama hala "evim" diyebilecegim yeri bulamadim.
3 Eylül 2006 da evim dediğim yerden ayrıldıktan sonra hiçbir evi benimseyemedim... Evlendim çocuklarım oldu evim oldu şimdi de evi göremiyoruz... Zordur denizci olmak belki sırtımızda taş taşımıyoruz ama yüreğimizde taş gibi hasretler taşıyoruz... Deniz tuzu değil içimizi yakan ayrılığın korudur...