duygusal alış verişlerlerini, kalb-i sermayesini suratlara yatırmayan bir tutum takınmak ve bununla yaşamaya çalışmak. böyle yaşamaya çalışmak diyorum, çünkü insan gerçekten böyle yaşamak istese de bazen yaşayamıyor. çünkü dünyanın en çirkin kızı bile artık kendini güzel zannediyor, o yönde egolarla tatmin olmak istiyor. etrafımız suratlara aşık olan adamlarla dolu, onlardan birisi olmamak için değil de bunun çok anlamsız ve illüzyon bir şey olduğunu gerçekten bildiğim için bu grubun içinden kaçmaya çalışıyorum. nedir bu kapılmışlık, güzellik düşkünlüğü, kendini bi surata feda edecek kadar alçalma! dikkat ettim çevreme benden başka ''bırakın bu küçük dev adam ayaklarını, yazık lan gönlünüze, zamanınıza'' diyen birisini de görmedim şimdiye kadar. herkes adeta zehirlenmiş, henüz elinin sıcaklığını hissetmediği bir surata bile tapar hale gelmiş. 300 gram beyni olan adam düşünür bunun boş bir şey olduğunu. çünkü senin gibi belki de onlarca kişi o kadının suratına aşıktır ve o kadın hiçbirine git demez. hep etrafımda dönsün, egomu beslesin ister. halbuki o senin sevgini istememektedir, sadece zamanını ve duygularını çalar. oysa yalnızlığın bile karşılık alamadığın, adam yerine koyulmadığın binlerce çakma aşktan değerlidir. böyle dimdik duracaksın, asla yüzlere takılıp kalmayacaksın, kimsenin götünü kaldırmak gibi bir derdin olmayacak. çizgilerin ve duruşun net olacak, bak ondan sonra bu sabrının karşılıklarını nasıl güzel alıyorsun.
kimseye aşık olmamaktan bahsetmiyorum bak, yüzlerden bahsediyorum. bunu şöyle düşün, yoğurdun yüzünde kaymak vardır, tadı çok lezzetlidir ama gerçek yoğurt dediğimiz şey o tabakanın altındadır ve kütlece çok büyük bir yer kaplar kabında; kaymağı yemeğin üstüne dökemez veya ayran yapmak için kullanamazsın, esas işlevsel olan yoğurttur. hayatı böyle pragmatist düşünmek zorundayız arkadaşım, sen sürekli kaymaklara aşık oluyorsun ve bu yüzden yoğurtlar israf oluyor, gönlünü ayrana boğuyorsun.
benim bahsettiğim şey da tam olarak bu işte, ayran gönüllü bir adam olmadan yaşayabilmek.
bara, cafeye, bistroya, takılmak yerine mahallenin kahvesinde akşama kadar kağıt oynayarak kafa dağıtmaktır. ''hiçbir şey ifade etmeyen birinin suratının peşinden koşacağıma iskambil kağıdındaki kızı okşarım daha iyidir.'' mantığıyla hayatına devam etmenin bir özetini yapar aslında bu insan kahvede takılmakla. kendi dalgasına bakar işte, oyununu oynar, makarasını yapar, bir fenerliyi kızdırır akşam da evine döner. onun için yaşam çok daha fazla surat ifade eder, hiçbir suratın peşinden gitmez, aksine muhabbeti bittiği an o suratı bulduğu yerde bırakır. tavşan kanı çayı içmek varken niye üzerine dökesin ki?