bu akşam bir arkadaşımla sözleşmiştik. iş çıkışı eve, erkenden gidip de uyumak yönündeki sapkın planım az daha bekleyebilirdi bana sorarsanız.
altıda bitiyor mesaim, ekstralarla altı buçuğa yakındı ofisten çıktığım. en kestirme olduğunu düşündüğüm yöntemlerle söz verdiğim yere, vakitlice ulaşmaya çalıştım, kısmen başardığımı bile söyleyebilirim. mekân seçimini, arkadaşıma bıraktım.
buluşup birşeyler atıştırdıktan sonra bahsi geçen yere gitmek için kararlı adımlarla yolu tükettik. mekana gittiğimizde bir takım elbisenin ağırlığını, olabildiğince hissediyordum kulağıma ilişen blues melodisi eşliğinde ama negam.
bir masaya oturduk ve bana göre sırf takım elbise kaynaklı olarak garson kızın "doğum günü organizasyonu" olduğu yönündeki tımarına maruz kalmıştık, yanılmışım.
70'lik bira söyledik, arjantin diye de altını çizerek. sonra garip bir şekilde mekân hınca hınç doldu. hakikaten bir doğum günü organizasyonu varmış ve anladığım kadarıyla şanslı masaydık biz. çok geçmeden canlı müzik de başladı lynyrd skynyrd, johnny cash, eagles derken börekler, mercimek köfteleri, turtalar.
çok geçmeden girişimci yapımızla öğrendik ki 60 yaşına ulaşmış bir insanın doğum günüymüş kutlanan. o sıra grup da yavuz çetin çalmaya başladı.
yakup'tan bahsettik sonra biz garip bir şekilde.
yakup, içimizde en iyi şiir okuyanımızdı. gençti, hoş adamdı velhasılı. cılızdı, yakışıklıydı hem, sonra suda şişmişti bedeni, kıyıya vurmuştu, günlüğünde acı notları kalmıştı. ona da içtik bir-iki.
erken ölenlerdendi yakup, erken üzenlerden. sonra farkettim en son o mekânda görmüştüm ben yakup'u.
hiç tanımadığımız bir insanın doğum günü kutlanmıyordu o zaman. biz, birarada oluşumuzu kutluyorduk, kpss sınavından az öncesiydi, geçen yıldı ve harun istanbul'a gelmişti.
garip bir şekilde hiç tanımadığımız bir insanın 60 yaşını nasıl bir enerji ve dinginlikle kutladığını düşünüyor ve garip bir şekilde mutlu oluyorduk onun adına.
insanı, hiç tanımadığı bir insanın doğum gününü kutlamak bu kadar mutlu etmemeli bana sorarsanız.
ortaya iki ihtimal çıkıyor; ya hayatı fazla hafife alıyor, fazlasıyla boşaltıyoruz içini. ya da ikinci ihtimallerin varlığına inanarak tüketiyoruz elimizde ne kalmışsa. ertelemenin, yapmaktan daha yorucu olduğunu göremiyor, erteledikçe içine düştüğümüz o boşluğu bir zamansal kazanım sayıyoruz.
peki 60 yaşına geldiğimizde, biz de aynı enerjiyi hissedebilecek miyiz kendimizde? 26-27 bile bu kadar yormuşken, 30 bile bu kadar çok şeyi alıp da götürürken içimizden.