80 lerin ikinci yarısı , çocukluk yıllarımın gülümseten anılarındandır. okuldan eve gelmişim mutfak masası üzerinde kahverengi tüylü yuvarlak bir şey var, sanki atom çekirdeği inceler gibi elime almış anlamaya çalışıyorum bu ne diye.
kokluyorum koku yok, sallıyorum içinde akışkan bir şey var su sesi çıkarıyor, kabuğa vuruyorum taş gibi.
anneme bağırıyorum bu ne ya diye, hindistan cevizi olduğunu duyduğum anda yüzümde anlamsız bir ifade belirdiğini hatırlıyorum. kendi kendime anlamsız sorular soruyorum bu nasıl ceviz lan ? nasıl yeniyor ,kabuk nasıl kırılıyor ?
babam sivri bir bıçağı tepesinden içeri çekiç yardımıyla ittiriyor, ortadan ikiye ayrılan hindistan cevizi içerisindeki suyu çay bardağına koyup bana uzatıyor * tadı pek hoşuma gitmedi diyebilirim, ardından bıçakla kabuk soyulup tadına bakmam sağlanıyor, tadıda pek matah bir şey değil, çok sert ve anlamsız geldiğini söyleyebilirim parçalarını ertesi gün okula götürüp arkadaşlarımın incelemesine sunuyorum *
öğretmenimin tepkisini hala unutamıyorum, ''ulan puding üstüne serpilen hindistan cevizi bumuymuş allah allah '' bu hindistan cevizi ile ilgili kesin bildiğim bir diğer şey ise bozulmadığı, nereden biliyorsun diyecek olursanız ilk okulda dolabıma sakladığım hindistan cevizini liseye giderken bulup kemirdiğimi hatırlıyorum * ilk yediğim andan çok farklı olmadığını söylemeliyim *
mağarada ikinci gün;
-abi kaç kere dedim tüylerini git başka yerde tara diye. yuh hayri bunlar kalın kalın! rica ederim bundan sonra ayrı nehirlerde yıkanalım tiksindim yani şuan.