hikayeler ve çıkarılan dersler

entry37 galeri1
    26.
  1. çin’in guangzhou kentinde bir banka soygunu... soygunculardan biri bankadakilere bağırır: “kımıldamayın! para devletindir, ama hayatınız sizindir.”

    herkes sessizce yatar… bunun adı “zihin değiştirme kavramı”dır.

    alışılmış düşünce tarzını değiştirmek…
    bu arada müşterilerden bir kadın bir masanın üzerine yatmıştır. ama bacaklar ortada... soyguncu bağırır: “edebini takın. bu bir soygun, ırza geçme değil!”

    bunun adı “profesyonellik”tir. işin neyse onun üzerinde yoğunlaş!

    soyguncular paraları yüklenip eve kapağı atmışlar. daha genç olanı (mba derecelidir) daha yaşlı olanına (ki bu ise 6 yıl ilkokuldan sonra terk): “abi, hadi şu paraları sayalım,” der. daha yaşlı olanı der ki: “çok aptalsın be! bu kadar para oturup sayılır mı? bu akşam zaten tv haberlerinde kaç para çaldığımızı öğreniriz.”

    buna “deneyim” derler! günümüzde deneyim kâğıt diplomalardan çok daha önemlidir.

    soyguncular bankadan kaçtıktan sonra şube müdürü, şube şefine hemen polisi aramasını söylemiş. şef demiş ki: “durun hele müdürüm. alacaklarını aldılar. biz de bir 10 milyon daha alıp daha önce iç ettiğimiz 70 milyon dolara ekleyelim, ne dersiniz?”

    buna “dalgayı yakalamak” derler. berbat bir durumu kendi lehine çevirmektir bu!
    müdür der ki: “yahu, her ay bir soygun olsa harika olurdu. ne eğlenirdik!”

    buna “sıkıntılardan kurtulmak” derler. kişisel mutluluk işinden çok daha önemlidir.

    akşam tv haberleri bankadan 100 milyon dolar çalındığını açıklamış!

    çaldıkları paranın çok daha az olduğu bilen soyguncular oturup saymışlar parayı… tekrar tekrar saymışlar. bakmışlar hepi topu 20 milyon! çok kızmışlar bu işe:
    “biz hayatımızı tehlikeye atıp 20 milyon çalabildik. banka müdürü bir el hareketiyle 80 milyon götürdü. galiba soyguncu olmak yerine doğru dürüst eğitim görmek daha iyiymiş!”

    bu “bilgi altından daha değerlidir” demektir…

    banka müdürü çok mutludur. özellikle bir süre önce borsada kaybettiklerini geri alabildiği için...

    buna “fırsatları kullanmak” derler. kazanmak için risk almak gerekir.

    peki, gerçek soyguncular kimler şimdi
    0 ...
  2. 27.
  3. Büyük bir hava meydanının bekleme salonunda, genç bir kadın uçağına binmek üzere bekliyordu.
    Uçağın hareketine saatler olduğu için zaman geçirmek için bir kitap ve bir paket küçük kurabiye satın aldı.
    Dinlenmek ve kitabını okumak için vıp salonunda bir koltuğa yerleşti.
    Kurabiye paketinin durduğu sehpanın yanındaki koltuğa bir adam oturdu; dergisini açıp okumaya başladı.

    Genç kadın ilk kurabiyesini aldı. Adam da bir tane aldı. Bayan çok rahatsız hissetti kendisini ve:
    “Sinir bir şey! Havamda olsaydım bu cüretinden dolayı ona haddini bildirirdim!”diye düşündü.Bayan bir kurabiye alıyor, adam da bir tane alıyordu. Çıldıracak gibiydi bayan ama olay çıkarmak istemiyordu.
    Nihayet son kurabiye kalınca kadın: “Bu küstah adam şimdi ne yapacak?” diye düşündü.

    Adam son kurabiyeyi aldı; onu ikiye böldü ve bir parçayı kadına verdi
    Aaaa! Bu kadarı da fazla! Çok öfkelenmişti şimdi! Kadın sinir içinde kitabını ve diğer şeylerini alıp bir fırtına gibi giriş salonuna oradan da uçağın içine yöneldi.
    Uçaktaki koltuğuna oturdu. Gözlüğünü almak için çantasını açtı. Ne görsün? Kurabiye paketi açılmamış olarak orada duruyordu.
    Çok utandı. Çok büyük bir yanlış yaptığını anladı. Kurabiyelerinin paketini açmadan çantasına koyduğunu unutmuştu.

    Adam kendi kurabiyelerini, hiç sinirlenmeden, yüksünmeden kadınla paylaşmıştı,
    Kadın kurabiyelerinin paylaşıldığını düşünerek çok sinirlenmişti. Ve şimdi bu durumu açıklama şansı yoktu. Özür dileme olanağı da kalmamıştı.

    Telafi edemeyeceğiniz dört durum vardır.

    Taş atıldıktan sonra.

    Söz ağızdan çıktıktan sonra.

    Fırsat kaçtıktan sonra.

    Zaman geçtikten sonra.
    3 ...
  4. 28.
  5. bir kurdu avcılar fena halde sıkıştırmıştır. kurt ormanda oraya buraya kaçmakta, ancak peşindeki avcıları bir türlü ekememektedir.
    canını kurtarmak için deli gibi koşarken bir köylüye rastlar. köylü elinde yabasıyla tarlasına girmektedir.

    kurt adamın önüne çöker ve yalvarmaya başlar:

    “ey insan ne olur yardım et bana, peşimdeki avcılardan kaçacak nefesim kalmadı, eğer sen yardım etmezsen biraz sonra yakalayıp öldürecekler.”

    köylü bir an düşündükten sonra yanındaki boş çuvalı açar, kurda içine girmesini söyler. çuvalın ağzını bağlar, sırtına vurur ve yürümeye devam eder.
    birkaç dakika sonra da avcılara rastlar. avcılar köylüye bu civarda bir kurt görüp görmediğini sorarlar, köylü “görmedim” der ve avcılar uzaklaşır.

    avcıların iyice uzaklaştığından emin olduktan sonra köylü sırtındaki torbayı indirir, ağzını açar, kurdu dışarı salar.

    “çok teşekkür ederim” der kurt, “bana büyük bir iyilik yaptın”.

    “önemli değil” der köylü ve tarlasına gitmek üzere yürümeye baslar.

    “bir dakika” diye seslenir kurt: “çok uzun zamandır bu avcılardan kaçıyorum, çok bitkin düştüm, açım, kuvvetimi toplamam
    için bir şeyler yemem lazım ve burada senden başka yiyecek bir şey yok.” köylü şaşırır: “olur mu, ben senin hayatını kurtardım.”

    yapılan iyiliklerden, verilen hizmetlerden daha çabuk unutulan bir şey yoktur” der kurt.
    “ben de kendi çıkarım için senin iyiliğini unutmak ve seni yemek zorundayım.”

    bir süre tartıştıktan sonra, ormanda karşılarına çıkacak olan ilk üç kişiye bu konuyu sormaya ve ona göre davranmaya karar verirler.
    karşılarına önce yaşlı bir kısrak çıkar.

    “ne vefası” der kısrak, “ben sahibime yıllarca hizmet ettim, arabasını çektim, taylar doğurdum, gezdirdim. ve yaşlanıp bir işe yaramadığımda beni böylece kapıya kovdu… ”

    bir sıfır öne geçen kurt sevinirken bir köpeğe rastlarlar.

    “ben hizmetin değerini bilen bir efendi görmedim” der köpek, “yıllardır sadakatle hizmet ederim sahibime
    koyunlarını korurum, yabancılara saldırırım, ama o beni her gün tekmeler, sopayla vurur…”

    kurt köylüye döner, “işte gördün” der. köylü de son bir çabayla “ama üç diye konuşmuştuk, birine daha soralım, sonra beni ye” diye cevap verir.

    bu kez karşılarına bir tilki çıkar.
    başlarından geçenleri, tartışmalarını anlatırlar. tilki hep nefret ettiği kurda bir oyun oynayacağı için keyiflenir.

    “her şeyi anladım da” der tilki “bu küçücük torbaya sen nasıl sığdın?” kurt bir şeyler söyler, tilki inanmamış gibi yapar:

    “gözümle görmeden inanmam…” işin sonuna geldiğini düşünen kurt torbaya girer girmez, tilki köylüye işaret eder ve köylü torbanın ağzını sıkıca bağlar.
    köylü eline bir taş alır ve “beni yemeye kalktın ha nankör yaratık” diyerek torbanın içindeki kurdu bir süre pataklar.

    sonra tilkiye döner “sana minnettarım beni bu kurttan kurtardın” der. tilki de “benim için bir zevkti” diye cevap verir.

    o an köylünün gözü tilkinin parlak kürküne takılır, bu kürkü satarsa alacağı parayı düşünür ve hiç beklemeden elindeki taşı kafasına vurup tilkiyi öldürür.
    sonra da torbanın içindeki kurdu ayağıyla dürter:

    “haklıymışsın kurt, yapılan iyilikten daha çabuk unutulan bir şey yokmuş
    4 ...
  6. 29.
  7. adam karısına pek hoş davranmaz, kalbini kırar.
    sonra karısından sofrayı kurmasını ister.
    kadıncağız hiç sesini çıkarmadan kurar sofrayı ve buyur eder kocasını.

    adam sabırsızca sofraya oturur, iştah kabartacak bir zevkle yemeye başlar. yemek tuzsuz olmuştur. birkaç lokma yedikten sonra karısından tuz ister.

    karısı; “sen yiyedur ben getiririm”, der ve içeri gider.
    adam ikide bir; “tuz nerde kaldı?” diye sorar.
    kadın her seferinde “tamam getiriyorum” diye cevap verir .
    fakat tuz bir türlü sofraya gelmez.
    neyse adam tuzu isteye isteye karnını doyurur.
    sonra aklı başına gelir. az önce hatununun kalbini kırdığı için özür diler.

    hanım mutfağa gider, ve elinde tuzla geri döner.
    adam merak eder ve sorar; “bu ne şimdi karnım doyduktan sonra tuzu ben ne yapayım” der. karısı da ona; “senin kalbimi kırdıktan sonra dilediğin özür, doyduktan sonra sofraya gelen tuz gibidir, ihtiyaç kalmaz”… der.

    evet, dikkat etmek lazım! kırmamak lazım. gönül sevmek demektır.
    sevipte kıymetini bilmek. i̇nsanlar için güzel dostluklar kurması kadar, dostlarına olan muhabbetini göstermesi de önemlidir.
    bunun bir çok yolu var.
    bazen bir gülümseme bile muhteşem bir sevgi işaretidir
    2 ...
  8. 30.
  9. köpeğe iftira karşılıksız kalır mı?

    “bir veteriner hekim dostum anlattı. köpeğini geçici olarak dairelerinin terasına yerleştirmek zorunda kalırlar. bir süre sonra komşu, "köpek apartmanın merdiven boşluğuna pisliyor, insanlara saldırıyor", iddiasıyla köpeğin uzaklaştırılması için dava açar.

    mahkemeye bir video sunar. videoda köpek gerçekten de terastaki barınağından çaprazdaki daireye doğru çılgınca havlamaktadır. mahkeme köpeğin uzaklaştırılmasına karar verir. bir kamyonun sırtında köye gönderilen köpek, seyir halindeyken, sahiplerine geri dönmek ümidiyle kamyondan yola atlayınca arkadan gelen araç tarafından ezilerek ölür. aile temiz ve uysal yetiştirdikleri köpeğin ölümüne çok üzülür. videoyu yeniden incelerler ve aslında davacı komşunun köpeği kışkırtmak için yan daireden kafasına çakıl taşları attığını, videoyu da oğluna çektirdiğini, hayvanın kafasını acıtan taşlara karşı boşluğa tepki gösterdiğini fark ederler. lakin olan olmuş, dava kaybedilmiştir ve köpeğin hakkını savunabilme imkanı kalmamıştır.

    aradan altı ay geçer. köpeği sığınağından iftirayla uzaklaştıran komşu bir gün içkiyi fazla kaçırır ve rahatsızlanır. apartmanda nedense o gün kimse olmadığı için bağırıp çağırmasına kimseden yardım gelemez. en üst kattan alttaki çıkışa kadar kusarak ve altına yaparak sürüne sürüne iner. apartman boşluğunu berbat eder, alt katta kalır ve o pislik içerisinde ölür. cenazesini kaldırdıktan sonra komşuların birkaç günleri apartmanı temizlemekle geçer.
    "alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste." sözü yok mu? allah zalimlikten, zulmekmekten ve zulme uğramaktan korusun. hakkını arayamayan dilsiz bir köpeğe iftiranın sonucu bu ise, masum bir insana iftiranın sonucunun nasıl olabileceğini siz düşünün.” dr. muhammed bozdağ
    1 ...
  10. 31.
  11. günlerden bir gün, köylerden birinde, adamın birinin eşeği, kuyunun birinedüşmüş. niye düşer, nasıl düşer sormayın. eşek bu! düşmüş işte.
    belki kör bir kuyuydu, ağzı tahtayla kapatılmıştı... belki üzerine de toprakdökülmüştü. zamanla tahta çürüdü, zayıfladı, toprakta biten otları yemekisteyen eşeğin ağırlığını çekemedi ve güm!
    hayvancık saatlerce acı içinde kıvrandı, bağırdı kendi dilinde. sesini duyan sahibi gelip baktı ki;vaziyet kötü. zavallı eşeği kuyunun dibinde melül mahzun bakınıyor. üstelik yaralanmış. karşılaştığı bu durumda kendini eşeği kadar zavallı hisseden adamcağız köylüleri yardıma çağırdı. ne yapsak, ne etsek, nasıl çıkarsak soruları havada kaldı. sonunda karar verildi ki; kurtarmak için çalışmaya değmez. tek çare, kuyuyu toprakla örtmek.
    ellerine aldıkları küreklerle etraftan kuyunun içine toprak attılar. zavallı hayvan, üzerine gelen toprakları, her seferinde silkinerek dibe döktü. ayaklarının altına aldığı toprak sayesinde her an biraz daha yükseldi ve sonunda yukarıya kadar çıkmış oldu. köylüler ağzı açık bakakaldı.

    hayat, bazen bizim de üzerimize abanır. toz toprakla örtmeye çalışanlar çok olur. bunlarla baş etmenin tek yolu, yakınıp sızlanmak değil, düşünüp silkinmek ve kurtulmak, aydınlığa adım atmaktır. kör kuyuda olsak bile.
    3 ...
  12. 32.
  13. Behlül Dana bir gün Harun Reşid’den bir vazife istedi. Harun Reşid de ona çarşı pazar ağalığını (denetimini) verdi. Behlül hemen işe koyuldu. ilk olarak bir fırına gitti. Birkaç ekmek tarttı hepsi normal gramajından noksan geldi. Dönüp fırıncı ya sordu: “Hayatından memnun musun, geçinebiliyor musun, çoluk-çocuğunla ağzının tadı var mı?” Adam her soruya olumsuz cevap verdi. Memnun olduğu bir şey yoktu. Behlül bir şey demeden ayrıldı ve bir başka fırına geçti. Orada da birkaç ekmek tarttı ve gördü ki bütün ekmekler gramajından fazla geliyor, eksik gelmiyor. Aynı soruları bu fırının sahibine de sordu ve her soruya olumlu cevap aldı. Bundan sonra başka bir yere uğramadan doğru Harun Reşid’in huzuruna çıktı ve yeni bir vazife istedi. Harun Reşid, “Behlül daha demin vazife verdik sana ne çabuk bıktın?” dedi.
    Behlül açıkladı:
    - Efendimiz çarşı pazarın ağası varmış. Benden önce ekmekleri tartmış, vicdanları tartmış, buna göre herkes hesabını ödemiş, bana ihtiyaç kalmamış.
    2 ...
  14. 33.
  15. Öğretmen sınıftaki zeki fakat kıskanç öğrenciye:
    - “Niçin arkadaşlarını çekemiyor, onların yaptıklarını bozup kavga ediyorsun?” diye sordu.
    Öğrenci, bir süre düşündükten sonra,
    - “Çünkü onların beni geçmelerini istemiyorum” dedi. “En iyi ben olmalıyım. "
    Öğretmen, masasından kalktı, eline bir parça tebeşir aldı ve yere 15 cm. uzunluğunda bir çizgi çekti, kıskanç öğrenciye bakarak,
    - “Bu çizgiyi nasıl kısaltırsın?” dedi.
    Öğrenci bir süre bu çizgiyi inceleyip içinde çizgiyi birçok parçaya bölmek de olan birkaç yanıt verdi.

    Öğretmen, yanıtları kabul etmedi ve yere ilkinden daha uzun bir çizgi çekti.
    - “Şimdi birinci çizgi nasıl görünüyor?” diye sordu.
    Öğrenci utana sıkıla,
    - “Daha kısa” diyerek başını öne eğdi.

    Öğretmen bu yanıt üzerine öğrencisine unutmaması gereken şu öğüdünü verdi:
    - Bilgini ve yeteneklerini artırarak kendi çizgini uzatman, rakibinin çizgisini bölmeye çalışmandan daha iyidir...
    2 ...
  16. 34.
  17. Havanın çok soğuk olduğu bir günde erenlerden biri pencereden dışarıyı seyrediyormuş.
    Dışarıdan yoğurtçunun sesini duyup, hanımına seslenmiş: “kap getir de yoğurt alayım”.
    Hanım, “yoğurt var. ihtiyacımız yok!” deyince.
    Mübarek, “bizim ihtiyacımız yok ama ihtimal yoğurtçunun ihtiyacı var ki bu soğukta bu sokaktan üçüncü geçişi” demiş.

    “iyi insan olmak başka, insanlara iyiliği dokunan insan olmak başkadır.”
    5 ...
  18. 35.
  19. Nasrettin Hoca'yı, bir köye vaaz ve nasihat için davet ederler. Kararlaştırılan gün köye gelen Hoca, “bir kese altın verirseniz konuşurum, yoksa döner giderim” der.
    Çaresiz herkesten para toplayarak bir kese altını verirler. Harika bir konuşma yapan Hoca, cuma namazından çıkınca, aldığı bir kese altını iade eder.
    Madem geri verecektin niye istedin diye sorulunca; “Para ödediğiniz için, dikkatle dinlediniz; birincisi bu...
    ikincisi de Cebinde para oldu mu insan, bir başka konuşuyor” cevabını vererek harika iki ders daha verir.
    2 ...
  20. 36.
  21. Avcının biri bir serçe yakalar. Kuş dile gelerek, “Benimle ne karnın doyar, ne de bırakmakla aç kalırsın. Eğer bırakırsan sana üç değerli şey öğretirim” deyince avcı da kabul eder. Özgür kalan kuş söyle der:

    1) Elinden çıkana üzülme!
    2) Olmayacak şeylere inanma!
    3) Eğer beni kesseydin karnımdan her biri yüz gram ağırlığında iki mücevher çıkacaktı, sende zengin olacaktın” deyinde avcı “üçüncüsünü bir daha tekrarla” der.

    Serçe “sen ilk ikisini unuttun, üçüncüyü ne yapacaksın? Sana elinden çıkana üzülme ve olmayacak şeye inanma demiştim. Ama bil ki, benim toplam ağırlığım elli gram gelmez, nasıl olurda yüz gramlık iki mücevher olur bende!”
    3 ...
  22. 37.
  23. dervisin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir koye varir...

    karsisina cikan insanlara, kendisine yardim edecek, yemek ve yatacak yer verecek birileri olup olmadigini sorar...

    koyluler, dervis'e, kendilerinin de fakir olduklarini,evlerinin kucuk oldugunu soylerler ve sakir diye birinin ciftligini tarif edip,oraya gitmesini salik verirler... dervis yola koyulur, yolda birkac koyluye daha rastlar...

    onlarin anlattiklarindan, sakir'in, o yorenin en zengin kisilerinden biri oldugunu ogrenir... bolgedeki ikinci zengin ise, haddad isimli bir baska ciftlik sahibidir... dervis, sakir'in ciftligine varir... cok iyi karsilanir...

    iyi misafir edilir, yer, icer ve dinlenir... sakir de, ailesi de hem misafirperver hem de gonulleri zengin insanlardir... sonra tekrar yola koyulma zamani gelir ve dervis sakir'e ve ailesine tesekkur ederken, boyle zengin bir insan oldugun icin hep sukret. der... sakir'den ise soyle bir yanit alir: hicbir sey oldugu gibi kalmaz... bazen gorunen, gercegin kendisi degildir... bu da gecer... .

    dervis, sakir'in ciftliginden ayrildiktan sonra, bu yanit uzerine uzun uzun dusunur... aradan birkac yil gectikten sonra, dervis'in yolu yine ayni yoreye duser... sakir' e ugrayip, ziyaret etmek ister...

    yolda karsilastigi koylulerle konusurken, koyluler: haaaa o sakir mi?.. o iyice fakirledi, simdi haddad'in yaninda calisiyor... derler. dervis, hemen haddad'in ciftligine gider... sakir'i bulur... eski dostu yaslanmistir... uzerinde eski pusku giysiler vardir... gecen sure icindeki bir sel felaketinde butun sigirlari telef olmus, evi barki yikilmistir...topraklari da islenemez hale geldigi icin, tek care olarak, selden hic zarar gormemis ve biraz daha zenginlesmis olan haddad'in yaninda calismak zorunda kalmistir... bu sure zarfinda sakir ve ailesi, haddad'a hizmetkarlik yapmaktadirlar... sakir, dervis'i, bu kez son derece mutevazi olan evinde misafir eder... kit kanaat yemegini onunla paylasir...

    dervis, vedalasirken, sakir'e olup bitenlerden ne kadar cok uzgun oldugunu soyler ve sakir'den su yaniti alir: uzulme... unutma, bu da gecer... dervis, gezmeye devam eder ve aradan uzun yillar gectikten sonra, yolu yine ayni bolgeye duser... ogrendiklerinden saskina doner... bir sure once olen haddad, ailesi olmadigindan, butun varini yogunu, en sadik hizmetkari ve eski dostu sakir'e birakmistir... sakir, haddad'in konaginda oturmaktadir... kocaman arazileri ve binlerce sigiri ile yine o yorenin en zengin insani olmustur... dervis, eski dostunu iyi gordugu icin ne kadar cok sevindigini dile getirdiginde yine ayni yaniti alir: bu da gecer...

    birkac yil sonra dervis yine sakir'i arar... ona bir tepe gosterirler... tepede sakir'in mezari vardir ve mezar tasinda soyle yazmaktadir: bu da gecer .

    dervis, uzgun bir sekilde, allah allah, olumun nesi gececek? diye dusunur ve gider...

    ertesi yil, dervis, sakir'in mezarini ziyaret etmek icin geri doner ama ortaliklarda mezar falan kalmamistir... buyuk bir sel gelmis, butun tepeyi silmis supurmus ve sakir'in mezarindan geriye hic eser kalmamistir...

    o yillarda, ulkenin sultani, kendisi icin cok degisik bir yuzuk yapilmasini ister... bu oyle bir yuzuk olacaktir ki, sultan mutsuz oldugunda umudunu tazeleyecek, mutlu oldugunda da, mutlulugun rehavetine kendini kaptirmasini, tembellige dusmesini onleyecektir...

    hic kimse, sultani tatmin edecek boyle bir yuzuk yapmayi basaramaz... sultanin adamlari bir gun bilge dervis'i bulurlar, yardim isterler... sultan yuzuge fena halde takmistir...

    dervis, sultanin kuyumcusuna hitaben bir mektup yazar...

    kisa bir sure sonra, yuzuk sultana sunulur... sultan onceleri hicbir anlam veremez; cunku, son derece sade bir yuzuktur bu... sonra uzerindeki yaziya takilir gozu... uzerinde biraz dusunur ve yuzu aydinlanir...

    buyuk bir mutluluk isigi parlar gozlerinde... sonunda tam da istedigi gibi bir yuzugu olmustur...

    yuzugun uzerindeki yazi mi?

    su yazilidir yuzugun uzerinde: bu da gecer...
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük